Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Elealı Zenon Kimdir? Hayatı, Felsefesi Ve Paradoksları

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

elealı zenon

Meşhur paradoksların sahibi ve Parmenides’in öğrencisi Elealı Zenon’un hayatı hakkında çok fazla şey bilmiyoruz. Zenon’un babasının adının Teleutagoras olduğu ve Parmenides tarafından evlat edinildiğine dair rivayetler de vardır. Şimdi elimizdeki bilgilere dayanarak onun hayatına göz atalım.

Elealı Zenon’nun Hayatı

Elealı Zenon, M.Ö. 490 – M.Ö. 430 yılları arasında yaşamış, Antik Yunan’ın önemli filozoflarından birisidir. Zenon, Elea şehrinde doğmuş ve genç yaşlarda felsefi düşüncelere ilgi duymaya başlamıştır. Digenes Laertius’a göre o Elea’yı terk edip bugünkü İzmir’in Foça ilçesine yerleşmiştir. Söylentilere göre de ömrünün sonuna kadar orada yaşamıştır. Zenon, felsefi eğitimini Elea Okulu’nun kurucusu Parmenides’ten almıştır. Parmenides’in varlık üzerine olan kesin ve radikal fikirlerinden etkilenmiş, ve onun bu fikirlerini savunmak amacıyla bir dizi paradoks geliştirmiştir. Başka bir rivayete göre de Parmenides onu evlatlık olarak almıştır.

Zenon’un felsefi düşünceleri, özellikle paradoksları, onun zamanının ötesindeydi ve matematiksel sonsuzluk, hareket ve süreklilik gibi konseptleri sorgulaması, onun felsefe ve matematik tarihinde önemli bir yer edinmesini sağlamıştır. Zenon, felsefi düşüncelerini savunurken, sık sık doğal dünyanın gözlemlenebilir fenomenlerini ve insan algısının sınırlarını sorgulamış, ve bu şekilde varlık, zaman ve mekân üzerine derinlemesine düşünmüş ve yazmıştır.

Strabon onun Pisargocu olduğunu ve Elea şehrinde yöneticilik yaptığını aktarmıştır. Zenon görünüşü düzgün ve maddi açıdan pek de sorunu olmayan birisiydi. Sağlam yapılı ve uzun boylu olan Zenon yüksek bir yaratılışa sahipti. Cesur bir yurtsever profili ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Biraz sonra anlatacağım rivayet de bunu destekler niteliktedir. Zenon’un bazen Atina’ya geldiği ve burada bir öğrenci kitlesi de edindiği söylentiler arasındadır. Konuşmasını bilen akıllı bir filozof kadar çekici başka ne olabilirdi ki?

Zenon’un yaşamının büyük bir kısmı, Elea Okulu’nun felsefi ideallerini savunmak ve genişletmekle geçmiştir. Aynı zamanda, Zenon politik aktivizme de katılmış ve tiranları eleştirmesi nedeniyle hapsedilmiştir. Hapishanede geçirdiği zaman boyunca, felsefi düşüncelerini daha da geliştirmiş ve bu düşüncelerini yazılı eserlerde ifade etmiştir. Ancak, ne yazık ki, Zenon’un yazılı eserlerinin çoğu günümüze ulaşamamıştır ve bu yüzden onun felsefi düşüncelerini ve argümanlarını tam olarak anlamak zordur. Ancak, Aristoteles ve diğer Antik Yunan filozoflarının eserlerinde Zenon ve onun paradoksları hakkında yapılan referanslar, Zenon’un Antik Yunan düşüncesinde önemli bir figür olduğunu ve onun çalışmalarının sonraki nesiller tarafından değerlendirildiğini göstermektedir.

Zenon’un Elea Okulu’ndaki çalışmaları ve geliştirdiği paradokslar, onun Antik Yunan felsefesinde ve matematikte kalıcı bir etki bırakmasını sağlamış, ve onun Elea Okulu’nun önemli bir temsilcisi olarak kabul edilmesine olanak tanımıştır. Zenon’un felsefi mirası, Antik Yunan felsefesinin gelişiminde önemli bir rol oynamış ve onun paradoksları, felsefe ve matematik tarihinde bugün bile tartışılmaya devam etmektedir.

Diogenes Laertius adlı eserde onun çok soylu bir karaktere sahip olduğu yazılıdır. Rivayetlere göre tiranlığa karşıydı ve bir tiranı devirmeye çalışırken yakalandı. Anlatılanlara göre Demylos’a karşı darbe girişimi başarısız olmuş. Ona sorguda Lipara’ya getirdiği silahları ve işbirlikçilerini sordular. Zenon bunun üzerine bir uyanıklık yaptı ve tiranın dostlarının isimlerini vererek onu yalnız bırakmaya çalıştı. Tirana onun kulağına bazı kimseler hakkında söyleyecek şeyleri olduğunu söyledi. Tiran kulağını yaklaştığında var gücüyle ısırdı ve öldürülene kadar da bırakmadı. Farklı anlatımlar da vardır. Kimisi tiranın burnunu ısırdığını kimisi ise kendi dilini ısırarak koparıp tiranın yüzüne tükürdüğünü söylerler. Bazılarına göre de, tiranın dostlarını sayıp döktükten sonra, başka kimse var mı diye sorulduğunda “Kentin başına bela sen varsın!” demiştir. Orada bulunanlara da: “Korkaklığınıza şaşıyorum çünkü şu an benim katlandığım şeyden ötürü tirana kölelik ediyorsunuz.” demiş. Bazı rivayetlere göre de dibek taşına atılıp paramparça edilmiştir.

Zenon’un Parmenides ile beraber büyük Atina bayramı için Atina’yı ziyaret ettiği Platon tarafından aktarılır. Bu ziyaret sırasında genç Sokrates ile tartıştıklarına dair anlatımlar da vardır. Bu konu özellikle Platon’un Parmenides diyaloğunda anlatılı.

Hayatı hakkında bildiklerimiz aşağı yukarı bunlar. Aristoteles’e göre Zenon diyalektiğin kurucusudur. Diyalektik apodiktik ve bilimsel olmayan bir akıl yürütme yöntemidir. Bu durumda diyalektiğin aslında ne olduğunu göz atmamız faydalı olacaktır.

Zenon Elea okulundaki diğer filozofların aksine eserlerinde düz yazı kullanmıştır. Bilindiği gibi Parmenides, Ksenophanes ve Empedokles düşüncelerini şiir diliyle yazmışlardır. Zenon, Platon’dan öğrendiğimiz kadarıyla birçok eser yazmıştır. Başka felsefi ekolleri ele alan eserlerinde, öncelikle karşı tarafın önermelerini doğru kabul ederek işe başlamış sonra da bu önermelerin saçma olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. İncelediği filozofun düşüncelerini ortaya koydukları önermelere karşıt iki önerme çıkararak çürütmeye çalışıyordu. Bu aslında diyalektik dediğimiz yöntemin ta kendisidir. Bu sebeple de Zenon Aristo tarafından diyalektiğin kurucusu kabul edilir.

Zenon’nun Felsefesi Ve Yöntemi

Zenon hem yazılarında hem de sözlü tartışmalarında diyalog yöntemini tercih etmiştir. Sokrates ve öğrenci Platon’un da kullandığı bu yöntem sorular sorma ve verilen cevapları değerlendirme şeklinde özetlenebilir. Bunlar çok da sağlam olmayan kaynaklardan elde edilen bilgilerdir; dolayısıyla şüpheli yaklaşmakta fayda vardır. Zenon’nun tek bir eseri günümüze kadar ulaşmıştır ve bu eserde Empedokles’i yıkıcı bir şekilde yorumlamaktadır. Çoklu Arkhe (plüralistler) belirleyenlerle ve maddecilerle fikri mücadele içine girmiştir. Maddeci olarak adlandırdıklarımız genellikle Milet filozoflarıdır. Demokritos ve Epikür gibi başka maddeciler de var olsalar bile aynı döneme denk gelmemektedirler.

Elea okulu akılcıdır ve akıl dışı yöntemlerle bilgi edinmenin mümkün olmadığını düşünürler. Bu sebeple doğa filozofları ile aralarında temel bir fark vardır. Duyulara hiç mi hiç güvenmeyen Elealı filozoflar, gerçeğin ancak akıl yolu ile kavranabileceğine inanıyorlardı. Burada yüksek düzeyde bir şüphecilik kendini göstermektedir. Parmenides dış çevreye ve zihne göre yine bir çeşit dış çevre olan bedene dair yargılarımızın birer sanı olduğunu öne sürdü. Gerçek çok daha farklıydı. Ksenohanes mitolojik tanrılardan şüphe etti ve geleneksel anlatılara isyan etti. Zenon bütün bu düşünceleri diyalektik yöntemlerle savunmaya girişti. Yani Zenon da diğerleri gibi bir şüpheciydi. Şüphenin bilgi arayışının temeline haklı bir şekilde oturduğunu görüyoruz.

Elea okulunun Pisagor’dan etkilenmediğini söylemek güçtür; nede olsa filozoflar aynı ailenin farklı bireyleridir. Varlıkta birlik konusu zaten Pisagor tarafından dile getirilmişti. Pisagor’un bir maddeci olmadığını da biliyoruz. Sokrates’çi geleneğin ontolojik bağlamda nerelerde filizlenmeye başladığını görebiliyoruz. Doğa felsefesi yerini varlık felsefesine bırakıyordu ve varlık felsefesi de insanı merkeze alan dualist felsefeye eklemleniyordu. Böylece düşünce kendi evrimini geçiriyordu.

Platon’a göre Zenon, Parmenides’in Bir‘inin devinmediğini aksi yöndeki tezleri çürüterek kanıtlamıştır. Bu Bir hiç şüphe yok ki tanrının ta kendisidir. Şimdi de Elealı Zenon’dan aktarılan üç maddeye bakalım ve bu Bir meselesine nasıl yaklaşıyor ona bakalım.

1. “Eğer Bir’in büyüklüğü yoksa, kendisi
olsa bile var olmayacaktır; fakat eğer varsa, her birinin herhangi bir büyüklüğü ve herhangi bir kalınlığı olacak ve diğerinden herhangi bir uzaklığı da bulunması gerekecektir. Onun önündedir, demek de aynı şeydir; zira, bu önünde olan da bir büyüklüğe sahip olacak ve onun önünde de bir şey bulunacaktır. Bunun bir kez ya da daima böyle olduğunu söylemek de aynı şeydir. Zira, ondan hiç bir parça sonuncu olmayacaktır ve bir başkasıyla karşılaştırılamayacak hiç bir şey yoktur. Şu halde eşya bir çokluk ise, bunlar, hem bu büyüklükler, hem de küçüklükler olacaktır, Bütünün büyüklüğüne sahip olmaması bakımından küçük, sonsuz olması bakımından da büyük olacaktır.”

2. “Zira, eğer herhangi bir başka şey eklenmiş olsaydı, onu daha büyük yapamazdı. Bundan dolaysız olarak çıkan sonuç, eklenenin hiç bir şey olduğudur. Fakat, büyüklüğü olmayan bir şey, diğer bir şeyden çıkarılırsa, o şey de daha küçük olmaz ve diğer cihetten başka bir şey eklenirse, o şey artmış olmaz. Eklenen şeyin bir şey olmadığı ve çıkarılmış olanın da hiç bir şey olmadığı aşikardır.”

3. “Eğer eşya bir çokluk ise, bu şeyler, gerçekten (exactement) çok ya da az olmaksızın kendileri kadar sayıca çok olmak zorundadırlar. Şu halde, eğer onlar, kendilerinin olduğu gibi, sayıca çoksalar, sayı bakımından sonlu olacaklardır. Eğer şeyler bir çokluk iseler, sayıca sonsuz olacaklardır; zira, aralarında daima başka şeyler, bunların arasında da yeniden diğer şeyler bulunacaktır ve böylece eşya sayıca sonsuzdur.”

Diyalektik Nedir?

Diyalektik, zıt veya karşıt düşünceler, kavramlar veya güçler arasındaki etkileşimi ve bu etkileşimin sonucunda yeni bir sentezin nasıl oluştuğunu inceleyen bir düşünme ve tartışma yöntemidir. Diyalektik, hem bir tartışma yöntemi hem de bir düşünce süreci olarak kullanılır.

Diyalektiğin temel prensipleri şunlardır:

  1. Tez: Bir önerme veya durum.
  2. Antitez: Teze zıt veya karşıt olan bir önerme veya durum.
  3. Sentez: Tez ve antitez arasındaki çatışma veya gerilimin ürünü olarak ortaya çıkan yeni bir önerme veya durum.

Diyalektik süreç, genellikle tezin bir antitezle karşılaştığı ve bu iki zıt kavramın birleşerek yeni bir sentez oluşturduğu bir dizi aşamadan oluşur. Bu süreç, sürekli olarak tekrarlanır: yeni sentez, bir sonraki aşamanın tezi haline gelir ve bu şekilde devam eder.

Diyalektiğin Tarihsel Kökenleri

Diyalektik, antik Yunan’da Sokrat’ın tartışma yöntemiyle başlamıştır. Sokrat, muhataplarının inançlarını ve iddialarını sorgulayarak, gerçeğe ulaşmaya çalışırdı. Bu yöntem, Sokrat’ın muhataplarına kendi inançlarını sorgulamalarını ve genellikle daha derin bir anlayışa ulaşmalarını sağlardı.

Daha sonra, diyalektik, Hegel ve Marx gibi düşünürler tarafından genişletildi ve derinleştirildi. Özellikle Hegel için diyalektik, düşünce ve gerçekliğin evrimini anlamak için merkezi bir rol oynamıştır. Marx da, toplumsal ve ekonomik süreçleri anlamak için diyalektiği kullanmıştır.

Diyalektik, zıtlıkların ve çatışmaların birbirleriyle nasıl etkileşime girdiğini ve bu etkileşimlerin sonucunda nasıl yeni bir şeyin doğduğunu inceleyen bir düşünme yöntemidir. Hem antik hem de modern düşüncede merkezi bir rol oynamıştır ve felsefe, sosyoloji, politika ve diğer birçok alanda önemli bir araç olarak kullanılmıştır.

Diyalektik, zıtlıklar ve çatışmalar aracılığıyla bilgi üretme sürecini vurgular. Bu süreç, genellikle bir tezin bir antitezle karşılaşması ve bu karşılaşma sonucunda yeni bir sentezin oluşması şeklinde ilerler. Diyalektikte üretilen bilgi, sürekli evrim geçiren, derinleşen ve genişleyen bir bilgidir.

Diyalektikte üretilen bilginin bazı temel özellikleri şunlardır:

  1. Evrimci ve Dinamik: Diyalektik bilgi, statik veya sabit değildir. Tez-antitez-sentez süreci aracılığıyla sürekli olarak değişir ve gelişir. Bu, bilginin zamanla nasıl dönüştüğüne dair bir anlayış sunar.
  2. Bütüncül: Diyalektik, bireysel olayları veya olguları izole edilmiş bir şekilde değil, geniş bir bağlam içinde ele alır. Olayları ve olguları, etraflarındaki sistemlerle ve bu sistemlerin dinamikleriyle ilişkilendirerek değerlendirir.
  3. Çatışma ve Gerilim Odaklı: Diyalektikte, çatışma ve gerilim bilgi üretiminin merkezindedir. Zıtlıkların ve çelişkilerin analizi, daha derin bir anlayışa ve yeni bilgilere ulaşmada kritik bir rol oynar.
  4. Süreç Odaklı: Diyalektik, olayları ve olguları statik yapılar olarak değil, sürekli değişen ve gelişen süreçler olarak görür.
  5. Kritik ve Sorgulayıcı: Diyalektik yaklaşım, mevcut bilgi ve anlayışları sorgulama eğilimindedir. Bu, bilginin sürekli olarak yeniden değerlendirilmesini ve revize edilmesini sağlar.

Diyalektikte üretilen bilgi, zıtlıkların ve çelişkilerin analizi aracılığıyla elde edilen, sürekli evrim geçiren, bütüncül ve kritik bir bilgidir. Bu bilgi, toplumsal, felsefi, ekonomik ve diğer birçok alanda derinlemesine analizler ve anlayışlar sunar.

Diyalektik bilgi, apodiktik bilgi ve bilimsel bilgi ile aynı şey değildir. Her biri kendi içinde özgül karakteristiklere sahiptir. İşte bu üç bilgi türü arasındaki temel farklar:

1. Diyalektik Bilgi:

  • Temel Özellik: Diyalektik bilgi, zıtlıkların ve çatışmaların analizi yoluyla üretilen bilgidir. Tez, antitez ve sentez süreci aracılığıyla elde edilir.
  • Kullanım Alanı: Genellikle felsefe, toplum bilimleri ve tarih gibi disiplinlerde kullanılır.
  • Doğası: Diyalektik bilgi sürekli evrim geçiren ve dinamik bir bilgidir. Değişen koşullarla ve yeni zıtlıklarla sürekli olarak yeniden değerlendirilir ve dönüşür.

2. Apodiktik Bilgi:

  • Temel Özellik: Apodiktik bilgi, kesin ve tartışmasızdır. Matematiksel ve mantıksal gerçekleri ifade eder.
  • Kullanım Alanı: Matematik ve mantıkta sıkça karşımıza çıkar.
  • Doğası: Bu tür bilgi, değişmez ve mutlak olarak kabul edilir. Örneğin, matematiksel bir teoremin doğruluğu apodiktik olarak kabul edilir.

3. Bilimsel Bilgi:

  • Temel Özellik: Bilimsel bilgi, gözlem ve deney yoluyla elde edilen, doğrulanabilir bilgidir.
  • Kullanım Alanı: Fizik, kimya, biyoloji gibi doğa bilimlerinde ve sosyal bilimlerde kullanılır.
  • Doğası: Bilimsel bilgi, deneysel kanıta dayalıdır. Ancak bilimsel bilgi, yeni kanıtların ortaya çıkmasıyla revize edilebilir. Bu, bilimsel bilginin değişebilir ve geçici olabileceği anlamına gelir.

Özetleyecek olursak:

  • Diyalektik bilgi, zıtlıklar arasındaki etkileşim ve gerilim üzerine odaklanır.
  • Apodiktik bilgi, kesin ve tartışmasızdır.
  • Bilimsel bilgi, deneysel kanıta dayanır ve doğrulanabilir.

Bu üç bilgi türü, farklı disiplinlerde ve farklı bağlamlarda kullanılır, ve her biri kendi içinde belirli bir amaca hizmet eder.

Aristoteles’e Göre Diyalektik

Parmenides’in öğrencisi olan Elea’lı Zenon’u Aristoteles diyalektik diye adlandırdığı bir akıl yürütme usulünün kurucusu olarak
takdim eder.

Aristoteles’in “Topikler” adlı eseri, diyalektik sınamalar için bir rehber niteliğindedir. Bu eserde, argümanları nasıl oluşturacağımıza ve nasıl değerlendireceğimize dair detaylı yönergeler bulunmaktadır. Aristoteles’in “Topikler”de sunduğu diyalektik sınamalar için öneri ve yöntemlerden bazıları şunlardır:

  1. Tanım Yoluyla Argüman: Bir şeyin doğasını veya özünü anlamak için onun tanımını sorgulamak. Tanımın eksik veya hatalı olup olmadığına bakılır.
  2. Genus (Tür) Yoluyla Argüman: Bir şeyin hangi türe ait olduğunu belirlemek. Eğer bir şey bir türe aitse, o türün özelliklerini taşıması beklenir.
  3. Zıtlıklar Yoluyla Argüman: Bir şeyin zıttı üzerinden argüman oluşturmak. Örneğin, bir şeyin adil olup olmadığını anlamak için adaletsizlik kavramını incelemek.
  4. Daha Bilinenlerden Yola Çıkarak Argüman: Daha önceden bilinen veya kabul edilen bir bilgi üzerinden yeni bir sonuca varmak.
  5. Daha Genel veya Daha Özel Olan Yoluyla Argüman: Bir şeyin daha genel bir kategoriye veya daha özel bir kategoriye ait olup olmadığını sorgulamak.
  6. Sonuçların Yoluyla Argüman: Bir önermenin sonuçlarına bakarak onun geçerliliğini değerlendirmek.
  7. Olumsuzlama Yoluyla Argüman: Bir önermenin zıttını alarak onun geçerliliğini sorgulamak.
  8. Örnekler Yoluyla Argüman: Belirli örnekler üzerinden genel bir sonuca varmak.
  9. Kıyas Yoluyla Argüman: İki şey arasında benzerlikler bulup bu benzerlikler üzerinden bir sonuca varmak.
  10. Orta Terim Yoluyla Argüman: İki önerme arasında bir bağlantı kurarak yeni bir sonuca ulaşmak.

Aristoteles, “Topikler”de bu yöntemleri detaylı bir şekilde açıklar ve her biri için örnekler sunar. Aynı zamanda, bu yöntemleri kullanarak nasıl daha güçlü argümanlar oluşturabileceğimiz ve karşımızdaki argümanları nasıl çürütebileceğimiz konusunda ipuçları verir. Bu, antik dönemin retorik ve diyalektik eğitimi için kritik bir rehber niteliğindedir.

Diyalektik Sınamalar İçin Öneri Ve Yöntemlere Örnekler

Aristoteles’in “Topikler”de sunduğu diyalektik sınamalar için yöntemlere örnekler:

  1. Tanım Yoluyla Argüman:
    • Önerme: İnsan, akıllı bir canlıdır.
    • Argüman: Eğer bir varlık akıl yürütemiyorsa, insan olarak tanımlanamaz.
  2. Genus (Tür) Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Kuşlar, kanatlı canlılardır.
    • Argüman: Eğer bir canlı kanatlı değilse, kuş olarak sınıflandırılamaz.
  3. Zıtlıklar Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Mutluluk, acı ve üzüntünün zıddıdır.
    • Argüman: Eğer bir durum acı ve üzüntü veriyorsa, bu durum mutluluk olarak tanımlanamaz.
  4. Daha Bilinenlerden Yola Çıkarak Argüman:
    • Önerme: Tüm memeliler sıcakkanlıdır.
    • Argüman: Köpekler memelidir; bu nedenle köpekler sıcakkanlıdır.
  5. Daha Genel veya Daha Özel Olan Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Tüm köpekler hayvandır, ancak tüm hayvanlar köpek değildir.
    • Argüman: Eğer bir varlık köpekse, o bir hayvandır; ancak bir varlık hayvansa, mutlaka köpek olması gerekmez.
  6. Sonuçların Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Aşırı alkol tüketimi sağlığa zararlıdır.
    • Argüman: Eğer bir kişi aşırı alkol tüketiyorsa, sağlığı risk altında olacaktır.
  7. Olumsuzlama Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Eğer bir varlık ölümsüzse, ölmez.
    • Argüman: Eğer bir varlık ölüyorsa, ölümsüz olamaz.
  8. Örnekler Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Spor yapmak, sağlığı olumlu etkiler.
    • Argüman: Düzenli olarak spor yapan birçok kişi, daha enerjik hissettiklerini ve daha az sağlık sorunu yaşadıklarını belirtiyor.
  9. Kıyas Yoluyla Argüman:
    • Önerme: Elma, meyvedir ve vitamin içerir; portakal da bir meyvedir.
    • Argüman: Portakalın da vitamin içermesi muhtemeldir.
  10. Orta Terim Yoluyla Argüman:
  • Önerme: Tüm insanlar ölümlüdür; Sokrat bir insandır.
  • Argüman: Bu nedenle, Sokrat ölümlüdür.

Bu örnekler, Aristoteles’in diyalektik sınamalar için sunduğu yöntemlerin basit uygulamalarını göstermektedir. Her bir yöntem, daha karmaşık ve derinlemesine argümanlarda da kullanılabilir.

Zenon Paradoksları

Herkesin bir şekilde duyduğu Zenon paradokslarına yakından bakalım. Hatırlayabileceğiniz gibi Parmenides’in varlık, hareket ve sanılarla ilgili hiç de yadsınamayacak derecede önemli düşünceleri vardı. Ona göre her yer dolu olduğu ve varlık aslında birliği temsil ettiği için hareket mümkün değildi. Hareket Parmenides’e göre ancak bir sanıdan ibaret olabilirdi. Pek haksız da sayılmazdı; hiçlik var olamazdı; o halde ancak var vardı. “Var vardır, yok yoktur.” şeklindeki meşhur önermesi değillenebilir miydi? Yok hayal edilemediğine, üzerine düşünülemediğine ve üzerine konuşulamadığına göre ancak kendisi bir var olmayan olabilirdi.

Parmenides’e göre varlık bir ve ezeliydi. Madem sadece varlık var o halde de boşluk var değildir. Boşluk yoksa tam bir doluluk olmalıdır. Tam doluluğun olduğu bir yerde de hareket söz konusu olamazdı. Ustasının felsefesini paradokslarla anlatmaya girişen de hiç şüphesiz Zenon olacaktı.

Achilles (Aşil) Ve Kaplumbağa Paradoksu

Achilles ve Kaplumbağa Paradoksu, Zenon’un öne sürdüğü bir mantık paradoksudur. Paradoks, Achilles’in bir kaplumbağayla yarıştığı bir senaryoyu ele alır. Hikaye şu şekildedir:

Varsayalım ki Achilles ve bir kaplumbağa bir yarışa katılıyorlar. Ancak, başlangıçta kaplumbağa bir miktar önde. Zenon, bu durumda Achilles’in kaplumbağayı geçemeyeceğini iddia eder. Nedeni ise şu şekilde açıklanır:

  1. Achilles, kaplumbağanın başlangıçtaki konumuna ulaşması için bir süre gerektirir.
  2. Bu süre içinde kaplumbağa bir miktar daha ilerler.
  3. Achilles, kaplumbağanın yeni konumuna ulaşması için bir miktar daha süre harcar.
  4. Ancak, kaplumbağa her zaman bir miktar daha önde olduğu için Achilles hiçbir zaman onu geçemez.

Zenon’un argümanına göre, bu süreç sonsuza kadar devam eder ve Achilles hiçbir zaman kaplumbağayı geçemez. Yani, matematiksel olarak bakıldığında, Achilles’in kaplumbağayı geçmesi imkansızdır. Bu paradoks, hareketin matematiksel olarak ifade edilmesindeki bazı mantık sorunlarına dikkat çeker ve Zenon’nun hareketin gerçekten var olup olmadığını sorgulamasına neden olur.

Aslında bu paradoks’ta anlatılmak istenen şey Aşil’in kaplumbağayı gerçekte yakalayamayacağı değildir; anlatılan şey hareketin, değişimin ve dönüşümün bir yanılsama olduğudur. Problemdeki problem Aşil ve kaplumbağa arasındaki mesafeyi hayalen sonsuza bölmektedir. Şeyleri veya mesafeleri teorik olarak sonsuza kadar bölebiliriz ancak pratikte bu mümkün mü? Bir yanılsama olan madde boyutundan enerji boyutuna geçtiğimizde karşımıza bölünemez bir bütün mü çıkar? Bu sorulara Zenon ile birlikte yanıt arayacağız.

 

Stadyum Paradoksu

Stadyum Paradoksu, yine hareketin mantıksal çelişkilerini ortaya koymayı amaçlar. Bu paradoks, bir yarışın tamamlanabilmesi için hareket eden bir nesnenin bir dizi sınırsız yarı noktayı geçmesi gerektiğini savunur. İşte bu paradoksu açıklayan basit bir senaryo:

Diyelim ki bir atlet, bir stadyumun bir kenarından diğerine doğru bir yarış koşmaktadır. Zenon’a göre, atletin bu mesafeyi tamamlaması için önce yarı noktaya, sonra yarının yarısına, sonra bir dörtte birine, sonra bir sekizde birine, ve bu böyle sonsuza kadar devam eder.

  1. Atletin yarı noktaya ulaşabilmesi için bir süre geçmesi gerekir.
  2. Ancak bu süre içinde atlet, bir sonraki yarı noktaya doğru bir miktar daha ilerler.
  3. Atlet bir sonraki yarı noktaya ulaşabilmek için bir süre daha geçirir.
  4. Bu durum sonsuza kadar devam eder, atlet hiçbir zaman stadyumun diğer tarafına ulaşamaz.

Zenon’un amacı, bu şekilde devam eden bir sürecin sonunda hareketin tamamlanamayacağını savunarak, hareketin gerçekte var olup olmadığını sorgulamaktır. Fizikçiler sırıtarak işi çözdüklerini düşünürken sürekli yeni gerçekliklerle karşılaşmak zorunda kalıyorlar. Hareketin ve eşyanın hakikatini kavradıklarını sandıkları anda hemen bir tokat yiyorlar. Felsefe öncelikle bilmediğini bilmek ve dolayısıyla bunu içten bir şekilde kabul etmektir. İşin gerçeği şu ki; fizikçiler hiç bir şey bilmiyorlar ama bunu kabul etmiyorlar.

Aslında problem sonsuz küçüklerle ilgilidir. Bir nesne kendi başına ne küçük nede büyüktür; ancak başka nesnelere göre küçük yada büyük olabilir. O halde aslında tüm nitelikler birçok farklı nesnenin var olması ile açığa çıkmaktadır. Tekillik halindeki bir şey ne uzun nede kısa olabilir. Bu şey herhangi bir nitelik alamaz. Madem küçüklük ve büyüklük görecelidir o halde her nesne aynı zamanda hem büyük hem de küçüktür. karıncaya göre kedi büyüktür ancak file göre kedi küçüktür. He şeyin daha büyüğü ve daha küçüğü bulunabilir.

Bir şeyi bölmeye başladığımızda bu işlem bir yerde sona erer mi? En küçük dediğimiz bir parçaya ulaşılabilir mi? Böyle bir parçanın var olduğunu kanıtlamak bizi daha büyük bir bilinmeze ulaştırır. Bu parça neyin içinde hareket etmektedir? Eğer dersek daha küçük parçalardan oluşan bir doluluğun içinde hareket ediyor, bu seferde o parçaların zemini sorgulanır hale gelir ve bu iş sonsuza kadar devam eder gider. Çözüm ne?

Var olan bir şey, kendisini şekil ve renk bakımından diğer şeylerden ayırır. Bu, görme duyusu ortaya çıkan bir ifade biçimidir. O halde var olan bir şeyin bir sınırı ve pozisyonu olmalıdır. Bu sınır ve pozisyon değişse bile tespit edilebilir durumda olmalıdır. Her şey renk ve şekil bakımından aynı olsaydı biz sadece o şeyi algılayabilirdik. Belki de değil! Düşüncemizi daha da derinleştirelim… Evrende hiç bir nesne olmasaydı ve sadece biz bir zihin olarak evrenin içinde var olsaydık ne olurdu? Hareket mümkün olabilir miydi? Hareket ancak bir şeyden uzaklaşıp başka bir şeye yaklaşmakla mümkün olabilir. Yani aslında bahsettiğim durumda biz ne ileri ne de geri gidebilirdik. Aşağı yukarı veya sağa sola da gidemezdik çünkü kendisinden uzaklaşacak ve yine kendisine yaklaşacak nesneler var değildir.

Hareket algısını yaratan aslında varlıktaki çokluk yanılsamasıdır. Çokluk öncelikle renklerle ve şekillerle ortaya çıkmaktadır. İkincil nitelikler ise koku, tat ve doku gibi şeylerdir. Duyu organlarımız ve zihnimiz olmasa nesneler de aslında bizim için bir anlamda yok olur. Nesneler yoksa zaten duyumsanacak ve üzerine düşünülecek bir şey söz konusu olamaz. Varlıktan söz edebilmemiz için bir yanılsama olarak olsa bile her ikisinin de var olması gerekir. Gözlükle oynanan 3 boyutu bir oyunun içinde algıladığımız o şeyler renk ve şekil bakımında gerçekten de vardır. Kim o şeyler için yok diyebilir? Oyunun kurgusuna bağlı olarak nesneler bizim hareketlerimizden etkilenebilirler. Biz oyundaki nesnelerden gerçek hayatta olduğu şekliyle etkilenmeyiz ancak farklı bir biçimde duygulanımla yine de etkileniriz.

Daha da ilerisi beş duyunun faal olduğu rüyalardır. Rüyalarda gerçek dediğimiz hayatta yapabildiğimiz her şeyi ve hatta çok daha fazlasını yapabiliriz. Rüyaları gerçek hayattan ayırabilmemizin sebebi istikrarın ve sürekliliğin olmamasıdır. Uykusunda istikrarlı ve sürekli bir hayat ve uyanıkken de istikrarlı ve sürekli bir hayat yaşayan için hangisi gerçektir; bunu ayırt edebilir mi? Rüyadaki nesnelerin ve bizim zihnimizin durumu nedir? Hareket, dönüşüm ve devinim görünüşte sadece zihinde meydana gelmektedir. Hiç bir yere gitmeyen ancak yine de giden birisi söz konusudur. Bu paradoks nasıl aşılabilir? Parmenides aşabilmiş miydi?

Bak yine de mevcut olmayanlar, akıl bakımından mevcutlar kesinlikle; zira kesmeyecek varolanın varolanla bir bağa sahip olmasını;
ne dağıtarak her yandan her şekilde bir düzene göre, ne de getirerek bir araya. -Parmenides

Parmenides varlığı düşünceye bağlıyordu. Var olmak düşünmek ve düşünülmektir.

“…zira aynıdır düşünmekle var olmak.” -Parmenides

Peki varlık sadece zihindeyse zihin nerededir? Dike Parmenides’e göre ne oluşa ne de bozuluşa izin vermiştir. Oluş ve bozuluş ancak fanilerin sanısıdır. Var olan ona göre zaten hep var olmalıdır çünkü eğer sonradan varlığa geldiyse öncesinde yok olmalıdır. Var olmaya yazgılı olan için de aynısı geçerlidir. Yani henüz var olmayan ancak var olacak olan bir şey öncelikle bir yokluk durumunda olmalıdır; bu ise mümkün değildir çünkü yokluk yoktur.

Değişmez olan hep vardır ve bölünemez; bölünemediği gibi de ne oluşa ne de bozuluşa tabidir. Bir olan değişmez ve süreklidir ve ne ise hep odur. Varlığı her yeri kuşatmış olan olan bu birlik hep vardı ve var olacaktır. Bu durumda düşünmenin kendisi ile düşünmenin nesnesi arasında bir fark olmamalıdır ve bu ikisi aynı şeyin farklı ifadeleri olmalıdır. Yani sadece isimler söz konusudur. İsimler şeylerin var olduğuna bizi ikna eden ve sanılar içinde yaşamamıza neden olan şeylerdir. Kelimeler ise varlığın kendisi değildir. Varlığın kendisi olmayan düşüncenin de konusu olamaz çünkü var olmak düşünmektir. Madem varlık birliktir, o halde varlıkta fanilerin sanılarındaki gibi nitelikler de var olamaz. Çünkü bir şey başka bir şeye göre küçük, büyük, uzun veya kısadır. Varlık ne orada nede buradadır. Çünkü orası ancak bir buraya göre var olabilir. Şu aşamada paradokslara devem edelim.

Akıllı Ok Paradoksu – Acele Edilen Ok Paradoksu

Ok Paradoksu, Zenon’un paradoksları arasında yer alan düşündürücü bir senaryoyu temsil eder. Bu paradoks, zamanın ve hareketin doğası üzerine yapılmış bir düşünce deneyidir.

Diyelim ki bir ok bir yaydan fırlatılıyor ve bir hedefe doğru ilerliyor. Bu hareketi anlamak için genellikle zamanı küçük aralıklara bölerek değerlendiririz. Ancak Zenon, bu tür bir analizin mantıksal olarak çelişkili olduğunu iddia eder.

  1. Zamanı Parçalama: Önce, okun bir noktadan diğerine gitmesi bir süre gerektirir. Bu süreyi daha iyi anlamak için hareketi daha küçük parçalara bölelim.
  2. Belirli Bir An: Şimdi, bir belirli bir anı ele alalım. Örneğin, ok bir noktadan A konumuna hareket etmek üzere olan bir anı düşünelim. Bu an içinde ok, hareket etmeye başlamış ama henüz A konumuna ulaşmamıştır.
  3. Belirli Bir Anın Bölünmesi: Ancak, bu belirli anı daha da küçük parçalara bölebiliriz. Örneğin, bu anın yarısı içinde ok ne yapıyor? Hareket etmeye devam ediyor, ancak A konumuna henüz ulaşmamıştır.
  4. Parçalama Sonsuza Gider: Bu süreci sonsuza kadar devam ettirebiliriz. Her bir an içinde ok bir miktar daha ilerler, ancak asla tam olarak hedefe varmaz.

Zenon’a göre, bu düşünce deneyi, hareketin mantıksal olarak çelişkili olduğunu gösterir. Çünkü, her an içinde ok bir mesafe kat ediyor gibi görünse de, bir an içinde herhangi bir mesafe kat edilmiyormuş gibi düşünülebilir. Dolayısıyla, hareketin gerçekten var olup olmadığı konusunda bir soru ortaya çıkar.

Sorunların temelinde bir en küçük parçanın var olup olmadığı yatıyor; bu kesin. En küçük diyebileceğimiz şey kanıtladığımızda aslında korkunç bir sorunla karşı karşıya kalacağımız kesin. Eğer bir parçadan söz ediyorsak bir şekli ve pozisyonu olmalıdır. Bu pozisyon sürekli değişebilir; hiç fark etmez. Şekli bile değişken olabilir; buda fark etmez. Şekli ve pozisyonu olanın bir sınırı vardır. Bu sınırdan sonra ya başka bir şey yada kendi türünden bir şey var olmalıdır, aksi takdirde bir pozisyona sahip olamaz. Eğer kendi sınırından sonra kendi türünden olmayan başka bir şey varsa bu nedir? Bazı ahmakların bu parçacığın boşlukta yüzdüğünü söyleyeceklerini hayal etmek güç değil. Ama bu, ahmak olduklarını ilan etmekten başka bir şeye yaramaz.

Parmenides ne demişti hatırlayalım. Boşluk yoktur, dolayısıyla hareket de yoktur. Varlık birdir ve gördüğümüz şeyler ancak düşüncede vardır. Bu anlamda algılana şeyler birer yanılsamadır. Bu düşünceyi yıkmayı kolay sananlar olabilir; bunun sebebi düşünce yetilerini yeterince geliştirmemiş olmalarıdır.

Düşünce ile algılana dünya arasında ortaya çıkan bu fark Pi sayısında da kendini gösterir. Matematikçiler, mantıkçılar ve filozoflar çok iyi bilir ki dairenin bir alanı vardır. Bunu aslında ahmaklar da bilir ama bizlerin bildiği başka bir şey daha vardır; o da dairenin alanının asla tam olarak hesaplanamayacağıdır. Formül gereği Pi sayısı ile yarı çapın karesini çarpmamız gerekir. Ama Pi sonsuz küsuratlı bir sayı olduğunda karşımıza yine sonsuz küsuratlı bir sayı çıkar. Bu sayıda hayatınıza dair tüm rakamları yan yana dizilmiş olarak bir yerde bulabilirsiniz.

Zenon’da Eşyanın Hakikati

Madem varlıkta birlik var ve bu varlık ne devinir ne de değişir; o halde gördüklerimiz ne? Madem hareket ve devinim aslında yok ve hatta zaman bile yok; duyumsadıklarımızın hepsi birer hayal ürünü mü? Zenon ve ustası var vardır, yok yoktur demişlerdi ve böylece yokluğu ebedi yokluğa yani yine kendisine mahkum etmişlerdi. Sadece varlık varsa ve ancak varlık varlanabilirse ama buna rağmen gördüklerimiz birer yanılsamaysa varlığın varlığını nasıl varlayabiliriz?

Görünüşe göre varlık başı sonu olmayan ve aslında hiç devinmeyen bir zihindir. Zihinde meydana gelen duygulanımlar bir yanılsama yaratmaktadır. Var olanın kendisi dışında düşünecek başka bir öznesi olmadığında doğal olarak sadece kendisini düşünecektir. Düşünürken nesnelere ve bunlara bağlı niteliklere ihtiyaç duyacağından ve hatta kendisinden 3 boyutlu bir yanılsama ile uzaklaşacağından aslında her şey aynı gerçeğin farklı bir ifadesi olmak durumundadır.

İnsanın kendisine ayna tutması veya gözlerini kendisinden uzaklaştırıp kendisini izlemesi gibi bir şey. Tekillikte nitelikler açığa çıkamaz dedik. Bir şey kendi başına ne uzun ne de kısa olabilir ancak başka şeye kıyasla uzun veya kısa olabilir. Yani var olan uzun, kısa, geniş, dar, sıcak veya soğuk olamaz. Var olan sadece o olduğu için bir pozisyonu da olamaz. Sınırı olmadığı için bir komşusu zaten var olamaz. Peki; büyük dinlerdeki gibi kahırlanan veya intikam peşinde koşan bir şey olabilir mi? Adı tanrı, Allah, Yahve olarak karşımıza çıkan ve çeşitli şekillerde tasvir edilen bir tanrı modeli olabilir mi bu.?

Bir şeyin kahırlanabilmesi için onu kahırlandıracak bir olayın veya olgunun var olması gerekir. İnsan büyük bir zulme uğrar ve kahreder mesela. Ama var olan böyle bir zulme uğrayabilir mi? Birilerinin onu kahırlandırmaya gücü yeter mi? Varlık birdir demiştik ve duyumsanan şeylerin aslında bir yanılsama olduğunu da söylemiştik… Bu yanılsamalar içinde kendi kendini düşünen bir var olanı ne kahırlandırabilir? Bu olur iş midir? O halde varlığa yüklediğimiz sıfatlar aslında insanca birer yansıtma değil midir?

Hareket A konumundan uzaklaşmak ve B konumuna yaklaşmak şeklinde özetlenebilecek bir süreçtir. A ve B konumları var olan için var mıdır ki o hareket etsin? Konunun ne kadar zor olduğunu sanırım yazıyı okuyan herkes kavramaktadır. Ya hiçliğin içinde kaynağı meçhul bir enerji ile hareket eden en küçük parçanın varlığını kabul edeceğiz yada varlıkta birliği tartışmaya başlayacağız. En küçük parçanın dahi bir yanılsama olduğunu da doğal olarak kabul etmiş olacağız.

Meseleyi tam olarak kavramaktan uzak olanlar konunun fizikle ne kadar yakından ilgili olduğunu göremeyeceklerdir. Nesneyi ta ki en küçük olana kadar parçaladıktan sonra başka parçaların davar olduğunu kabul etmek zorunda kalacağız. Birbiri ile bitişik olmayan ancak aralarında hüküm süren hiçliğe rağmen bir şekilde birbirlerine esrarengiz bir kuvvetle bağlanan garip en küçük parçacıklar fizikçilerin şu ana kadar peşinden gittiği bir fikirdir. Hiç bir geçerliliği yoktur. Varlık, özne ve nesne yazımda bu konulara değindim ve felsefemin de girişini yapmış oldum.

Okurun üzerine düşünmesi için üç şekil oluşturdum. Zenon’un sorguladığı konular tam olarak bunlardı. 1. şekille başlayalım. Temel parçacıkların küp şeklinde olduğunu ve aşağıdaki dikdörtgeni oluşturduğunu varsayalım. Arada oluşacak boşluk için ne diyebiliriz?

temel parçalar

2. şekilde evreni bir daire şeklinde hayal edelim. Evrenin bir boyutu varsa bir sonu olmak zorundadır. Sonu olan bir şey başka bir şeyin içinde olmak zorundadır. Başka bir şey de yine başka bir şeyin içinde olmak zorundadır. Bu böylece sonsuza kadar gitmek durumundadır. Evrenin bir pozisyonu ve boyutu olamaz ve belki de gördüğümüz şekilde var olamaz.

evren neyin içinde

 

 

Sıra bir A – B doğrusunu incelemeye geldi. Bu doğru sizce kaç parçaya bölünebilir. Eğer en küçük temel parçaya kadar bölünebilir ve sonrasında artık bölünemez ise, bu durumda A – B doğrusu belirli bir sayıda birbirinden ayrı parçalardan meydana gelmiş olur. Aradaki boşluğu açıklamak da fizikçilere ve matematikçilere kalır. Belki de onlar beceremez ve bu işi felsefeciler üstlenir.

doğru

Yukarıda da görebileceğiniz gibi aslına A – B doğrusunun toplam uzunluğu x/2 + x/4 + x/8 + x/16 +… x/sonsuz şeklinde olmak durumundadır. Görülebileceği gibi Zenon’un meseleleri çöpe atılabilecek türden değildir. Matematiğe göre 1 rakamı ile 2 rakamı arasında sonsuz sayıda aralık vardır. Normal şartlarda 1 rakamına virgül koyup sağına dilediğiniz miktarda sayı ekleyebilirsiniz. 1’in küsuratı sonsuz olabilir. 

Bütün bunlar Elea okulundaki filozoflara üzerinde durmaları gereken ciddi bir meseleyi anlattı. Varlığın durumu nedir? Varlık bu senaryoya göre ancak ve ancak bir birliği temsil ediyor olmalıydı. Varlıkta görünen çokluk adeta çok boyutlu bir yanılsama olmak durumundaydı. Var olmak düşünmek yada Berkeley’in de dediği gibi algılamak olabilir miydi? Berkeley başlarda çok fazla anlaşılabilmiş birisi değildir. İngiliz ekolünden olmasına karşılık Amipirik-Rasyonel bir çizgide konumlanıyordu. İdealist bir materyalist belki de ilk defa düşünce hayatında kendini ifade ediyordu. Ne diyordu Berkeley?

Bilinci olmayan taş gibi bir nesneyi eğer herhangi bir algılayan yoksa, aslında o nesne var değildir. Var değildir çünkü varlığını varlayacak bir bilinç var değildir. Tüm bilinçli canlılar yok olsa bile Tanrı onları algılamaya devam ettiği sürece şeyler var olmaya devam edeceklerdir. Var olmak algılanmaktır. Berkeley’e göre biz aslında 3 boyutlu sanal bir gerçekliğin içinde var olmaktayız. Maddi dünyanın sanal varlığı bu durumda algılayan bir zihne bağlıdır. Maddi bir gerçeklik aslında ona göre yoktur.

Platon’un gerçek varlıkları da idealar ve tanrıdır. Görünür alem idealardan pay alan kötü bir kopyadır. Her şey her an değişiyor göründüğü için bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Bilgi ancak ideaları kavramakla mümkün olabilir. Bunlar şakası olmayan büyük sorunlardır. Hafifsemeye kalkanlar işin içinden çıkmayı deneyebilirler. Bütün bunlara karşılık biz bu gerçekliğin içinde şu veya bu şekilde yaşıyoruz. Berkeley ontolojisi ile bilime ket vurmaya çalışmadı, o sadece gerçekliğe ilişkin bir not düştü. Bizim eyleyişte bulunacağımız başka bir gerçeklik var olmadığına göre, sanal da olsa, bu gerçekliğin sırlarını aralamakla meşgul olabileceğimiz açıktır.

Materyalist bir ampirikle idealist bir ampirik aslında aynı şeyi ifade etmekten öteye gidemezler. Su katılmamış idealistlere yöneltilen eleştiri mevcut gerçeklikle yeterince ilgilenmenin önüne set çekmeleri şeklindedir. Kilisenin gölgesinde yürütülen bilimin hali ortadadır. İslam dini için de farklı bir tablo söz konusu değildir. Antik Yunan eserlerinin çevirileri ile başlayan İslam aydınlanması Gazali zihniyetinin egemenliğinde kesintiye uğramıştır. Sokrates ve Platon da doğa felsefesini yadsıdıkları için eleştirilirler. Sokrates ve Platon’un güç uygulayabilecek bir konumları yoktu; dolayısıyla bu eleştiriler çok da haklı sayılmaz. Farklı konularda uslamlama yapmaları onların doğa felsefesinin önüne set çektikleri şeklinde yorumlanamaz. Doğa felsefesi asıl kesintiye İsevilik ile, yani kilise ile kesintiye uğramıştır. İslam dünyasında gelişen Gazali zihniyeti de buna dahildir. Gazali’yi bir zihniyetin sembolü olarak kullandığım için anıyorum.

Zenon, hocası Parmenides’in felsefesini temellendirmeye çalıştı. Mitolojiye karşı felsefe çoktan bir mücadele içindeydi. Ksenophanes gibilerde insan biçimli olmayan tanrı anlayışı çoktan belirmişti. Hatta Milet’ten beri mitolojik dünya görüşü sorgulanmaya başlamıştı. Homeros’un ve Hesiodos’un efsaneleri filozoflar arasında aslında çoktan yıkılmaya başlamıştı. Bir anda olup biten bir süreçten bahsetmiyorum elbette; aşama-aşama ilerleyen tedrici bir süreç işliyordu. Filozoflar hemen her şeyi düşünmenin konusu yapmakla sürekli yeni tartışmaları gündeme getiriyorlardı. Bu insanın zihinsel gelişiminin eşsiz bir aşamasıydı ve yaşanan şey çok kuvvetli bir sıçramaydı. Nitekim de Yunan felsefesi her nereye dokunsa orayı sıçratmıştır. Elea’lı Zenon ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Cemil SENA ile sizi daha sonra tanıştıracağım. Aranızda bilenler vardır mutlaka; meşhur filozoflar ansiklopedisinin yazarı... Cemil SENA 'Hazreti Muhammed'in Felsefesi'…
Cresta Posts Box by CP