
Epistemoloji (bilgi felsefesi) doğru bilgi edinmek isteyenler için bir rehberdir. Doğru bilgi tek başına bilgelik sunmaz; doğru eylem de gereklidir. Bütün bunlara karşılık doğru bilgiyi edinmek, doğru düşünmek ve doğru eylemlerde bulunmak neden doğru olsun? Bilgelik yoluna çıkmış birisi önce doğru bilgi edinmeyi ve mantığı öğrenmelidir. Mantık bilmeyen felsefe yapamaz ve doğru bilgiye ulaşamaz. ‘Episteme‘ insanın önünde devamlı yanan bir kandildir; önemini kavrayan karanlıkta yürümek zorunda kalmaz.
Bilgi Felsefesi Nedir?
Kısaca; doğru bilgiye ulaşma yöntemidir. Bilginin tanımlanması ve elde ediliş yollarının ortaya konması bilgi felsefesinin konularıdır.
Epistemoloji Neden Önemlidir?
İnsan aklının karşısına gelen verileri benimsemek, reddetmek veya kayıtsız kalmak gibi 3 seçeneği vardır. Hangi bilgiyi reddetmek ve hangisini kabul etmek gerektiğini bize epistemoloji ve mantık öğretir. Bazı bilgilere herhangi bir önem atfetmeksizin sadece kayıtsız kalırız; bunları da epistemoloji sayesinde ayırt ederiz. Aristo’nun da dediği gibi bütün insanlar doğal olarak bilmek ister; üstelik de doğru olanı bilmek ister. Epistemoloji de bilmenin ve bilginin konusudur; karanlık yollarda yürümemizi sağlayan güçlü bir rehberdir.
İnsan nesneler ve kavramlarla ilgili bilgiye duyu organları, sinir sistemi ve beyin aracılığı ile ulaşır ve deneyimlediği nesne ve kavramlara kendince bir anlam yükler. Diğer insanlarla ortak anlam yüklediğimiz nesne ve kavramlar olduğu gibi, kendimize has; eşsiz anlamlar yüklediğimiz nesne ve kavramlar da vardır.
Masa kavramı insanın üzerinde uzlaştığı bir kavramdır. Masa dendiğinde her insan bununla neyin kast edildiğini bilir. Bir nesne veya kavram ile ilgili deneyimin dile dökülmüş halidir kelimeler.
“Deneyimle süreci; bilgi edinme sürecidir ve bu durum ölene kadar devam eder.”
Kedi dediğimizde kafamızda canlanan şey bir hayvan türüdür. Resmetmeye kalktığımızda zorlansak da; bir kediyi gördüğümüzde tanırız. Kelimeler ile tanımlamada zorlanmamıza karşılık bir kediyi anında tanımamız deneyim ile ilgilidir. Kedi ile ilgili yeterli bir görsel deneyime sahibiz. Daha az miktarda da işitmeye ve dokunmaya dayalı bir deneyime sahibiz. Kedi ev arkadaşı olan insanda tüm bu deneyimler daha fazla olduğundan; bilgi de daha fazladır.
Kedi besleyenlerde bunlara ilave olarak koku ile ilgili deneyimler mevcuttur. Bir kedi nasıl kokar diye insana sorduğumuzda bunu tanımlayacak ve karşı tarafa aktaracak kelimeleri bulamasa da; kendisi deneyimleri sebebi ile bir kedinin nasıl koktuğunu bilir. En azından kendi kedisinin veya kedilerinin nasıl koktuğunu bilir.
Duyu organları olmayan insan, dış dünya ile iletişim kuramaz; belki kendisinin farkında olabilir ama kendisi dışında bir nesne veya kavram hakkında hiç bir bilgisi olmaz.
Deneyimleri de tasnif etmek gerekir. Olağan deneyimler, iyi deneyimler ve kötü deneyimler en temel 3 ayrım olarak kabul edilebilir.
Olağan deneyimler: Bize bir nesne veya kavram hakkında bilgi verse de; duygusal olarak bir anlam yüklemediğimiz olağan deneyimler. Günlük hayatın rutini bu türden deneyimlerle doludur.
İyi deneyinler: Duygusal olarak olumlu anlam yüklediğimiz deneyimlerdir. İnsan aşık olduğunda ve sevdiği kişi ile buluştuğunda olumlu duygular hisseder. Sevgili ile buluşma bu anlamda olumlanır ve bu şekilde duygusal hafızaya kaydedilir.
Kötü deneyimler: Duygusal olarak olumsuz anlam yüklediğimiz deneyimlerdir. İşe geç kalan birinin müdürden azar işitmesi duygusal hafızaya olumsuz bir deneyim olarak kaydedilir. Sobayı elleyen çocuk olumsuz bir deneyim yaşar. Eylemi neticesinde acı duyduğu için nesne-eylem arasında bir ilişki kurar. Sobaya dokunduğunda artık acı duyacağını bilir ve bu davranıştan kaçınır.
Aynı anda hem nesne hem de acı duyma konusunda belirli bir düzeyde deneyim sahibi olur. Deneyiminde (bilgide) ileriye dönük bir sıçrama yapar.
Benzer her deneyim her insanda aynı imgeleme sebep olmaz. Deneyimler benzer olabilir ancak asla aynı olamaz.
Sadece benzer olabilen ve mutlak anlamda aynı olamayan deneyimler, her biri eşsiz olan insanda benzer çıktılara sebep olabilse de, bu çıktılar asla bire bir aynı olmaz.
Her bir insanın eşsizliğini, yaşadığı eşsiz deneyimler ve sahip olduğu bir anlamda eşsiz genler sağlamaktadır. Belki de bunların da ötesinde, her insanın eşsiz bir doğaya sahip olduğu iddia edilebilir. Artık dış görünüş ile bazı kişisel özellikleri ilişkilendirebiliyoruz.
Bilginin en temelde 3 elde edilme yöntemi vardır; birisi nakil diğeri tahkiktir. Buna ancak kişinin kendisinde meydana gelen fizyolojik olayları da eklemeliyiz. Baş ağrısı insanın kendinden meydana gelen bir bilgidir. Ne nakildir ne de başka bir kaynaktan gelen bilginin tahkikidir. Başımız ağrıdığında doktora gideriz ve o da bize bir ilaç yazar. Bu nakil ile elde ettiğimiz bilgidir. İlacı kullanır ve iyileşirsek artık buna tahkiki bilgi diyebiliriz.
Sezgiye dayalı bilgi ayrı bir başlıkta ele alınacak.
Bilimsel bilgi tahkikidir. Araştırmaya dayalı ve bir sonucun sebebini bulmaya yöneliktir. Sınanmış, gözlemlenmiş ve tutarlı bir sonuç elde edilmiştir. Sonucun olumlu veya olumsuz olması önemli değildir. Önemli olan sebep-sonuç ilişkisidir. Sonucun anlamlı olması önemlidir. Baş ağrısı olmayan birinde ilacı denemenin bir anlamı yoktur.
Nakil ile gelen bilgi hem doğru olabilir hem de yanlış. Her nereden gelirse gelsin; olduğu gibi kabul edildiğinde veya reddedildiğinde bu bilgi nakle dayalıdır ve bilen tarafından tahkik edilmemiş ise ne doğru ne de yanlıştır. Nakleden kaynağın güvenirliği ve uzmanlığı bile bu durumu değiştirmez. Devreye inanmak girer. Kaynak bize göre göreceli olarak güvenilir ise bu bilgi yine bize göre göreceli olarak doğrudur. Tam tersi için aynısı geçerlidir. Duyguların işin içine karıştığı bir bilgi türüdür. Bazı insanlar peygamberlere inanmış bazıları da reddetmiştir. Bilgi, bilene bir kaynaktan nakil yolu ile ulaşmıştır.
Baş ağrısının insanı rahatsız ettiği doğrudur. Bu bilginin kaynağı dışarıda değil içeridedir. Bu bilgi başkasına olduğu gibi aktarılamaz. Hiç baş ağrısı çekmemiş birine baş ağrısı anlatılamaz. Eğer baş ağrısı değil de başka bir yerde ağrı çekti ise daha anlatılabilir olur ancak yine de tam anlamı ile aktarılamaz. Bu bilgi türü de aslında bir anlamda tahkikidir. Baş ağrısı birini rahatsız etti ise bu kişi baş ağrısı hakkında bir kanaat geliştirir. Baş ağrısının sebebini ve tedavisini bulmak üzere harekete geçer. Sebebini bulma ve tedavi bir başkasını işidir. Bu kısmını biz tahkik edemeyiz. Buradan da tahkik eden kişiden nakil ile bize gelen bilgiye ulaşırız. Tedavi görüp iyileşme ise yine bilenin bilgisini tahkiki hale getirir. Son bilgi türünde, bilginin tahkiki olanından nakli olanına ve nakli olanından tahkiki olanına bir dönüşüm vardır. Bu bilgi artık hem nakli hem tahkikidir. Bilgi burada aynı anda iki hal üzeredir. Bilginin gelişi nakli ancak bilenin bu bilgi ile gerçekleştirdiği eylemler neticesinde artık tahkikidir.
Bilgide 3 bileşen vardır; bilginin kaynağı, bilginin kendisi ve bilgiyi bilen…
Özetle; kaynak, bilgi ve bilen diyebiliriz.
Kaynak: Bilginin meydana gelişi nakil ile olabilir; bu durumda kaynağın güvenirliği önem kazanır. Kaynağın ne kadar güvenilir olduğu konusunda bilenin ancak bir kanaati vardır. Bu kanaat bilenin ve kaynağın uzmanlığı veya kişisel özellikleri ile alakalıdır. Duyguların kesinlikle devrede olduğu bir haldir. Kaynak ve bilgi doğru olabileceği gibi olmayabilir de. Kaynağı tahkik etmek ve bilgiyi doğrulamak nerede ise imkansızdır. Kaynaktan bilene ulaşan bilgiyi doğrulamak nerede ise imkansızdır. Bütün bunlar bilginin doğruluğunu veya yanlışlığını kesin bir hükme bağlamaz.
Kaynak ve bilgi ile alakalı temel 4 halden bahsedebiliriz. Tam anlamıyla yanlış olmayan ve tam anlamıyla doğru olmayan bilgileri işin içine katarsak 6 hale ulaşırız.
Güvenilir olmayan bir kaynaktan doğru bir bilgi iletilebileceği gibi güvenilir olan bir kaynakta yanlış bilgi de iletilebilir. Yanlış kaynaktan yanlış bilgi ve doğru kaynaktan doğru bilgi de nakledilebilir.
Bilgi ne tam doğru ne tam yanlış olmayan bir hal üzere olabilir. Daha da yakından bakarsak, çoğu doğru azı yanlış bilgi de bulabiliriz. Tam tersi de mümkündür. Bir bilginin çoğu yanlış ve azı doğru olabilir.
Bilgiyi iradi ve gayr-ı iradi olarak 5 türlü değerlendiririz.
Bilgi bilene gelir ve bilen reddeder. Bilgi bilene gelir ve kabul eder. Bilgi bilene gelir, bilen şüphe eder ve imkanı da olduğu için tahkik eder. Bilgi bilene gelir ve şüphe eder ancak imkanı olmadı için tahkik edemez. Bilgi bilene gelir ve bilen şüphe eder ve imkanı olsa da olmasa da tahkik etme gereği duymaz.
Temelde bilen, nakli bilgi ile ilgili 3 haldedir;
Şüphe
Kabul
Ret
Bazı nakle dayalı bilgi türleri de tabiatı gereği nerede ise kesindir. Bilene bir başkasının ölümü herhangi bir kaynaktan bildirilse; bu kesin doğruya yakın bir bilgi türüdür. Bilen genellikle bu bilgiyi kabul eder. Bu noktada bilginin tabiatı nazarı dikkate alınmalıdır. Bazı sebepler bilgiyi kaynağına bakmaksızın doğru olmaya zorlar. Bilene eşi tarafından evde sular kesik denmesi de bu anlamda bir bilgidir. Bu bilgi kahir ekseriyetle doğrudur ancak küçük de olsa yanlış olma ihtimali vardır. Belirli bilgi türleri kaynağın gerçeği çarpıtmasına çok fazla olanak vermez. Sular kesik değil iken kesik demek alışılmış bir bilgi türü değildir. Evde ekmek yok; gelirken ekmek al diyen bir kadının kocası evde ekmek olmadığını ya da gereğinden az olduğunu genelde şüphe etmeden kabul eder. Bilemeyeceği ve hakkında şüpheye düşebileceği ise ekmeğin hiç olmaması veya çok az olması durumudur. Bunu da çoğu zaman tahkik etmez.
Bilgi ile bilenin etkilenmesi de farklı şekillerde ortaya çıkar. Temelde 4 halden bahsedebiliriz.
Bilgi bileni iradesi dışında çok etkilemez
Bilgi bileni iradesi dışında etkiler
Bilgi bileni kendi iradesi ile etkiler
Bilgi bileni kendi iradesi ile çok etkilemez
Bilene iletilen bilgi çok fazla bir değişikliğe neden olmayabilir. Bu tür bilgi, genelde doğrudan bilenle ilgili olmayan ve nazari olarak önemsiz denebilecek bilgi türüdür. Nazaridir çünkü bir başkasını veya başkalarını çok etkileyebilir. Bir bilginin bileni çok etkilememesi (duygu ve düşünce olarak bile) genellikle bilenin kaynağa olan yargısı ve bilginin türü ile ilgilidir. Bazı bilgi türlerı bilende bir cazibe meydana getirmez. İradesi dışında bu bilgiden az etkilenir. Her bilgi bileni az ya da çok etkiler. Dolayısı ile bileni hiç etkilemeyen bir bilgiden bahsetmek güçtür.
Bilgi bilenin duygularında, düşüncelerinde, eşya ile ilişkisinde, canlılar ile ilişkisinde ve davranışlarında iradesi dışında değişikliğe sebep olur. Fabrikası yanan bilen gayr-ı iradi olarak maddi ve manevi olarak etkilenir. Etkilenmeyi seçmemiştir ve sadece etkilenmiştir. Bir yakını ölen kişinin hayatında, düşüncelerinde, davranışlarında ve duygularında değişiklik meydana gelir. Bu bilgi bileni iradesi dışında etkilemektedir.
Bilgiyi belirli bir amaç için elde eden bilen, bu bilgiden iradesi ile etkilenmektedir. Mesleğini daha iyi yapabilmek için bilgisini arttıran bilenin refahı artar. Kendi iradesi ile elde ettiği bilgiden yine kendi iradesi ile etkilenmektedir. Bazen bilgiyi tam anlamıyla kendi iradesi ile elde etmez ancak yine de kendi iradesi ile etkilenir. Bir dost meclisine bilgisi haricinde katılan birinin bilene değerli bilgiler aktarması ve bilenin bu bilgileri kullanarak etkilenmesi buna bir örnektir.
Bilgi bilene ulaşır ancak bilen bu bilgiyi yadsır. Bilginin niteliği ile bilenin niteliği bu sonucu doğurur. Bir yerde satılık bir arazi bilgisi kendisine iletilen bilen bu araziyi almamayı tercih eder. Gücü yetmesin rağmen bu yatırımın yeterince karlı olmayacağını veya zarar edeceğini düşünerek kendi iradesi ile bilgiden etkilenmez. Araziyi almamıştır ve para harcamamıştır. Maddi durumu bilginin kendisine ulaşmasından sonra değişmemiştir. Daha önce satılık olduğunu bilmediği bir arazi hakkında artık bilgisi vardır. Tek değişen bu olmuştur. Dolayısı etkilenmiştir ancak çok etkilenmemiştir. Kendi iradesi ile ve iradesi dışında bilgiden az etkilenmiştir. Bilgiyi elde etmek için ortaya irade koymasa da yine de iradesi ile bilgiyi elde etmiştir zira dileseydi bilgiyi baştan reddedebilirdi.
Bilmememiz o şeyin var olmadığı anlamına gelmez. Çok uzak bir ülkede yetişen bir bitki yerel halk için sıradan bir bilgidir; bizim o bitkiyi bilmememiz o bitkinin yok olduğu anlamına gelmez.
Eşya hakkında sınırlı bilgilere sahibiz. Bu sınırlılık varlığımızı sürdürmeye yetecek ve yetilerimizin sınırlarını zorlamayacak bir sınırlılıktır. Sınırsız bilginin sınırlı olana sığması akla muhaldir. Bilenin bilgi kapasitesi sınırlıdır; ancak mevcut imkanlarla bilinebilir olan bilgiler birçok bilene emanet edilir ve kayda geçilir. Birbiri ile anlamlı bağları olan bilgiler farklı kaynaklar tarafından kayda geçirilir ve birleştirilip kullanılır. Böylece bilgi birçok bilenin kayıt etmesi sureti ile birikir, gelişir ve kullanılır. Bu bilgiler evrensel nitelik taşımakla birlikte kullananın niyetine göre tikele doğru rücu ederler.
Bir hekim çok iyi bir cerrah olmasına karşılık, otomobil tamiri konusunda hiç bir şey bilmeyebilir. Çeşitli bilgiler sınırlılıkları olan bilenler arasında paylaşılmıştır. Bu da yaratıcının çok miktarda ancak yine de sınırlı bilgiyi, sınırlılıkları olan bilenlere paylaştırmasıdır. Bilgi ve bilen sınırlandırılmıştır; ancak bilgi yine de oldukça çoktur. Bilenler, bilinebilir olan bilgiyi, paylaşarak ortaklaşa taşıyan birer kaptır. Her kapta her bileni olumlu veya olumsuz etkileyebilecek bilgiler vardır.
Hiç bir şey bilmediğini bildiğini ifade eden düşünür yanıldı. Biz bir şeyler biliyoruz. Bildiklerimiz bildirilen (arz edilen bilinebilir bilgi) ve sınırlılıklarımız ile bilebildiğimiz kadarı ile sınırlıdır. Var olmak ve türümüzü sürdürebilmek için yeterli bilgiye sahibiz.
“Bir şeyi çok iyi biliyorum; o da bilinebilir olanların bazılarını şimdi ve bazılarını da imkanlar oluşunca biliyorum.”
“Çok şey bildiğimizi iddia etmek, sırtı buğday tarlasına dönük bir körün avucundaki 10 buğday tanesini çok bilmesine benzer.”
Bilebileceklerimiz ile bildiklerimiz sınırlarımızdır. Bu sınırlar bilenin zihnini korumak için ve yetecek kadar bilgiyi mevcut sınırlılığı ile elde edebilmesi için üstün bir bilen tarafından belirlenmiştir.
Kullanabileceğinden fazla bilgi cehaleti doğurur. Üstün ve tek olan akıl insana kolaylık olsun diye böyle arzu etmiş. Bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında bir hiç hükmünde olabilir. Gereğinden fazla bilinebilir ancak işlenemeyen bilgi bir nevi cehaleti doğurur. Orta zekada birine her gün belirli bir süre fizik anlatmak, hayat ile bağların kopmasına sebep olur. Hem fiziği bilmez hem de kendi sınırlılığına (zekasına) uygun ve pratik çıktıları olan bilgilerden mahrum olur. Refahına ve saadetine etki etmeyen anlamsız bir eylemle zaman kaybetmiş olur. Sınırsız (mutlak) bilgi de biz sınırlılar için böyledir. Bu tek ve üstün aklın bize sağladığı bir kolaylıktır.
Atom bilgisi geçmişte kendinde olmayan insan imkanlar ortaya çıkınca atomu bildi ve kullandı. Atom biz bildiğimiz için var olmadı; biz zamanı gelince var olanı bildik. O hep vardı. Atomun var olduğunu iddia etmek bir zan üzere olmaktır ve bir bilgi değildir. Kanıtlamak atom kavramını bilgi haline getirir. Kullanmak ise bilgiyi pratiğe dönüştürür. Olumlu veya olumsuz bir çıktı veya çıktılar bileni etkiler.
Henüz bilmediğimiz bir şey için ne vardır diyebiliriz ne de yoktur diyebiliriz. Belki de hiç bir zaman bilemeyeceğimiz bir kavram için de yoktur yada vardır diyemeyiz. Bilmiyoruz diyebiliriz. Yaratıcının bizzat zatı için de bu böyledir. Biz mevcut sınırlığımız ile ancak zan üzeri olabiliriz veya susabiliriz. Eserden müellifin varlığına ulaşabiliriz ancak hakikati konusunda fikir sahibi olamayız. Yaratıcının eserine bakarak gücü ve bilgisi konusunda fikir sahibi olabiliriz ancak zatını idrak edemeyiz. Bildiklerimiz bilmediklerimizin karşında yok hükmünde ise; bildiklerimizin ve bilmediklerimizin toplamı da yüce yaratıcının yanında hiç hükmündedir.
Bizzat bilinebilir ve bilinemez olan şeylerin müellifi, bilen tarafından bilinemez. Zatı itibarı ile agnostik ve varlığı konusunda monteist olmamız gereken bir hal üzere olabiliriz. Bu akla uygun bir haldir. Bilenin yaratıcı hakkında tek diyebileceği şey, o vardır ve birdir; ancak zatı bana sırdır olabilir. Gerisi bilgiye dayalı olmayan ve zanna dayalı mantıksız bir söylem olur. Yoktur dese bilgide sınırsızlık iddia eder ki bu da mantığın temel ilkeleri ile örtüşmez. Yoktur diyebilmek için yokluğuna dair bir bilgiye sahip olmak gerekir.
“Bir şeyin yokluğuna dair bilgiye asla sahip olamayız.”
Yokluğu ispat etmek varlığı ispat etmenin zıddı değildir. Var olan şeyleri etkileri üzerinden kanıtlayabiliriz; ancak yok dediğimiz şeyleri bu yöntemle ispat edemeyiz. Biz bir şeye yok diyemeyiz; bilmiyoruz diyebiliriz. Zaten bir şeyden bahsediyorsak aslında var olandan bahsediyoruz demektir; yok olandan bahsedemeyiz. Göreceli olarak yok olan hakkında dahi bir fikrimiz yoktur. Uzak ülkelerde yetişen, hiç görmediğimiz ve hakkında nakil ile bize ulaşan bir bilgi olmayan bitki vardır. Bize, biz onu bilene kadar yoktur. Ama biz yine de o bitki hakkında yoktur diyemeyiz; bilmiyoruz diyebiliriz. O bitki hakkında bir şey de diyemeyiz aslında. Bizim var olarak görmediğimiz şeyler hakkında yoktur diyemeyiz. Varlık vardır; yokluk ise yoktur. Yok olan tek şey aslında yokluktur.
Bilginin bilende toplumun ve kendisinin lehinde meydana getirdiği değişiklikler bilgeliktir. Bilgelikte mutlak bir hedef yoktur; ancak yol vardır. Bilgiyi işleyip anlamlı çıktılar üreten bilen, toplumla ahenkli bir ilişki kurar. Bilgi ile bilgisizlik birbirinden ayrılmıştır.
“Bilgenin yokluğu hasrete sebep olur; cahilin yokluğu ise sevince.”
Bilginin bilen tarafından elde ediliş şekli ve mahiyeti niteliği açığa çıkarır. Haksız kazanç ile zengin olma bilgisine sahip birisi bilgisiz değildir. Toplumla ahenkli bir ilişki kuracak derecede bilgili değildir sadece. Bilgisi yetersiz ve sığdır. Bilgiye dair bilgisi ve talebi de yetersizdir. Bilgi ile bilenin ilişkisindeki nitelik fıtri de olabilir müktesep de olabilir. Her ikisi birden de olabilir ki bu en kötü haldir.
Bilene matematik, geometri, fizik, kimya ve vb. bilgilerden önce bilginin bizzat kendisinin öğretilmesi gereklidir. Bilginin etkisi, elde ediliş biçimleri ve niteliği bilene aktarılmaz ise eylemler mantık ilkelerine aykırı olduğundan olumlu sonuçlar meydana gelmeyecektir.
“Bilgiden önce bilginin sebebi, yöntemi, etkisi ve niteliği gelmelidir.”
“Bilgi nedir bilinmeden, bilme de bilinemez!”
Bilgi, bilgi edinende değişiklik meydana getiren mesajdır. Yine en temelinde 3 anlamda bilgi vardır.
Sınanabilir bilgi
Sınanması mümkün olmayan bilgi
Sınanmasına gerek olmadan doğru olan bilgi
Su kaynadı şeklinde bir mesaja muhatap olan bilen, suyun kaynayıp kaynamadığını gözlemleyerek sınayabilir.
Melek adlı varlıklar vardır dense; bu sınanamaz bilgi kapsamındadır.
Dedem çok yaşlandı şeklindeki bir mesaj ise sınamaya ihtiyaç olmadan doğru kabul edilen ve sahiden de doğru olan bir bilgi türüdür. Bu mesajın ardından dedeyi gözlemleyip bir hükme varma zorunluluğu yoktur.
Ancak! Bu bilgi aslında yine de devamlı gözleme dayalı bir türdür. Yaşlanma bir süreçtir ve bu süreci dede ile birlikte deneyimleyen torun aslında bir anlamda sürekli gözlem yapmaktadır.
“Sınanamaması bir bilginin doğru olmadığı anlamına gelmez.”
Schrödinger’in kedisi için ölüdür denebilir. Bir başkası da diridir diyebilir. Kedi mutlaka bu iki halden birisi üzere olmak zorundadır, ancak hangi hal üzere olduğunu sınamamız mümkün değilse, her iki bilgi de doğru kabul edilebilir.
Kedi canlıdır dediğinizde bu %50 olasılıkla doğrudur. Ölü olması konusunda da aynı olasılıkla doğru bir bilgiyi aktarıyorsunuzdur.
Ne ölüdür ne de diridir deme şansınız yoktur çünkü bir canlı ya ölüdür ya da diridir. %100 doğru bilgi ise bu örnekte, kedinin diri olup olmadığını kutuyu açmadan bilemeyeceğimizdir. Agnostik yaklaşımı, sınama mümkün olana kadar sürdürmek bu örnekte en doğru tutum olacaktır.
İnanç Ve Doksa
Teolojik tartışmalar da buna benzer aslında. Tanrı ya vardır ya da yoktur! Agnostik biz bunu sınayana kadar bilemeyiz der, ilahiyatçı ise bunun vasıtalı olarak sınanabileceğini ve sezgisel bilgi ile tanrının varlığına hükmedilebileceğini iddia eder.
Ateist tanrıyı kesin olarak reddeder. Aslında ateist ve teistin haklı çıkma ihtimalleri %50’dir; yani eşittir. Dolayısı ile bir tarafın diğer taraftan belirli bir anlamda üstünlüğü yoktur. Muhtemel 2 durumdan birini seçmek, insanı diğer seçenekte ısrar edenlere karşı üstün bir konuma koymaz.
Tanrı yoktur diyenler daha rasyonel olduklarını iddia ederler. Bu durumda sınanmamış ve sınanması mümkün olmayan bir konuda kesin bir hükme varmış olurlar. Biz sınanabilir bilgilerle ilgili bir kesinlikten söz edebiliyorduk… Tanrının yokluğunu kesin bir bilgiye dönüştürmek, bu durumda mümkün değildir. Ateist, iddiasını sınayıp kesin bir bilgiye dönüştürme imkanına sahip değildir. O halde ateizm de aslında, melekler vardır demek gibi bir şeydir, yani bir inançtır; aslında tanrının olmadığına inanıyorum demektir.
Teist aslında bu noktada daha şanslıdır. Birçok argümanla, dolaylı olarak tanrının varlığını sınama şansına sahiptir. Bir yerde duman varsa orada mutlaka ateş de vardır. Dumandan ateşe ulaşmak koşullu ve dolaylı bir bilgi türüdür. Duman var ise biz ateşi görmesek de bir hükme varabiliriz. Dumanın var olması dolaylı bir koşuldur.
Tencerede yemek gören aslında aşçının var olduğu hükmüne hiç zorlanmadan ulaşır. Bu bilgi türü de çok yüksek olasılıklı sınanmış bir bilgi türüdür. Düşük de olsa yemeğin bir takım tesadüfler sonucu kendiliğinden hazır hale gelmiş olma ihtimali vardır. Teist bu matematik açısından oldukça düşük olan ihtimale bahis oynamayan kişidir. Ateist ise; oldukça agresif bir oyun sergileyen bir kumarbaza daha yakındır.
Bir bilgi illa doğrudan deneyimleme ile sınanmaz. Doktor hastasının ağrılarını ve şikayetlerini deneyimlemez ama buna rağmen yaptığı incelemelerden sonra bir kanaate varır, teşhis koyar ve tedaviye başlar. Başkasında bulunan bir takım işaretlerden hastalığın bilgisine ulaşmaya çalışır. Hekimin deneyimlediği şey hastanın şikayetleri, çeşitli değerler ve görüntülerdir. Şikayetler kendisinde bizzat yoktur. Hekim şunu diyemez; senin şikayetlerin konusunda emin değilim çünkü bizzat deneyimleyemiyorum.
Hastalık bedende bir takım değişikliklere sebep olur. Bu değişiklikleri çeşitli yöntemlerle tespit etmeye çalışırız. Hastalığın var olduğunu çoğu zaman sadece dolaylı olarak belirli değerlerdeki değişimi tespit ederek ortaya koyabiliriz. Birisi hekime hastalığı bana göster dese; yapılabilecek tek şey, olması gerekenden düşük yada yüksek değerleri sunmaktır. Soruyu soran; bu değerlerle ikna olmayıp, hastalığın kendisine bir nesne veya canlı şeklinde sunulmasını talep etse; hakkında ahmak olduğuna dair hükme varılır.
Kesin Bilgi Mümkün Mü?
Bildiğimizi Sandığımız Şeyleri Gerçekten Biliyor Muyuz?
Masa nedir diye bir soru sorulsa; nasıl cevap verirsiniz?
Üzerinde yemek yenen, belirli sayıda ayaktan oluşan ve bu ayakların üzerinde nesneleri tutabilen katı bir yüzeye sahip bir nesnedir.
Bu tanımı örnek olsun diye verdim. Var sayalım ki biz masayı ve diğer nesneleri bu gezegenden olmayan birine anlatmaya çalışıyoruz.
Yemek mutfak tezgahında veya bir sehpa üzerinde yenemez mi? Mutfak tezgahı veya sehpa da ayaklara sahip olabilir. Nesneleri tutan raf gibi pek çok farklı farklı nesne de mevcuttur. O halde masanın farkı nedir?
Üzerinde sadece yemek yenmesi farkı belirler derseniz; birisi de toplantı masalarını öne sürebilir. Koltuğun da ayakları vardır ve koltuk da nesneleri tutabilir. Masa nedir o zaman?
4 ayağı olan bir filin sırtında da nesneler bulunabilir; o halde fil de bir anlamda masa mıdır?
Basit bir masayı kelimelerin gücünü kullanarak tanımlamakta zorlanıyoruz. imgelem gücümüzü bir kenarda bırakırsak aslında belki de tanımlayama durumu ile karşı karşıya kalabiliriz. İmgelem tecrübelerden sıfırdan mı meydana gelmektedir yoksa dış dünya ile temas neticesinde bilginin (imgelemin) hatırlanması mıdır?
Birisine görüntü olarak defalarca göstermeden ve kullanımını deneyimletmeden sırf kelimelerle basit bir masa hakkında yeterli bilgi karşı tarafa aktarılabilir mi?
Masa nedir? Kelimelerle, yani karşımızda duranın masa ile ilgili deneyimlere sahip olmaması durumunda bir masa hakkında bilgi aktarılabilir mi?
Masa demirdendir dense; bir diğeri de tahtadandır diyebilir. Bir başkası da plastik masalar da vardır diyebilir.
Bir başkası da cam masalardan dem vurur. Daha fazla masa deneyimine sahip birisi de hem camdan hem tahtadan masaların da var olduğunu söyler.
Bu sefer de demir, cam, tahta, plastik vb. malzemelerin mahiyetini anlatmak gereği doğar. Demir nedir, tahta nedir, cam nedir vs. vs.
Masaların farklı nitelikleri de vardır. Siyah masa masadır da mavi masa masa değil midir. Bir masa 4 ayaklı olabileceği gibi 2 ayaklı olabilir. Renk, malzeme ve ayak sayısı masanın ayırıcı özellikleri olabilir mi? Masanın ayırıcı özelliği şeklidir derseniz; birileri farklı şekillere sahip masalardan bahsedebilir. Bütün bunlara rağmen biz masanın ne olduğunu bilmez miyiz? Masa deyince tüm dünyadaki insanlar ortak bir anlam yükledikleri nesneyi kast etmez mi?
Bu nasıl mümkün olabilir? Kelimelerle tanımlayamadığımız bir nesne hakkında nerdeyse kesine yakın bir bilgiye sahibiz. Birisi size masadaki tabağı mutfağa getirebilir misin dese; siz gerçekten de doğal olarak masadaki tabağı mutfağa götürürsünüz.
Nerdeyse kelimesini dikkat etmek gerekir. Masa atomlardan meydana gelir. Masayı meydana getiren atomlar statik değil dinamiktir. Dinamik atomlar nasıl olur da göreceli olarak statik bir nesne meydana getirebilir? Hareket eden milyarlarca, trilyonlarca atom yine hareket eden astronomik sayıda atoma sahip nesnelerin daha aşağı bir yüksekliğe düşmesine engel olur. Yer çekimi görevini kendi üzerine alır ve nesneleri tutar.
Farklı atomlar farklı dizilimlerle farklı nesneleri meydana getirir. Bu nesneleri canlı ve cansız olarak tasnif ederiz. Masa cansız bir nesne diyebiliriz. Eğer atomları gözle görebilseydik masanın birçok hareketli küçük parçacıktan oluştuğunu deneyimleyecektik. Atomların tahtayı ve dolayısı ise masayı gözümüzün önüne koyması ancak arkasındaki bir kanun ile mümkündür. Biz buna tüm dünyada ittifak ile tabiat yasaları diyoruz. Aslında tabiattaki yasalar daha doğru bir ifade olurdu. Bunu da tartışacağız.
Zayıf bilgiler rivayete dayalı olanlardır. Nakil ile bize ulaşan ve sübjektif olma ihtimali yüksek olan tarihi bilgiler zayıf bilgilerdir. Tarihçinin güvenirliğini sınayamadığımıza göre, verdiği bilgileri de eğer ki belge yoksa sınayamayız. Bu anlamda tarih aslında belgelerden ve arkeolojik buluntulardan ibarettir. İşin içine bu belgeleri ve buluntuları yorumlayan birinin sübjektif yargıları karışabileceğinden, kesin bir bilgiden yine de söz etmek mümkün değildir.
Kesin bir bilgiden herhangi bir olgu yada olay hakkında söz etmek mümkün müdür; bu da tartışmalıdır. Bütün insanlar ölür bir yargıdır. Peki aslında hiç ölmemiş ve ölmeyecek birisi aramızda yaşıyor ve biz bunu bilmiyorsak konuya nasıl yaklaşmalıyız? Bu mümkün müdür; mümkündür, ancak olağan akışa aykırıdır. Demek ki hadiselerde olağan akış dediğimiz kabul görmüş yasalar vardır. Bu yasalara itiraz edip dışına çıkmak mümkün müdür?
Yasayı biz koymadı isek; mümkün değildir. Yasa yapıcı değilseniz; yasa ile sınırlı olansınız demektir bu. Yasa konusunda muhtemel 2 hal vardır.
1- Yasayı koyan bir üst akıl vardır
2- Kendiliğinden oluşan yasalar vardır
Yani %50 ihtimal ile bu yasalar bir üst akıl tarafından konulmuştur ve %50 ihtimal ile kendiliğinden bir tesadüf sonucu ortaya çıkmışlardır.
Fakat bu iki birbirine eşit gibi görünen ihtimaller ile ilgili üzerinde durulması gereken önemli bir konu vardır. Yasaların kendiliğinden ortaya çıkabilmesi için matematikte astronomik düzeyde küçük kabul edilen tesadüfi bir olasılığa ihtiyacınız vardır. Çok şanslı bir tesadüf sonucu işler yolunda gitse bile bu sefer de kaynağı belirsiz maddelere ihtiyacınız vardır.
Yani temelde sadece iki ihtimal olsa da 1. ihtimal diğer ihtimalden daha çok daha güçlüdür. Maddeler ve kanunlar belirsiz bir başlangıç noktasından tesadüf eseri olarak nesnelere ve kanunlara sebep olmuştur. Bu daha bilimsel kabul edilen açıklama, aslında daha masalımsı olanıdır. İşi bir üst akla havale etmek ve anlayamadığımız bir ilk sebebe dayandırmak daha muhaldir.
Burada başka bir tartışma karşımıza çıkar. Olayların arkasındaki Tanrı neden illa ki bir tane olsun? Belki de birden çok tanrı vardır… Tarihte birçok millet birden çok tanrı tasavvur etmiştir. Tasavvur ettikleri bu tanrıların hikayelerini mitolojiden biliyoruz. Kendi aralarındaki çatışmaları, insanlarla olan ilişkilerini ve başka türden olanlarla ilişkilerini görüyoruz.
Aslında bu çok tanrılı sistemlerde işin en nihayet bir baş tanrıya bağlandığını da görüyoruz. Aslında en temelinde tabiattaki yasaların çatışmaması, yani birbirini mümkün kılması tek tanrı fikrini pekiştirmiştir. Dış görünüşte çatışma gibi algılanabilecek olaylar aslında yine kanunların izin vermesiyledir. Yani mükemmel kusur dediğimiz kavram gündeme gelmektedir. İnsan tabiattaki yasalar izin verdiği için hasta olabilir. Bir patlama veya deprem de yasaların izin vermesi ile mümkün olabilir.
Politeizmin çok da fazla rağbet görmemesi tabiattaki kanunların sürekliliğinden ve tutarlılığından kaynaklanmaktadır. Birden fazla tanrının var olma ihtimali tek bir tanrı ihtimalinden çok daha düşüktür. Daha akla yakın ve mantıklı olan tek bir ilk sebeptir. Belki de ilk sebep bile değildir… Belki de aslında tüm sonuçların sebebidir. Bu ilk sebep meselesi de bildiğini düşündüğümüz ama aslında tam anlamıyla kavrayamadığımız meselelerden birisidir.
Bildiklerimizi sandığımız şeyleri aslında bilmiyor olabiliriz. Bildiğimiz şeyler de çok sınırlı olabilir. Bir atom kümesi hareket ederken yani başka bir atom kümesinin yerine geçerken aslında bir atom kümesi zorla yer değiştirmektedir. Bu yer değiştirme, atomların dışındaki bir boşluk sayesinde mi mümkün olmaktadır? Hareket boşluk adını verdiğimiz ve belki de aslında boşluk olmayan bir kanunla mı mümkün olmaktadır.
Masaya dönelim… Evin hanımı masanın yerinden rahatsız olsun. Masayı başka yere taşımak üzere karar alındı. Ama masanın taşınacağı yerde atomlar var ve hatta taşıyacağımız mesafede masanın hacmi kadar atomu rahatsız etmemiz gerekecektir. Tüm bu atomlar masa yerine ulaşana kadar yer değiştirmek zorunda kalacaktır.
Başka bir açıdan daha bakalım;
İdealar Ve Bilgi
Güzel neden güzeldir? 99 çirkinin yanındaki 1 güzel 100 kişi tarafından güzel kabul edilecektir; ancak 100 güzelin arasından seçen 100 kişi farklı tercihlerde bulunacaktır. Bir durumda daha az göreceli olan güzellik, diğer bir durumda görecelilik meydana getirir. En nihayetinde 99 çirkinin ve 1 güzelin olduğu gruptan 2-3 kişi bile güzel olanı değil; diğerleri arasından seçse ortaya bir görecelilik çıkar. Tercihte bulunanların bu seçimlerinde mutlak dürüst olup olmadığını sınamak mümkün değildir; ancak çalışma 100 kere farklı deneklerle tekrar edilerek göreceliliğin oldukça düşük olduğu ve hatta belki de hiç olmadığı anlaşılacaktır.
Güzellikle ilgili algının deneyimle birlikte mi geliştiği yoksa bir idea olarak mı var olduğu tartışılagelmiştir. Mutlak görecelilik ve şüphecilik birçok kavramı-nesneyi temellendirirken sorun oluşturduğundan, ortaya farklı düşünceler atılmıştır. Platon’a göre erdem, ahlak, bilgi ve güzellik gibi kavramları idealar olmadan temellendirmek mümkün değildir. İdealar nesnelerin ve kavramların başka bir boyuttaki kavramsal temelidir. Değişmez, parçalanmaz ve yok olmaz idealar fenomenlerin ortaya çıkmasında ön koşuldur. İdealar fenomenler olmadan da vardır; ancak fenomenler idealar olmadan ortaya çıkamaz.
Güzellik konusuna dönüp incelemeye devam edelim. Laboratuvar koşullarında yetiştirilmiş bir insan hiç kadın deneyimlemese ve cinsel olgunluğa eriştiğinde karşısına bize göre güzel kabul edilemeyen bir kadın çıkarılsa; bu kadının güzelliği ile ilgili bir yargıya varabilir mi? Deneyimi tamamen yok saydığımız bu durumda insanda güzellikle ilgili algı var olur mu? Deneyi daha da ilerletelim… Genel olarak güzel kabul edilen bir ikinci kadın diğer kadının yanına gelse ve denek her iki kadını da deneyimlese; bu durumda bize göre güzel olan kadını diğer kadına tercih eder mi? Birini olumlayıp diğerini yadsır mı?
Nesne ve kavramların ideaları var demek; bir anlamda sabit ve değişmez hakikatler var demektir. Oysa hiç bir hakikat (idea) tanrı nezdinde zorunlu olamaz. Bir nesne veya kavramın bilgisinin (tanrısal tezahür) mümkün olanların meydana gelmesi ve değişim ve dönüşüme uğraması mümkündür. Ne idea mutlaktır ne de fenomen; zorunlu olarak var olan yalnızca tanrıdır. Nesne ve kavramla beraber ortaya çıkan ideanın ancak ve ancak tanrının sonsuz tezahürlerine atıf yapma işlevi vardır. Mümkün olanın varlık durumu ortaya çıkarken; idea ve nesne-kavram birlikte tezahür ederler.
İdealar varlık anlamında kadim değildir; belki bilgi olarak kadimdir. Kadim olanın kadim olmak ve ilk neden olmak dışında bir zorunluluğu yoktur. Mümkün olanları açığa da çıkarabilir; çıkarmaya da bilir. İdea sadece mümkün olanı ifade eder. Televizyonun ideası nedir? Hangi kategorideki bir ideadır? Televizyonun bir ideası olabilir mi? Televizyonun algılanması ve kavramsal ortaya çıkması hangi ideaya karşılık gelebilir.
Algı Bilgi İlişkisi
Karın yağması bir bilgidir. Yollar kapanmış ve okullar tatil edilmişse bu öğrenci için bir fırsattır. Kardan adam yapıp arkadaşları ile kar topu oynayabilir. Keyif dolu bir gün geçirdiği için kar yağışını olumlar.
Para ihtiyacı olan birinin yolların kapanmasından dolayı tapu dairesindeki işini ertelemek zorunda kalması kar yağışı ile ilgili bambaşka bir algıya neden olur.
“Aynı (kast edilen bilginin özdeşliği değildir) bilgiler farklı koşullara sahip kişilerde farklı algılara sebep olur.”
Algılar görecelidir. Algıların ölçüsü insandır.
Ateşe dokunmak herkeste acıya sebep olur. Bazı bilgi türlerinin sebep olduğu algılar ise ortaktır.
Bazı bilgi türleri ortak bir algıya sebep olurken diğerleri farklı algılara sebep olur.
“Bir şeyin ölçüsünü doğa ve insan birlikte oluşturur.”
Sokrates’e ve Platona ve hatta Aristo’ya bunları tartışmaları için yol verenler Protagoras gibilerdir. Verdikleri eğitime karşılık para almaları bu gerçeği değiştirmez.
Değişmez doğruları doğa-insan ilişkilerinin tamamına mâl etmeye çalışmak en hafif tabir ile cehalettir. Ahmaklık demek isteyenlere de sözüm olmaz.
Düşüncenin önünü açan Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Herakleitos ve Ksephones gibiler (öncüller) Sokrates gibilerin (ardıllar) daha ileriye doğru adım atmalarını sağlamışlardır. Öncül ardıl ilişkisi devam edip giden bir süreçtir.
“Bilinci olmayan bir nesnenin (enerji formunun) özne olabilmesi için bilinci olan bir özneye ihtiyacı vardır.”
“Her ne kadar var olmaya devam etse de gözlemlenmeyen bir nesne yada kanun özne olamaz ve bu anlamda anlam kazanamaz.”
Mutlak göreleliğe göre adalet sistemleri inşa edilemez. Hukuk üzerinde uzlaşılan kavramlar üzerinden uzlaşanlar adına yargılama yapar. Uzlaşının da mutlak anlamda doğru olduğu söylenemez. Bunlar uzlaşı üzerinden temellendirilen doğrulardır. Uzlaşı ise kültür üzerinden temellendirilir.
Felsefenin bilimi doğurması ile beraber mutlak doğru olarak kabul ettiğimiz bilgilerin de değişebildiğini gördük. Zaman ve mekanın göreliliği gibi kuramlar birçok düşünceyi derinden sarstı. Zaman ilerledikçe teknolojide meydana gelen değişikliklerle birlikte ahlak algısı da değişti.
Nesne Kendini İfşa Eder
Nesne kendini ifşa eder. Hacmi, şekli, rengi, ağırlığı ve diğer ayırt edici özellikleri ile birlikte kendini ifşa eder. Tamam ama bunu neden yapar? Bilinçsiz nesne kendini kendi isteği ile ifşa etmez; edemez. Onu olduğu şey yapan da kendisi değildir. O halde o ne kendi isteği ile olduğu şey olmuştur ne de kendi isteği ile kendini ifşa etmektedir. Bunun yanı sıra bilindiğini de bilmez… Bilindiğini bilmediği için bileni de bilmez; bakarsanız kelimenin tam anlamıyla hiç bir şey bilmez.
Nesneyi bilen, ondan etkilenen ve onu etkileyen biziz. Nesneden, başka nesne de etkilenebilir ama başka nesne onu bilemez. Bu bizim ayırt edici özelliklerimizden birisidir. Nesneyi bilmek demek ne demektir?
Taşı bilmeyi inceleyelim.
1- Taş cansız bir nesnedir.
2- Taşın ağırlık, kütle, şekil ve renk gibi nitelikleri vardır.
3- Taş sert bir şeydir
4- Taş kırılıp parçalara ayrılabilen bir şeydir.
5- Taş çeşitli yerlerde ve işlerde kullanıldığında faydalıdır ancak zararlı olabildiği durumlar da vardır.
6- Taş doğada öylece vardır.
7- Taş konuşmak ve düşünmek gibi insana has niteliklere sahip değildir.
8- Taş ancak dış etkilere bağlı olarak bir noktadan diğerine hareket eder.
9- Atomları faal olduğundan diğer her şeyde olduğu gibi iç hareketi devam eder.
Bütün bu nitelikler bir kemikte de vardır; o halde kemikle taş aynı şeydir dememizi engelleyen deneyimdir.