
İnsan sırtında bir yükle gelir dünyaya. Ölümle bu yükten kurtulur. Sırtında taşıdığı bu ağır yük bildiği tek şey olduğundan kolay-kolay ayrılmak da istemez.
Çelişkisi de budur insanın. Sırtında katlanılmaz ağır bir yükle gezer 70 yıl bu alemde; ama ayrılmaya da kurtulmaya da istekli değildir.
“İnsan tanıdığı kötülüğü tanımadığı iyiliğe tercih eder.”
İşi daha çelişkili yapan da varlık alemine kendi isteği ile çıkmamasıdır. Ne bedeni, ne yükü, ne hayatı ne de varlığı kendindendir. Benliği bile kendinden değildir.
Tanrı fikrinin ve belki de tasavvurunun hep var olması ve hatta var olacak olması, bu çaresizliğin sonucudur.
“Hiç bir şey, bilinçli bir tanrı yoksa anlamlı değildir.”
Doğuştan gelen bir yeti ile insan tanrıyı sezer ve tasavvur eder. Hiç bir delil olmadan da bu çelişki ile beraber var olur ve bu çelişki ile beraber bulur tanrıyı.
Kilise, havra ve mescit ölebilir; ama deli filozofun dediği gibi ölmez tanrı. Ne biz ne de bir başkası olabilir tanrının katili. Insan ancak kendisinin katili olabilir.
Saraylar inşa edebilir insan, içinde yaşadığı… Ama ayrılmak, sırtındaki en büyük yüktür. Kendisine verilenlerin kendinden olmadığını bilen, bilgedir. Kendini bilmek ancak bu anlamdadır. Bu bilgi terbiye eder insanın içindeki vahşi sırtlanı.
Varlığı kendinden olmayan kendini ancak bu anlamda bilebilir..

