Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Anaksimandros Kimdir? Felsefesi Ve Hayatı

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

anaksimandros

Hayatı

Anaksimandros’un M.Ö 610 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Thales’in öğrencisi ve yakın dostudur. Milet’li 3 filozoftan birisidir. Matematik, doğa gözlemi, haritacılık ve astronomi alanlarında çalışmalar yapmıştır. Bunların yanı sıra devlet adamlığı da yapmıştır. Arnavutluk’a bağlı Fier ilindeki Apollonia kolonisini kuranların arasında onun adı da geçer. Yunanistan’da ilk yer-gök haritasını yapan kişi olduğu söylenir. Bu harita mevcut olanlardan farklı olarak bütün dünyayı kapsayan ilk örnektir ve zamanın koşullarına göre hiç de fena değildir. Anaksimandros M.Ö 547 yılında; 63 yaşındayken hayata veda etmiştir.

milet antik kenti

Milet: Milattan önce 2000 yılından beri var olan bir yerleşim yeridir. Bölgeye ilk yerleşenler Miken kolonisidir. Çeşitli olumsuzluklardan sonra şehir kimliğini yitirir. Atina kralı Kodros‘un oğlu Nekus İonya’lılar ile birlikte şehri ilerleyen zamanlarda tekrar kurar. Şehir M.Ö 6. ve 7. yüzyıllarda en iyi dönemlerini yaşar. Milet’in Karadeniz ve Akdeniz’de ticari kolonileri vardır. 98 tane ticari koloni sayesinde oldukça hareketli bir kültürel yapısı vardır. Şehir bilim, sanat, ticaret ve felsefe merkezi haline gelir. Şehrin 4 tane limanı vardır ve deniz ticareti çok hızlıdır. Ticaret farklı kültürlerden insanları bir araya getirmektedir. Bilgi, ticaretin getirdiği olanaklarla çeşitli coğrafyalardan bölgeye akıyordu. Persliler Lidya krallığını bozguna uğrattıktan sonra Milet’te egemenlik kurdular. Onlara karşı başlayan ihtilal sert bir şekilde bastırıldı ve Milet yakıp yıkıldı. Yunanlılar ve İyon şehir devletleri büyük hasar aldılar. M.Ö 479 yılında Yunanlılar Pers egemenliğini zorlu bir savaştan sona erdirdiler. Perslilerin bu sert müdahalesi sonucunda Milet felsefe ekolünün varlığı sona erdi.

Şehir Yunanlılar tarafından tekrar inşa edildi ancak M.Ö 4. yüz yılda tekrar Pers egemenliğine girdi. Şehri Perslere bağlı Karia Satrapları idare etti. Büyük İskender’in Perslileri M.Ö 304 yılında mağlup edişine kadar bu şekilde idare edilmeye devam ettiler. Şehir M.Ö 133 yılında bağımsızlığını kaybetti ve Roma’ya bağlandı.

Anaksimandros’un Dünya Haritası

Yaptığı harita hakkında işin uzmanları daha isabetli yorumlar yapacaklardır. Gemiciliğin ve ticaretin bu kadar yoğun olduğu bölgede yerel haritaların var olduğu biliniyor. Haritacılık ihtiyaçtan meydana gelen bir disiplindir. Anaksimandros gibi doğa filozofları salt kuramsal felsefe ve bilimle uğraşmamışlardır. Pratik hayatta karşılığı olan bilgi türleri de ilgilerini çekmiştir. Filozoflar uzun bir süre çok yönlü uğraşıların içinde olmuşlardır. Felsefe, matematik, astronomi, geometri, haritacılık, şiir, politika, retorik, tıp ve şu an yazmadığım birçok alanda faaliyet yürütmüşlerdir. Anaksimandros’un fosillerden yola çıkarak bir evrim fikri geliştirdiği söylenir; bu da onun gözlem yaptığını gösterir. Deney ve gözlem olanaklarının nerede ise hiç var olmadığı bir dönemde elbette akıl ön plandadır. Salt akıldan yola çıkarak bazı hatalı çıkarımlarda bulunmaları da normaldir.

anaksimandros dünya haritası

Mısır ve Babil gibi ülkelerde yapılan ve daha ziyade yerel olan haritalar çok eskiden beri vardı. Onu eşsiz kılan şey bir dünya haritası yapmaya kalkmasıdır.

Anaksimandros’un Kozmolojisi

Onun evren anlayışı Thales’ten tamamen farklıdır. Artık dünya suyun üzerinde yüzen bir tepsi değildir. Bu onun aklına yatmamış olmalıdır. Çünkü bu anlayış kabul edilince, suyun altında neyin olduğu da açıklanmalıydı. Ayrıca bu şekle göre güneş her gün nasıl doğabilirdi? Tepsinin batısına doğru giden güneş kuzeyden dolanıp tekrar doğuya geliyordu. Kuzeydeki dağlar yüzünden bu dönüş hareketini göremiyorduk. Thales’in dünya tasarımını bir resimle daha anlaşılır hale getirmek istiyorum.

thales'in dünya anlayışı

Anaksimandros’un dünya tasavvuru daha ilerici olmakla birlikte yine de komiktir. Ona göre dünya genişliği yüksekliğinin 3 katı olan bir silindir şeklindedir. Dünya boşlukta; yani bir tür havanın içinde süzülmektedir. Güneş bu silindirin etrafında dönüp durmaktadır; böylece gece ve gündüz oluşmaktadır. Dünya ona göre evrenin tam merkezindedir ve herhangi bir yere gitmesi için bir neden yoktur. Orada öylece durmaktadır. Evrenin her yerine eşit uzaklıkta olduğundan, çekim kuvveti dünyanın hareket etmesini engelliyor olsa gerektir. Şimdi de Anaksimandros’un dünya tasarımını görelim.

anaksimandros'un dünya şekli

Aristoteles hem Thales’in hem de Anaksimandros’un dünya tasavvurlarına eleştiri getirdi. Aristoteles bu tasarımı, etrafında eşit uzaklıklarda yiyecekler bulunan aç bir adamın hareket etmeyerek açlıktan ölmesine benzetiyordu.

Doğa Gözlemleri

Diogenes Laertius’a göre güneş saatini ilk o bulmuştur. Ona göre ay güneş tarafından aydınlatılmaktadır. Bu isabetli bir tespittir. Güneş sırf ateştir ve dünyadan küçük değildir. Güneşin göründüğü gibi küçük olmadığını; yani algımızın bizi yanılttığını akıl yürüterek keşfetmişti. Gün dönümlerini ve gün – gece eşitliğini göstermek için, Sparta’da çeşitli yerlere bu saatlerden yerleştirdi. Onun hakkında zaman ölçen çeşitli araçlar geliştirdiği de söylenir.

Anaksimandros’un Arkhesi

İlke ve ana madde artık hava, su veya başka bir şey değildir. Arkhe onda bunların dışında olan Apeiron yani sonsuzluktur. Apeiron kelimesi nicelik bakımından sonsuz ve nitelik bakımından belirsiz anlamına gelmektedir. O halde bununla neyi kastediyordu? O bize kadar ulaşan metninde şöyle diyordu;

“Varolan şeylerin ilkesi, Apeiron’dur. Şeyler ondan meydana gelir ve yine zorunlu olarak onda ortadan kalkarlar; çünkü onlar zamanın sırasına uygun olarak birbirlerine karşı işlemiş oldukları haksızlıkların cezasını (kefaretini) öderler.”

Şeyler bu sonsuzdan meydana gelmekte ve yine onda kaybolmaktadırlar. Şeyler zıtlıklardan ve karşıtlıklardan meydana gelip, zamanı gelince ortadan kalkmaktadırlar. Yani parçalar, değişmez olan bu bütünden gelip yine ona dönmektedirler. Onun sonsuz sayıda evrenin var olduğunu söylediğini ileri sürenler de vardır. Bunlar aynı anda mı vardır yoksa birbirlerinin peşi sıra mı var olmaktadırlar; bu konuda elimizde bir bilgi yoktur.

Farklı bir senaryoya göre Apeiron’u nitelikleri bakımından belirsiz yani bilinmesi mümkün olmayan şey (Tanrı) anlamında kullanmış olması da muhtemeldir. Bunu bir iki satır yazıdan çıkarmak mümkün değildir. Herakleitos, Pisagor ve diğerleri gibi o da karşıtların mücadelesi fikrini benimsiyordu. Soğuk hava gelip suyu donduruyor, ateş suyu buharlaştırarak yok ediyor. Sonra su gelip ateşi söndürüyor. Bütün bunlar birbirlerine karşı yaptıkları haksızlıklardı ve günü gelince bedeli ödenecekti. Cezası da içinden geldikleri sonsuza geri dönüp formlarını kaybetmekti.

Zıt olanlar en başta birlikte aynı anda var olsalardı anında birbirlerini yok ederlerdi; çünkü zıt olanlar birbirini ortadan kaldırmaya çalışır. Arkhe bu durumda ne su ne hava ne de başka nitelik sahibi bir şey olabilirdi. Niteliksiz ve belirsiz bir ilke, şeyleri şu veya bu şekilde meydana getirmektedir; ama nasıl? Sonsuzluk tek başına şeyleri var eden ilke olabilir miydi? Niteliği olmayan tek bütünden, niteliği olan parçalar meydana gelebilir miydi?

Evrenin nasıl meydana geldiğini, Milet’lilerden önce de birçok kişi açıklamaya kalkıştı. Mitolojik eserlerin önemli bir bölümünü bu açıklamalar teşkil eder. Homeros’ta dünya suyun üzerinde yüzen bir kara parçasıdır. Görebildiğimiz kadarı ile Thales benzer bir açıklamayı farklı bir şekilde dile getirmiştir. Apeiron evrenin maddi ilkesi olarak değil; maddeye içkin bir ilke olarak kabul edilmelidir. Hesiodos her şeyin başına Apeiron’a benzeyen Kaos‘u koyar. İnsanların geçmişte işittiklerinden etkilenmeleri kadar doğal bir şey olamaz, ancak; Anaksimandros gibilerin açıklamalarını Mitolojinin bir devamı gibi okumak gerçeği yansıtmayabilir.

Apeiron soyut ve belirsiz bir ilke miydi? Kendisinden somut ve belirli şeylerin ortaya çıktığı ilke, belirsiz salt bir kavram olamaz. Var edenin var ediş sürecinde, tamamen pasif bir konumda olması düşünülemez. Bu durumda şeyler Apeiron’daki potansiyeli kullanarak ve kendileri karar alarak varlığa çıkmalıdır ki; o zaman da Apeiron bir ilke olmaktan çıkar ve bir mağaza gibi hizmet vermeye başlar. İlke ve maddeyi armağan edip sürece hiç karışmayan bir şey ilke olamaz. Ondan meydana gelen şeyler ilke adını almaya daha layık olurlar.

Apeiron var olan şeylerin özdeşi olamaz; özdeşi olamayacağı gibi süreçte onlardan daha pasif de olamaz. Bir’den meydana gelen çokluk bu durumda nasıl izah edilebilir? Değişmeyen bir bütüne karşılık, değişebilen parçalar… Var olanla, şeylerin kendisinden var olduğu Apeiron arasında bir ayrıma gidilmiştir. Bu onun felsefesinde bir çelişki meydana getirmektedir. Duyumsanabilir şeyler onun bağrından varlığa çıkarken bunu kendi başlarına yapamazlar. Bu ilke aynı zamanda bir karar mercii olmalıdır. Sadece iki ihtimal söz konusudur; üçüncü hal olanaksızdır. Var olmaya ya şeyler karar vermiştir, yada var olanları var etmeye Apeiron karar vermiştir. Her ikisinin de karar vermediği, ancak oluşun ve oluş için gerekli materyalin bir potansiyel olarak şu veya bu şekilde sebepsiz olarak var olduğu kabulü yeni soruları doğurmaz mı? Bu sefer de mevzu bahis potansiyelin kaynağını araştırmak zorunda kalırız.

Bütün bunlarla birlikte değerlendirildiğinde, onun, materyalistlerin iddia ettiği gibi her şeyin merkezine kaynağı belirsiz bir ilkeyi koyduğu tezi tam bir safsatadır. Tanrının ne’liği bilinemeyeceğinden; onunla ilgili ortaya atılan her düşünce birer spekülasyondan ibaret olacaktır. İlkeli mi, ilkesiz mi, şöyle mi yoksa böyle mi gibi soruların hiç birinin cevaplama ihtimali yoktur. Yani o, Apeiron’u bir belirsizlik olarak tasarlamış olamaz.

Aristoteles “Fizik” adlı eserinde ondan aktarıyor;

“Her zaman genç, diri, her zaman canlı ve ezeli-ebedi olarak hareketli olan apeiron’dan önce ayrılma veya kopma yoluyla sıcak ve soğuk çıkmıştır.”

Önce birbirine zıt olarak kabul ettiği sıcaklık ve soğukluk Apeiron’dan ayrılıyor. Daha sonra ıslak olan ve ardından da kuru olan toprak meydana geliyor. Toprak başta suyla kaplıdır ve güneşin suyu buharlaştırmasıyla toprak meydana çıkar. Suyun buharlaşması sonucu da hava meydana gelir.

Bir‘den iki ve ikiden büyük bir çokluk var oluyor. Çokluk değişip dönüşürken ‘Bir’ asla değişmiyor. Ezeli ve ebedi olan ‘Bir’ her zaman canlı ve diridir.

 

Anaksimandros’ta Evrim Düşüncesi

Anaksimandros’a göre hayat denizlerde veya suda başlamıştır; canlılar daha sonra karaya çıkmışlardır. Ona göre İnsan türünün ataları balıkların vücutlarında doğmuş ve yeterince olgunlaştıktan sonra karaya çıkmıştır. Bu olgunlaşma süreci zorunludur yoksa karada varlıklarını sürdüremezler. Bunlar onun fikirleri… Burada belli belirsiz bir evrim fikrini görebilmek mümkündür. Yaptığı gözlemler neticesinde böyle bir sonuca varmış olmalıdır.

Balık Adam Efsaneleri

Babilli rahip, astronom ve tarihçi olan Berossos Babil arşivlerinden derleyerek M.Ö 3. yüz yılda birkaç cilt tarih kitabı yazmıştır. Bu eserde Babillerin inançları ve efsaneler de yer almaktadır. Bu kitaplarda Oannes adında birisi yarı balık yarı insan şeklinde tasvir edilmiştir.

O, ilk kez Eritre denizinden çıktı. Güneş battığında geri denize döndü ve geceyi derinlerde geçirdi. Sonra, Oannes gibi başka hayvanlar denizden çıktı.

Oannes denizden çıkmış ve insanlar onu görmüş. Yarı balık yarı insan görüntüsü nedeniyle Berossos ondan canavar ve yaratık olarak bahsetmiş. Onda bir erkeğin ayağı, kolu ve kafası varmış ama yemek yemezmiş. İnsanlar gibi konuşabilen; yarı denizde yarı karada yaşayan bilinçli bir canlı türüymüş. İşler bu noktadan sonra daha da ilginçleşiyor. Bazen denizden tek başına değil de ona benzeyen 7 Apkallu ile birlikte çıkarmış. 7 rakamının her yerde karşımıza çıktığını fark etmişsinizdir. Yer altının 7 kapısı, 7 bekçisi, 7 bilgeler, cehennemin 7 kapısı vs. vs.

Oannes bu kendisine benzeyen 7 Apkallu’nun lideri konumundadır ve işleri bunlarla birlikte yürütür. Çivi yazılarında bunlara bilge denilmektedir. Bunlar doktorluk, büyücülük, taş ustalığı ve metal işleri ile uğraşırlarmış. Oannes ve dostları aydınlanma ve medenileşmeyi temsil eder. Hayvan gibi yaşayan insanların kaderi onunla değişir. Oannes insanları çeşitli konularda eğitmiştir. Onlara yazıyı, matematiği, tohum ekmeyi ve şehir kurmayı öğretmiştir. İnsanlara medeni hayatın gerektirdiği nerede ise her şeyi o öğretmiştir. Buradan var olan insanların anlama becerilerine sahip olduğunu anlıyoruz. Ortada bir öğreten ve öğrenen var ise benzer bilinç düzeyleri zorunlu olarak söz konusu olacaktır.

Bu eğitim süreci çok uzun sürmüş. Kimileri bu sürenin 1000 yıl olduğunu söylerler. Bu eğitim ve öğretim işi tufana kadar devam eder. Tufan da tanıdık geldi değil mi? Evet; mitolojilerde, efsanelerde ve dinlerde rastladığımız bir hadisedir. Kültürel etkileşim ile toplumlar arasında gezen bir efsane mi yoksa böyle bir tufan gerçekten oldu mu kesin bir şekilde bilemeyiz. Ancak Celal ŞENGÖR gibi hocalar büyük bir Karadeniz tufanından bahsederler. Bunun gerçek olduğunu ve bilimsel olarak ortaya konduğunu anlatırlar. Tufan teması Sümerlerde olduğu gibi Babil’de de vardır.

Bu yarı balık yarı insan bilgeler tufandan önce Shuruppak, Badtibira, Eridu, Larak ve Şippar gibi şehirleri inşa etmişler. Kraalların danışmanları da yine bunlardır. Ellerindeki kovalarda taşıdıkları bilinmeyen bir madde kozmik dengeyi sağlayan da yine bunlardır. Farklı coğrafyalarda ve kültürlerde de balık adam efsaneleri vardır ancak konumuz antik Yunan olduğu için konuyu uzatmayı yersiz görüyorum.

Anaksimandros bu efsanelerden etkilenmiş midir yoksa ortaya attığı ilkel evrim düşüncesini salt gözlemle mi geliştirmiştir bilemeyiz. Belki de her ikisinin sentezi ile ortaya atılmış bir fikirdi…

Kozmoloji

Evreni çevreleyen ateş kuşağı parçalanıp çatlayınca içine hava sızar. Yıldızlar da hava tarafından sarılmış ateş kütleleridir. Gök cisimlerinin ağız gibi açık olan kısımlarından dışarıya ateş çıkar. Gök yüzüne baktığımızda gördüğümüz şey ona göre budur. İlkel gibi görünen bu düşünce ile gök cisimlerinin modern açıklamaları arasında gerçekte çok fazla bir fark yoktur. O uzay boşluğunda bulunan şeyi hava olarak tarif ediyordu. Modern anlayışa göre, başlangıçtaki çok büyük enerji ortaya korkunç bir ısı çıkarmıştır. Gök cisimleri ancak bu ısının düşmesi ile oluşmaya başlamış. Aslında çok benzer şeyleri farklı bir biçimde ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Güneş ve ay tutulmalarını izah ediş şekli bazıları tarafından çocukça kabul edilebilir ancak bu doğru değildir. Tanrılara, efsanelere ve mitolojilere başvurmadan ortaya mekanik bir evren tasarımı koyması, çocukça olmaktan öte muhteşemdir. Ona göre hava bu ağızları tıkadığı zaman ortaya tutulmalar çıkmaktadır. Sıcak ve soğuk Aperion’dan ayrıldıktan sonra işler artık mekanik ve dinamik bir süreçle yürümektedir. Aristoteles’in muharriki evvel (ilk hareket ettirici) anlayışına da uygun olan bu düşünce hiç de yabana atılacak cinsten değildir. Aristoteles’e göre tanrı evrene ilk hareketi vermiştir ve bırakmıştır. İçinde gerekli maddeler ve ilkeler de mevcut olduğundan, evrende işler Tanrı olmadan da yürümektedir. Aristoteles’in başlangıç için ürettiği çözüm aslında mantıklıdır. Doğa filozofları mitolojiden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorlardı ve bu sebeple Tanrı kelimesini şu veya bu şekilde kullanmak istemiyorlardı. Onlar tanrı tanımaz değildi; ancak giriştikleri işte tanrı dışında ilkelerle evreni açıklamaya çalışıyorlardı. Bilimin doğuşu da bu sebeple Milet’te olmuştur. Her şeyin kökeni, her şeyin arkasındaki ilke, doğada olup bitenlerin yine doğa içindeki nedenleri ve benzeri konular artık onlar için özne konumundaydı.

Tanrı tasavvuru her insanda farklıdır. O kimileri için gökte oturan ak sakallı bir ihtiyardır. İslam’a göre onun kürsüsü vardır ve oraya oturup yerleşmektedir. Tevrat’ta bahçede saklanmış olan Ademi arayan somut bir tanrıdır. Doğa filozoflarının her şeyin kökenine bir tanrı yerleştirdikleri açıktır; ancak bu tanrı insan biçimli olmaktan çok uzaktır. Onu daha çok ilke veya ilkelerin de kökeni olarak ele alıp orada bırakmışlardır. Daha fazla geriye gitmek sonsuz nedensellik sorununa ve belirsizliğe sebep olacaktır. O halde bilinemeyecek olanla uğraşmak ve şeyleri açıklarken zaman kaybetmek gereksizdir. Tanrıyı bir akıl ve bir ilke olarak sezinliyorlardı ve böyle bir tanrı kimseye belirli ritüeller dayatmamıştı. Mitostan Logosa geçiş onlar için bile kolay olmadı. Üzerlerinde yerleşik inançların etkisi hiç mi yoktu? Toplumda yerleşik olan anlayışa rağmen bazı şeyleri ifade etmek belirli riskleri doğurur. Tanrı tanımazlıkla suçlanmak bunların en başında gelir.

Genesis

Şeyler, kavramlar ve sıfatlar var oldukları için suçludurlar. Büyük bir çekişmenin içinde form alan şeyler bunun bedelini hiç şüphesiz ki ödeyeceklerdir. Bu bedel nasıl ödenecektir peki? Formunu kaybedip başka şey veya şeylere yer açarak elbette. Bu yeni şeyler de formlarını kaybederek aynı cezayı çekeceklerdir. Bu anlayışta ne bir karamsarlık ne de sosyal bir yön vardır. Adaletle, hukukla vs. ile hiç bir ilgisi yoktur. İşaret ettiği şey apaçık Genesis‘tir. Genesis değişim, dönüşüm ve oluşum sürecini anlatan bir kelimedir. Şeyler form alır ve bu formlarını kaybettiklerinde aynı malzemeden başka şeyler form alır. Burada başka şeyler aramak en hafif tabirle ahmaklıktır.

Genesis süreci ister istemez başka şeylerin hakkına tecavüz etmeyi gerektirir. Bir şeyin ortaya çıkabilmesi için başka şey veya şeylerin form kaybetmesi lazımdır. Hakimiyet eski şeylerden yeni şeylere geçmektedir. Var olmak bu anlamda bir suçtur ve cezası da aynı cinsten olmak üzere yok olmaktır. Oluş ve bozuluş sürecinin arkasında hiç şüphe yok ki değişmez, ezeli, ebedi, canlı ve hareketli bir ilke vardır. O ilke Anaksimandros’a göre Apeiron’dur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Hayatı Bu bölümde Antik Yunan'da bilge ilan edilen İskitli (Türk) Anakharsis'i tanıyacağız. İskitler geniş bir coğrafyada 1000 yıl varlığını sürdürmüş…
Cresta Posts Box by CP