Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Hannah Arendt Eleştirisi

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

hannah arendt

Bu yazıyı zamanında tanıdığım ve çok sevdiğim Musevi (Yahudi) kökenli Türkiye vatandaşı Natan ağabeye atfediyorum.

Size bilmediğiniz hiç bir şeyi söylemiyorum; belki unuttuklarınızı hatırlatıyorum.

Her hikaye bir yerlerde başlar… Bu hikayedeki karakterlerden biri olan filozof Heidegger Hannah’ı iyi etkilemiş olmalı ki kadın neredeyse nazi olmuş. Peki; neler oldu? Neden böyle bir giriş yaptım?

Bir tane Alman’ın burnunu dahi kanatmayan Yahudiler bir anda yok edilmesi gereken birer canavara dönüştüler.

Yahudiler şu anda da her kötülüğün arkasındaki yegane güç olarak sunulmaktadır. Bu anlamda yakın gelecekte büyük bir tehlike altındadırlar. Aynı tanrıya inandığım (inandığım tanrı felsefenin tanrısıdır ve dinlerin tarif ettiği tanrı hiç mi hiç alakalı değildir; ancak yine de tek bir tanrı vardır ve bu anlamda farklı tarif etsek de aynı tanrıya inanıyoruz); onun da ötesinde insan olma paydasında buluştuğum Yahudiler her kötülüğün sebebi değildir. Kötülüğün sebebi her yerde bolca bulunan ahmaklardır. Hayatı sorgulamaktan aciz ahmaklar…

Meseleye biraz yakından bakalım. Bir mahkeme, bir sanık ve bir kadın; sahne tam olarak böyle. Elbette bu mahkemeyi izleyen bir sürü yıpranmış insan… Yargılana Eichmann. Savaş suçlusu olarak yargılandığı davada, 2. dünya savaşı sırasında gerçekleştirdiği kan donduran eylemlerden dolayı hakim karşısında. Aslında bir anlamda insanlığın vicdanının karşısında. Aldığı emirleri yerine getirdiğini söyleyen bir savaş suçlusu savunma yapıyor.

Eichmann emirleri yerine getirdi evet; fakat sivillerin katledildiği; askerlikle yada savaşla ilgisi olmayan bir sürü emride yerine getirdi. Hangi asker milyonlarca masum sivilin öldürülmesine dahil olup da ben sadece emirleri yerine getirdim diyerek kendini savunabilir? Savaş kötüdür evet; ama onun bile bir haysiyeti vardır. Üstelik savaş askerler arasındadır. Ancak haysiyetsiz kalleşler savunmasız masumlara silah doğrultur. Bu anlamda Hitler ve varsa arkasındaki güç ileri derecede haysiyetsizdir. Sosyal Darwinizm vb. fikirleri siper alarak bu işe dahil olan her kim varsa haysiyetsizdir. Bunların içinde belki de Yahudiler de vardı; onlar daha da haysiyetsizdir. Eğer hala benzer düşünceleri olanlar varsa, bunlara ötenazi hakkı kesinlikle tanınmalıdır. Doktor eşliğinde konforlu bir şekilde ölmelerine izin verilmelidir. İntihar etmeleri kendileri ve dünya için iyi olduğuna göre bundan neden geri dursunlar ki?

Yahudi düşmanlığına lanet olsun, herhangi başka bir ırkçılığa da lanet olsun. Her türlü faşizme lanet olsun. Milliyetçilik vardır fakat ırkçılık anlamında değildir. Bir insanın ülkesini sevmesi ve iyiliğini istemesi güzeldir. Hiç bir insan komşusunun evine kendi evinden daha fazla değer veremez ve hiç kimse ortak mal olan sokağı evinin içi gibi temizlemez. Aidiyet hissi arttıkça sahip çıkma hissi de doğru orantılı artar; bu da iyi bir şeydir.

Hannah Arendt ahmak Heidegger ile fazlaca ihtiraslı bir ilişki yaşayıp pusulayı şaşırmış. Savaştan sonra Heidegger lehinde ifadeler de vermiş ve ilişkileri de sürmüştür. Ahmak bir Yahudi kadının büyük bir kötülüğü körüklemesi şehvet eliyle olmuştur. Hannah gibiler benim için yok hükmündedir.

Felsefeye ihanet ancak bu kadar büyük bir kesinlikle icra edilebilirdi. Mantık örgüsünün ucunu elinden kaçırmış bu kadın, savruldukça savrulmuş ve en sonunda bulunduğu yeri bile analiz edemeyecek hale gelmiştir. Bırakın felsefe ile ilişkilendirmeyi; ben insanlık ile ilişkilendirmekte bile zorluk çekiyorum.

İşi indirgediğimi ve Hannah denilen yobazı anlamadığımı düşünenler olacaktır. Savaşın müsebbibi ve tek sorumlusu elbette Eichmann değildir; ancak Eichmann’ın nezdinde aslında insanlık yargılanmıştır. Masum Yahudiler gerçekte kimlerin kurbanı olduklarını elbette bilmelidirler. Bu gerçeğe hazır olup olmadıkları her ne kadar meçhul ise de, bu Hitler’i ve arkasından yürüyenleri asla aklamaz. Kendini yüksekten atan birine uymamayı akıl edebilen insan, masum kanı dökmemeyi de akıl edebilir. Bu sahiden de böyledir.

Filistin’i unuttuğumu sanmasınlar Yahudiler… Masuma atılan her taş havada bir bumerang’a dönüşür; önce onu incitir sonra da seni. Meselenin bir an evvel kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulması için herkes canını dişine takmalıdır.

“2000 yıl sonra ilk defa bir devlet kuruyorsun, bari adam akıllı yap.”

6 gün savaşlarının Arap’ların bir hezimeti olduğu yadsınamaz. Savaşla toprak alma BM’nin aldığı 242 sayılı kararla reddedilmeseydi işin rengi bambaşka olabilirdi. Demek BM de bazen işe yarayabiliyormuş. Kippur savaşı rezaletinden söz etmek bile istemiyorum. Suriye ve Mısır bırak toprak geri almayı; daha önce kaybettiklerinden daha fazlasını kaybettiler. Onları Yahudilerin elinden BM zor aldı. Filistinde bir direnişin başlaması da kaçınılmazdı elbette. 11 İsrailli sporcunun öldürülmesi bu mücadeleye gölge düşüren karanlık bir eylem olarak tarihe geçti.

Sina Yarımadası’nı filistine değişen Mısır İsrail’i ilk tanıyan ülke oldu. Demek ilk aşklar unutulmaz sözü doğruymuş. Enver Sedat’ın kellesini kendi kanından olanlar aldı. Araplar da Mısır’a küstü?!

Falanjistler ile Yahudi işbirliği kanlı katliamları getirdi. Şabra ve Şatilla katliamları tarihe kara leke sürdü. İntifada hareketinden sonra malum barış görüşmeleri… Oslo bu işler için seçilmiş bir yerdir. Havası kemik ağrılarına iyi geliyor.

Kudüs’ü de anmak gerekir. İdaresi uluslararası arası bir kuruluş tarafından yapılacaktı; ne oldu?

2. Oslo tam bir felaket. Bir bölge Filistin ve İsrail ortak yönetimine bırakılıyor. Birbirini öldürmeye bu kadar istekli iki ‘devletin’ bir bölgeyi ortak yönetmesi fikri pek de akıllı olmayan biri tarafından ortaya atımış olsa gerek. Yada çok akıllı birileri tarafından; kim bilir?

Gerisini biliyorsunuz… Anlaşmalara karşı çıkan sağcı radikal Yahudiler ve onları ikna etmeye çalışan başbakan. Yahudilerin adım-adım genişlemeleri. İnşaatlara inadına devam etmeleri ve ‘gelişmiş’ toplumların aslında buna ses çıkarmaması. Filistinli mültecilerin içler acısı halleri… Arafat’ın ölümü, 2. intifada vs. vs.

Tabloya geniş bir açıdan bakınca her şey gayet nettir. Tarihi bir iddia ile 2000 yıl sonra Filistin’de ilk defa devlet kuran beceriksiz Yahudilerin kendi karanlık geleceklerini büyük bir bencillikle kendi elleriyle inşa ettikleri bir süreç. Uğradıkları katliam dolayısıyla mazlum olan bir milletin zalime dönüşme süreci… Büyük bir nefreti üzerlerine çekmeyi devleteşme sürecinde başardılar.

Oysa onlar da herkes gibi sadece birer insandı. Başlarını soktukları filistinde evin sahibi konumuna geldiler. Siyonistler bunu tarihi bir iddia ile desteklediler. 3-4 bin yıl öncesinden başlayan iddialarla yola çıkarsak, haritacıları büyük bir iş yükü bekliyor demektir.

Mısır bu arada elbette ABD ve İsrail ile sıkı dost oldu veya olmak zorunda kaldı. Meselenin uzaması Yahudi halkının mutluğu açısından da bir talihsizliktir. ABD ve batı için o kadar elverişli bir ülke oldu ki İsrail; büyük bir işbirliği kaçınılmaz hale geldi. Osmanlı’dan kurtulan Araplar, ABD ve sevgili müttefiklerinin kucağına düştüler. Arapların kendi kaderlerini tayin noktasında ne kadar zayıf olduğunu yüzyıllardır izliyoruz. Hep böyle değillerdi elbette; biraz tarih okuyan bunu şüphesiz bilir.

Zaman her şey değiştirir… Değismeyen bir şey yok mudur? Elbette vardır! Geçmişte yapıp ettiklerimiz değişmez. Onun için söz ve eylemden önce 40 kere düşünmek akıllı adamın işidir…

Biraz daha yakından bakarsanız Yahudilerdeki mutsuzluğu çok net görürsünüz. Yıpranmış ruhları gözlerindeki ışığı çalmıştır. Bu üzücü bir durumdur. Birçok Sami artık birer ateist veya deist olarak yaşamını sürdürmektedir. Aralarından en fazla peygamber çıkan bir milletin bu halde olması akıl alır bir iş değildir. Çok ciddi bir kültürel birikime ve üstelik de Araplarla akrabalığa sahip bu millet çok şeyi değiştirebilirdi. İlahi dinlerden olan herkesle de bir anlamda kardeştirler.

Dünyada hatrı sayılır bir nüfusa sahip Türkler de onlara uzun yıllar yurtluk yapmıştır. Bence Türkiye’yi hala yurtları olarak gören çok sayıda Yahudi vardır. Biz de onları yabancı görmedik. Dünyaya verebilecekleri o kadar çok güzellik var ki; değeri kelimelerle anlatılamaz. Kollektif bir gayret ile yeni nesil bu işin üstesinden gelecektir; idareciler gölge etmez ise…! Unutmadan; bir de geleceğe yönelik tasarım işlerinden para babaları vazgeçer ise çok iyi olur. Yahudiler de çok iyi bilir ki Allah en fazla şirk koşanlardan nefret eder. Tanrıcılık oynamak da oldukça şirk kokan eylemlerdir. Ölümlünün tanrılığa soyunması gülünçtür de bir yandan. Şunu da hatırlamak istiyorum; hiç bir millet kendisini seçilmiş görmemelidir. Allah bazı insanları gereksiz yere yaratmaz!

Bu kadar zor olmamalı…

Sevgili Hannah; söylediğin şeyler arasında özgün hiç bir şey bulamadım. Tiranlık, totaliterlik, diktatörlük, demokrasi vs. bunların hepsi bilindik kavramlar. Hitler ortaya çıktığında, insanların onun peşinden büyük bir iştahla gitmesine anlam vermeye çalıştın… Felsefeyi bu kadar yadsımayıp insan üzerinde düşünmeye devam etseydin bunu kolayca anlardın. Siyaset bilimi getirileri bakımından sana daha hoş geldi. Oysa siyasetin de temeli insandır. İnsanı anlamaya çalışırken yolumuz mutlaka metafiziğe düşer. Zor bir konudur da bir yandan… Hal böyle olunca bu konudan uzak durmak elverişli gelmiş sevgili Hannah’a.

Metafizik de o yıllarda pek de moda değildi. Çılgın ve yetenekli şairler filozofluğa soyunmuştu. Onca yazıp da sadece her şey absürt diyebilen bu ekol elbette materyalizme göz kırpacaktı; başka ne yapabilirdi ki? Islah etmek yerine tahrip etmeyi tercih edince, geriye pek de bir şey kalmadığını fark ettiler. Bilim yüksek tondan yeni tanrının kendisi olduğunu haykırıyordu. Her şey insan aklına havale edilmişti. Artık her şeyi tanrısız bir şekilde anlayabilecektik. Çok geçmeden bunun o kadar da kolay olmadığını fark ettiler. Böyle bir ortamda metafizikten kaçınmanın en iyi yolu, insana bir sancı yükleyip siyasi olayları ve kavramları ele almaktır.

Ne de olsa para babaları köleliğin maliyetli olduğunu ve artık daha az maliyetli ‘işçi’ çözümünü fark etmişlerdi. Sendika, seçme ve secilme hakkı, hümanizm vs. derken yeni düzen insanlığa kabul ettirildi. Değişen ne oldu? Para ve güç yine bir anlamda asillerin elinde birikti. Asalet soy bakımımdan olabileceği gibi herhangi başka bir kavram bakımından da olabilir.

Sevgili Hannah; çocuk yapmayışını bile antik Yunan’dan alıntılayarak anlattın arkadaşlarına. İşte bu kadar özgün olabilir insan ancak. Kolay değildir sesini duyurmak eğer seçkin birilerinin desteği yoksa ve kolay değildir kulübe üye olmayanların var olması. Senin için bu işi başta Heidegger ve sonra da onun düşmanı sayılabilecek ABD halletti. Nasıl da savruldun değil mi her iki tarafa? Üniversitede önünü açan Nazi sempatizanı bir profesör ve sınırlı sayıdaki vizeden birini tahsis eden ABD…

Gerçi genç bir kızın Heidegger’dan etkilenmesi çok da yadırganamaz. En nihayetinde Almanya’da yaşayan Yahudi kökenli bir Alman’ın diğer bir Alman’la ilişkisinden ibaret sayılabilir. Buraya kadar herşey normal; ancak sonrası pek de iç açıcı değil. Cioran, Camus ve Kafka gibi nihilistler; ki Cioran bunu duysa öfkelenirdi, senden 1000 kat daha yakın geliyor nedense bana. Çünkü sen bir varoluşçu olmayı dahi başaramadın. Onların anlama çabaları samimiydi ama sende karanlık hem de çok karanlık bir taraf vardı.

Nihilistlerle ve varoluşçularla sohbet etmeyi sevmeme karşılık fikirlerine 1 kuruş kadar değer bile vermem. Onları edebi açıdan anlamlı bulurum. Duyguları samimi olarak ifade etmede üstlerine yoktur. Kendileri ve düşünceleri ile ilgili gerçekleri itiraf etme konusunda onlardan ileri olan da yoktur. Bu onları sevmemizin sebebidir. Sende bulunmayan bu hasletler senin karanlık yönündür.

Evet; belki de taraf olmanın en kaçınılmaz olduğu bir dönemde yaşadın; ama bu düşünürün içine düşeceği bir tuzak değildir. Üstün prensiplere taraf olmak; evet işte yapılacak olan budur. Rengini tam olarak ortaya koyamadın. Siyasi kavramlar etrafında dönüp durdun. Üstelik herkesçe bilinen kavramları bir papağan gibi tekrar ettin. Duyguları ile yol tayin eden ahmak sık-sık yön değiştirir. Tutunacağın ‘pek insanca’ evrensel değerler oldukça basitti oysa. Masum yahudileri katilleri ile birlikte suçlaman çok üzücüydü. Belki Yahudi para babalarının o dönemdeki tavırlarını açıkça suçlamalıydın; yapamadın. En kolay hedefi seçtin. İşin, unvanın, konforun ve egon galebe çaldı; bu kadar basit. Geleceği de hesaba katarak konuştun hep.

Hannah için bu kadar yazmam bile onun için büyük bir şereftir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir