Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Cemil Sena İsmail Çağal’ın Eleştiri Mektubuna Cevap Veriyor

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

cemil sena

Cemil SENA ile sizi daha sonra tanıştıracağım. Aranızda bilenler vardır mutlaka; meşhur filozoflar ansiklopedisinin yazarı… Cemil SENA ‘Hazreti Muhammed’in Felsefesi’ adlı bir eseri kaleme alır ve bu eser yüzünden tehditlere ve hakaretlere maruz kalır. İsmail ÇAĞAL bu eseri uzunca bir mektupla eleştirir ve Cemil SENA’DAN gelecek cevabı bekler. Mektup eline ulaşınca da kendi mektubu ile Cemil SENA’nın cevap mektubunu birleştirir ve kitap haline getirir. Tarihe geçecek cevabı alıntılayarak olduğu gibi veriyorum.

Cemil SENA’nın Mektubu

Pek muhterem efendim,

Naçiz kitabım hakkındaki mufassal tenkitnamenizi hürmet ve muhabbetle aldım. Yorucu ve önemli işleriniz arasında, böyle pek çok kusuru olan bir kitabı yüksek bir iman gayretiyle okumuş ve uzun zamanlar harcamış olmanız, beni cidden sevindirdi. Umumiyetle muharrirler, eserlerinde neleri bildiklerini anlatmaktan ziyade, farkında olarak veya olmıyarak neleri bilmediklerini ilân ve itiraf ederler. Benim durumum da böyledir. Hatâlarımı tabiî karşılamanızı rica ederim.

Evvelâ âciz şahsım hakkında bir iki satır yazmama izin vermenizi dilerim. Biri Fransa’da olmak üzere üç fakülteden mezunum. Arapça ve Farscayı ailemden ve aldığım kültürün icabatından olmak üzere epeyce öğrendim. Batı dillerinden dördünü, mesleğime dair eserleri okuyacak kadar öğrenmeye çalışmış bulunuyorum. Fastan başlayarak Karaşi’ye kadar bütün İslâm memleketlerini, bilhassa Suriye, Irak ve Hicaz havalisini türlü vesilelerle, ayrıca askerlik ve çocukluk devrelerimde gezip, aralarında yaşamış bulunuyorum. Yurdumuzda İzmirli İsmail Hakkı, Sahih-i Buhârî’nin ilk iki cildini Türkçeleştirmiş olan Ahmed Naim Hoca, Mehmet Ali Ayni, Ferit Kam, Şemsettin Günaltay, Baltacıoğlu İsmail Hakkı, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Celâl hoca.. gibi her zaman için dini bilgileri kuvvetli olan zevat, hem hocam, hem de arkadaşım oldular. Rahmetli Ömer Rıza Doğrul, Hilmi Ziya Ülken de yakın dostlarımdırlar. Ayrıca imparatorluk zamanında Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye medreselerinin tanınmış üstadlarından birkaç kişiden de feyz almaya çalıştım. Çok dindar bir ana babanın oğluyum. Hazret-i Mevlânâ’nın baba annem tarafından son evlâtlarındanım. Çocukluğum Konya ve Halep Mevlevihanelerinde geçti ve bugün seksen yaşına yaklaşmış bulunuyorum. Bütün bu şartlar içinde ibadet ve tâatta kusur etmeme rağmen dinî duygularımın sarsılmamasına dikkat etmekteyim.

Pek iyi bildiğiniz gibi, Batıda XVIII ci yüz yıla ve hattâ daha sonralarına kadar ve bizde Tanzimat hareketlerinden beri iki zihniyet mücadele hâlindedir: Biri, iskolastik ve medrese zihniyetidir ki, buna göre dogmatik inançlardan üstün bir hakikat yoktur veya kabul edebildikleri her çeşit hakikatler, kutsal inançlara irca edilebilir. Zira bu zihniyete göre, kutsal kitaplarda mündemiç olmayan hiç bir hakikat yoktur. Bu anlayış da akıl, imanın emri altındadır. İkincisi lâik ve pozitif zihniyettir ki, bu evvelâ düşünüp sonra iman etmeyi, hattâ iman konularını medeni ve bilimsel konulardan uzak tutmayı tercih eder; aklın ve deneyin hürriyetine ve bu sayede elde edilen hakikatlere önem verir. Bu itibarla birincisi daha ziyade İlâhiyat, ikincisi müsbet ilim ve felsefe ile uğraşır. Çağdaş medeniyet, bu ikinci zihniyet ve metotla, yıldırım sür’atiyle ilerlemektedir ve bütün ilerlemiş ulusların bu zihniyete bağlı oldukları tefsir ve te’vil götüremez bir hakikattır. Öyle anlıyorum ki, medeni kurumlarını, kanunları ve devlet şekillerini şeritlerinin tanrısal kanunlarına istinad ettirmek istiyen uluslar için, ileri uluslar arasında varlıklarını, ulusal şeref ve güçlerini devam ettirebilmelerine imkân yoktur. Bu kanaatım, dinî inançları küçümsemek gibi âdi bir duygunun mahsulü değildir. Şahsen hiçbir ulusun, hattâ hiç bir ferdin dinsiz yaşamasını tecviz etmem. Ve esasen buna hiç kimsenin de gücü yetmez. Fakat insanlığın gidişi dinin ferdi vicdanlarda Tanrı ile kul arasındaki manevi rabıtaların âdâb ve merasiminden ileri gitmemesi gerektiğini göstermekte olduğu gibi, dine karşı en büyük saygısızlık da, başkalarının imanından şüphe etmek olduğu kadar da, dinî doğmaları, dünyevi ve medeni işlerin temeli hâline getirme gayretindeki lâübalilikte saklıdır.

Şahsan herkesin fikir ve kanaatine derinden saygı duyan bir faniyim. Eserim, binbir teknik ve fikri kusurlarına rağmen, bütün düşünen, inanan ve bilen kimselerin müsamaha ile karşılayacaklarını ümid etmiş bulunuyorum. Yüzden fazla iltifat, tenkid mektubu aldım. Bazı muhafazakâr gazeteler de aleyhimde yazdılar. Hiç tanımadığım kimseler telefonla tehdit ve tahkir ettiler. «Dinin gerçek hikmetini anlamamış olanların ibadetlerini bile, bostan dolabı çeviren bir hayvandan» farksız görmüş olan peygamberlerimizin, filozofların deyimiyle kimseden bir kömürcü imanı beklemediği için, kendimi taassubun her şeklinden korumaya çalışmaktayım.

Zât-ı âliniz de pek iyi takdir buyurursunuz, dinin mahiyetini gerçekten ilmî bir metodla incelemek istiyenlerin ilâhiyat, tefsir ve hadis ilimlerinden başka dinler tarihini, din sosyoloji ve psikolojinisini, din felsefesin, hattâ Etnoğrafya, umumi sosyoloj bilimler ve medeniyetler tarihini ve bir müslüman olarak da islâm tarihini, hislerinden ve peşin yargılardan kurtularak incelemeleri lâzımdır. Ayrıca müsbet ilimler hakkında da gereken bilgileri elde etmesine ihtiyaç vardır. Bunların hepisinden üstün olarak da taassubun ve hattâ imanın her çeşit sabit fikirlerinden ve mistik zevklerden kendisini hiç olmazsa muvakkaten tecrid edebilmesi gerekri. Ve bir kaç dil bilmesi de zaruridir. İslâm Ansiklopedisine dikkat buyurulursa, dinimizi ilgiliyen en önemli konuları ecnebiler, arzettiğim metod ve meziyetlerle yazmışlardır. Bir zamanlar kendi üniversitemizde Arapçayı bir Alman okutmuştu. Diğer İslâm âlemine gelince oralarda bugün bile halkın içinde bulunduğu maddî, manevî sefalet, dini duygulara karşı olan lâübalilik ibret ve dikkatle üzerinde durulacak ve düşünülecek konulardan olduğu içindir ki, onlar da lâik ve medeni sistemi benimsemek için olabildiği kadar çalışmaktadırlar. Bendeniz dinin milli birliği yaratmakta hiç bir rolü olmadığına kaniim. Zira dinlerin kendileri ümmetcidirler ve din kardeşliği hayâlinin nasıl bir vâhime olduğuna bütün İslâm ve Osmanlı tarihleri ile bugünkü İslâm âleminin poletik durumu da şahittir. Dini duygularla medenî ihtiyaçları mistik inançlarla uzlaştırmaya çalışmak, yürüyen ve ilerliyen dünya zaruretlerini mistik hayatın dar ve statik kaidelerine bağlamak beyhude bir gayrettir, milletimizi olduğu kadar da İslâm âlemini büyük dünya milletlerinin medeni silindirleri altında ezme ve yok etmeye yardım etmektir. Maruzatım yalnız kişisel kanâatım değil, insanlığın ulaşmak istediği gaye ve izlediği ideallerin ilhamıdır. Belki ben ve benim gibi düşünenler aldanmaktadırlar. Fakat denenmiş ve devrini bitirmiş olan sistemlerin tekrar diriltilmesinde, sosyal ve politik bir fayda yoktur. Bu, dinleri küçümsemek değil, onları gerçek vazifelerine dâvet etmek, daha saygıya layık bir hale getirmek demektir. Aksi halde Orta Çağ karanlıklarına düşmek ve nihayet halkı dünyadan ziyade âhirete bağlamak ve sefalet içinde bırakmak demektir.

Naçiz kitabım, tashihini bile şahsan yapamayacak kadar hasta olduğum bir zamanda basıldı. Onu halk için değil, aydınlar için yazmıştım. İki cild olacaktı. Basılan, Müslümanlığın felsefesine giriş adını taşıyacak, ikincisi Müslümanlığın felsefesi olacaktı. Yaşımın ilerlemiş ve sağlık durumumun bozulmuş olması yüzünden ikinci cild için gereken fikrî ve ilmî malzemenin hepsini toplayıp bitiremedim. Üstelik üç cildi basılmış olan büyük Filozoflar Ansiklopedisi adlı eserimin son dördüncü cildini bastırmak için uğraşıp durmaktayım. Gönlüm size, bana yazmak lûtfunda bulunduğunuz tenkitnameye gerektiği kadar mufassal bir cevap vermeyi isterdi. Buna imkân bulamadığım için üzgünüm. Fikirlerinizden faydalanmış bulunuyorum. Onlardan bilgi ve düşüncelerime uygun olanlar ve olmayanlar vardır. Bunların hepisi insanın, bir formasyonu, kişisel zevk ve inançları meselesi oldukları için, saygıya lâyıktırlar. Kendi kitabımın da pek çok kusuru vardır. O, benim şahsi ıztıraplarımın, fikri buhranlarımın bir eseridir. Bunu sizin de hoş göreceğinize inanıyorum.

Hakkımdaki hayır dualarınıza da ayrıca teşekkür ederim. Yüce Tanrı dilediğini hidayete, dilediğini dalâlete sevk ettiğine göre, eğer bu talihsiz kulunu dalâlete sevk etmeyi murad etmisşe, ruz-i mahşerde, kendi dileğine uygun bir günahkâr olarak huzuruna çıkmaktan ayrıca bir haz duyacağım. Zira benim Tanrı’m, naçiz kullarını cezalandırmayacak kadar âlicenap, kerîm ve gafûrdur.

Beni hatırlamak lûtfunda bulunan felsefe öğretmeni meslektaşıma lütfen sevgilerimi söyleyiniz. Hürmet ve muhabbetle gözlerinizden öper, mektubunuz dolayısıyle tekrar teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Bir başka meşhur sofist de Gorgias'tır. Bu yazıda Gorgias kimdir sorusuna yanıt aramaya çalışacağız. Hayatı, felsefesi ve sözleri hakkında kaynak…
Cresta Posts Box by CP