Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Herakleitos Kimdir? Hayatı, Felsefesi, Fragmanları

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

herakleitos

Karanlık filozof Herakleitos; çocuklarla çelik çomak oynamayı devlet yönetmeye tercih etti… Gelmiş geçmiş en büyük filozoflardan birinden ve belki de tarihteki gerçek ilk filozoftan söz etmek beni hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyor. Onu yeterince anlamak ve anlatabilmek gerçekten zor. Sevdiği şeyle meşgul olan insanın o konu ile ilgili kavrayışı ve hafızası daha kuvvetli olur.; ben de buna sığınıyorum. Öncelikle onun hakkında bildiklerimizi nereden elde ediyoruz; buna bakalım.

Herakleitos’un Fragmanlarının Kısa Hikayesi

  1. Herakleitos’un dağınık bir şekilde şurada burada bulunan fragmanları Stephanus tarafından 1573 yılında yayınlanmıştır. Poiêsis Philosophos adlı bu eserde farklı filozofların fragmanları da bulunmaktadır. Bu eserde ona ait az sayıdaki fragman ile mektupları yer almaktadır. 
  2. Fragmanları ve mektupları derli toplu bir şekilde 1808 yılında Friedrich Schleiermacher tarafından yayınlanmıştır. Bu eserde de Herakleitos’un tüm fragmanları yoktur.
  3. Onunla ilgili daha kapsamlı eser 1858 yılında Ferdinand Lassalle tarafından yayınlanmıştır. Die Philosophie Herakleitos’ des Dunklen von Ephesos (Efes’in karanlık olanının; Herakleitos’un felsefesi) adlı eserde yazar birçok antik kaynaktan faydalanarak mümkün olduğunca geniş bir çalışma ortaya koymuş.
  4. Bu yazarı da yine belli eksik fragmanlarla 1877 yılında Ingram Bywater izlemiştir.
  5. Hermann Diels en sonunda onunla ilgili en kapsamlı çalışmayı Herakleitos von Ephesos – (Efesli Herakleitos) adı ile 1901 yılında yayınlamıştır.
  6. Yine aynı yazar 1903 yılında Die Fragmente der Vorsokratiker – (Sokrates’ten öncekilerin fragmanları) adlı eserinde Herakleitos’a bir bölüm ayırmıştır.

Diogenes Laretius, Aristoteles, Platon ve Parmenides onun hakkında bilgi edinebildiğimiz antik filozoflardır. Bilindiği üzere Hermann Diels ondan 139 fragman aktarmıştır. Şu kesindir ki; onunla ilgili kaynaklar milattan sonra 2. ve 5. yüzyıllar arasına dayanır. Biraz önce de belirttiğim gibi Platon ve Aristoteles ona tarih olarak en yakın olan iki önemli filozoftur. İskenderiyeli Klemens (Kilise babası – teolog), Ploutarkhos (biyografi yazarı), Hippolytos (kilise babası), Stobaios, Aristoteles, Marcus Aurelius, Sextus Empiricus, Platon, Plotinos, Porphyrios, Strabon, Theophrastos ve Diogenes Laertius onun fragmanlarının derlendiği kaynak kişilerdir. Bize fragmanlarının kaç kaynaktan ne şekilde ulaştığını anlamanız açısından bu bilgileri de vermeyi uygun gördüm.

Onun hakkında sahip olup olduğumuz bilgilere dikkatli yaklaşmak gerektiği açıktır. Daha sonra farklı yazarlar onun hakkında detaylı kitaplar yazmıştır. Bazıları işi daha da ileri götürerek, onun hakkındaki tüm literatürü dahil edip ciltler dolusu kitaplar yayınlamıştır. Merak edilen ve üzerinde çok durulan bir filozof olduğu bir gerçektir. Hakikat bazen oldukça basittir; önemli olan şey, ondan bize gelen bilgilerin gerçekliğidir. Onlarca kaynaktan elde edilen fragmanların tümünün, Herakleitos’un şahsi düşüncelerini içerip içermediği tam olarak belli değildir. Madem karanlık filozoftan bahsediyoruz o halde şu ilginç olayı da paylaşalım.

1962 yılında bir yol genişletme çalışması sırasında, Derven denilen, Makedonya Yunanistan arasında kalan bir yerde sanduka mezarlar bulundu. Burada milattan önce 5. yüz yıla ait olduğu düşünülen papirüsler bulundu. Bazıları Yunan toplumunu eleştiriyordu ve bazıları da Herakleitos’un üslubuna çok benziyordu. Bu papirüsler 2006 yılında yayınlandı ve şu anda mevcut kaynaklarla karşılaştırmalı okumaları yapılmaktadır. Pek yakında, onun hakkında daha çok şey bileceğimiz kesindir. Bu çalışmaların henüz tamamı Türkçeye maalesef çevrilmedi.

Türkiye’de onun hakkında ilk eser, 1935 yılında Haydar RIFAT tarafından “Ayasluklu Heraklit” adı altında yayınladı. Daha sonra Suad Y. Baydur Almancadan daha nitelikli bir çeviri yapmıştır. Cengiz ÇAKMAK Yunancadan çeviri yapan ilk kişidir. Onunla ilgili Türkçe bir sürü eser vardır. Bu bilgilerden sonra öncelikle onun kim olduğunu anlamaya çalışalım.

Herakleitos’un Hayatı

Tahminen milattan önce 535 – 475 yılları arasında yaşamış olmalıdır. 69. olimpiyatta sivrildiği, yani alanında meşhur olduğu söylenir. Diğer filozofların yaşamları da göz önünde bulundurulduğunda bu tarihleri kabul etmek çok da yanlış olmayacaktır. Kimine göre babası Bloson kimine göre de Herakon‘dur. Efes’in asil ailelerine mensup olsa gerek ki; Efesliler ona, kendileri için yasa yapmayı (idarecilik) teklif etmişler. Onun bütün bunları umursamayıp, Artemis tapınağında, toplumdan uzak yaşadığını biliyoruz. Hayatıyla ilgili, çok da itibar edilmemesi gereken anektotlar bize Diogenes Laertius‘tan gelmektedir. Öncelikle Efes’i harita üzerinde görelim.

 

efes antik kent

efes antik kent

Felsefesini ortaya koyuş tarzı yüzünden, ona, karanlık filozof denmiştir. Bunun sebebi, felsefesini kapalı bir anlatımla ve herkesin anlayamayacağı şekilde, şiir-düz yazı arası bir üslupla yazmış olmasıdır. Kendini beğenmiş birisi olduğu söylense de, bu tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. O, daha çok aklını kullanmaktan aciz halk yığınları ile problemli gibi görünmektedir. Halk ona göre bu anlamda, küçümsenebilecek bir kitle olarak kabul edilir. Huysuzluğunu kişiliğine bağlayanlar da olmuştur. Herakleitos eserini topluma değil, Artemis tapınağına adamıştır.

Pers istilasına karşı direniş göstermemeleri, hiç bir temeli olmayan garip dinlerin peşinden gitmeleri ve felsefeye karşı duyarsızlıkları onun bu düşüncelerinin temelini oluşturmuştur. Onun Efes şehrine ne kadar bağlı olduğunu yazı ilerlerken anlayacağız.

Artemis’te çocuklarla aşık kemiği oynamayı, politika yapmaya tercih ediyordu. Efeslilere lanet olasıcalar; böylesi daha iyi değil mi diye çıkışıyordu. Efes’in onun zamanında Pers istilasında olduğunu unutmamak gerekir. Hermodoros onun arkadaşıydı ve Efesliler onu sürgüne yollamıştı. Onlara kendilerini asmalarını ve kenti çocuklara terk etmelerini söylüyordu. Aralarındaki en değerli insanı ahmaklıkları sebebiyle sürgüne göndermişlerdi. Bunlar onun düşünceleriydi… Herakleitos’un portresi çizilirken, genellikle karamsar ve mutsuz olarak tasvir edilir… Nasıl mutlu olabilirdi ki; onu anlamak hiç de güç değildir. Halkından, yönetim şeklinden, yönetimin kendisinden ve Pers istilasından nasıl memnun olabilirdi?

artemis tapınağı

artemis tapınağı

Pers kralı Darius’un mezarı ve Pers imparatorluğu haritalarını tam da bu noktada incelememiz yararlı olacaktır. Persliler aslında herkesin bildiği eski İran devletlerinden birisidir. Yani onlar, bugünkü İranlıların atalarıdır. Geçmişte büyük işler başarmış bir millet olduklarını biliyoruz; hatta o kadar ki, birazdan haritada görebileceğimiz gibi Yunanistan’ın doğusu dahi onların eline geçmiştir.

pers imparatorluğu haritası

pers imparatorluğu haritası

kral darius

kral darius

Onun bir demokrasi düşmanı olmadığını anlamamız gerekir. Pers istilasına karşı halkın direnişine liderlik edecek aklı başında tek bir lider onun için yönetim şekliden daha önemlidir. Yazı ilerledikçe ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Onun hakkında demokrasi düşmanı şeklinde değerlendirme yapanlar, oradan buradan duydukları ve tekrar ettikleri yanlış bilgilerle küçük düşmektedirler.

Çocukluğunda bile zekası insanların dikkatini çekmiş olmalıdır. Gençliğinde hiç bir şey bilmediğini söylüyormuş. Sokrates’e de atfedilen bu söz aslında felsefenin çok önemli bir niteliğine parmak basmaktadır. Şöyle ki; felsefede ilerleyen herkes kendini zamanla bir sorular manzumesinin karşısında bulur. Felsefe cevap üretme etkinliğinden çok bir soru üretme faaliyetidir. Filozof bir aşamada bilgisizliğinin farkına varır; işte aslında gerçek aydınlanma tam da bu aşamada başlar. Bilme durumu ile ilgili bir hiyerarşi yaparsak şöyle bir tablo ile karşılaşırız.

1- Bilmediğini bilmek (felsefede zirve)

2- Bildiğini bilmek (felsefe yolculuğu)

3- Bilmediğini bilmemek (cehalet)

Birinden ders alıp almadığı tam net değildir; ancak onun Ksenophanes‘in öğrencisi olduğuna dair anlatımlar vardır. Elimize en fazla fragmanı ulaşan filozoflardan birisidir. ‘Doğa Üzerine’ adlı eserinden günümüze 126 fragman ulaşmıştır. Ayak takımını pek sevmediği ve onlara sürekli sövdüğü de rivayetler arasındadır. Önemli bir anekdotu hatırlatmakta fayda var; kardeşi lehine krallık ve miras hakkından vazgeçmiştir. Onun dağlarda ot ve yeşillik yiyerek halktan uzak yaşadığını söylemiştim. Buradan hareketle, onun halkı yaşayışı itibarıyla değil, düşünceleri ve anlayışları itibarıyla eleştirdiği sonucu çıkarılabilir. Ne de olsa, kendi isteği ile, halktan bile daha azına kanaat ederek yaşamıştır.

Pers kralı Darius onu ülkesine davet eder ve ondan anlaşılması güç eseri konusunda dersler vermesini ister. Felsefesinde kuramsal bir güç olduğunu ancak kuşkulu yerlerinin bulunduğunu ve bu konularda onunla sohbet etmek istediğini iletir. Başkalarının bu eseri yeterince açıklayamadığından şikayet eder.

“Hystaspes’in oğlu kral Dareios, Ephesoslu bilge insan Herakleitos’u selamlar!
Doğa Üzerine adında, anlaşılması ve açıklaması zor bir eser çıkarmışsın. Bazı yerleri senin sözlerine uygun olarak yorumlanırsa, evren ve evrende tanrısal devinime bağlı olarak ortaya çıkan olaylar konusunda kuramsal bir güce sahip görünüyor; ama birçok yeri kuşkulu kalıyor, öyle ki edebiyattan çok iyi anlayanlar bile yazdığın esere doğru bir açıklama getiremiyorlar. Böylece Hystaspes’in oğlu kral Dareios senin derslerine ve Yunan kültürüne katılmak istiyor.

Dolayısıyla, en kısa sürede sarayıma beni görmeye gelmelisin. Çünkü Yunanlılar çoğunlukla bilge insanlara önem vermedikleri için, onların ciddi olarak dinlensin ve öğrenilsin diye ortaya koydukları görüşleri göz ardı ederler. Ama benim yanımda sana her türlü ayrıcalık tanınıyor: her gün soylu ve ciddi bir söyleşi, senin öğütlerine uygun onurlu bir yaşam.”

Görebileceğiniz gibi sadece felsefesini öğrenmek istemekle kalmıyor, aynı zamanda onun öğütlerine uygun, onurlu bir hayat sürdürmeyi de istiyor. Atina’da ona ve eserine büyük bir hayranlık duyulduğu ancak Efeslilerin ondan pek de hoşlanmadığı aktarılır. O ne sevildiği yer olan Atina’ya ne de davet edildiği Pers sarayına gitmeyi tercih etmemiştir; bunun yerine sevilmediği yurdunda kalmayı tercih etmiştir. Yurdunu her şeye rağmen seven bir vatansever ile karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Herakleitos Pers kralına şöyle karşılık vermiş;

“Ephesoslu Herakleitos, Hystaspes’in oğlu kral Dareios’u selamlar!
Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar gerçeklerden ve doğruluktan uzak duruyor, tehlikeli aptallıklarından ötürü kendilerini açgözlülüklerini doyurmaya ve ünlü olmaya adıyorlar. Ben bütün kötülükleri unutan, kıskançlıkla el ele geçen her türlü hırstan ve kendini beğenmişlikten kaçan bir insan olarak, kendi anlayışıma göre azla yetinen bir insan olarak, Pers ülkesine gelemem.”

Perslilerin İyonya’yı yarım asır boyunca egemenlikleri altına almalarını deneyimlemiş birisidir o. Doğduğunda Lidya krallığı Persliler tarafından henüz yeni yıkılmıştır. Perslilere karşı başlayan ayaklanma Yunanistan tarafından yeterince desteklenmeyince, Efes ağır bir yenilgiyi tadar. İyonya şehirleri Persliler tarafından tek-tek yok edilir ve sonrasında Perslilerin gözetiminde yeniden kurulur. Onlara kendi idarecilerini atamalarına da izin verilir. Aristokratları ve tüccarları temsil eden parti ile halkı temsil eden parti arasında çetin mücadeleler yaşanır. Halkı temsil eden parti bu mücadeleden muzaffer olarak çıkar. Hermodoros belirli haklı gerekçelerle demokrasiye karşıdır. O da, arkadaşı Herakleitos gibi, bir lider etrafında tutuşacak direniş ateşinin hasretini çekmektedir. Perslilere karşı kayıtsız Efeslileri, fikirleri ile rahatsız etmiş olsa gerek ki; bu tutumundan dolayı sürgün edilmiştir. Herakleitos bu haksız sürgünü tarihe şu sert dizelerle not edecektir;

“Efeslilere yakışan, yetişkin insanlarının hepsinin kendilerini asmaları ve şehri yetişkin olmayanlara bırakmalarıdır. Onlar ki en değerli adamları olan Hermodoros’u “İçimizden hiçbiri en değerli olmasın; olursa da başka yerde ve başkalarının yanında olsun”

————————————————-

Bölgede süregiden ticaret ve üretim sayesinde, ortaya yeni bir sınıf çıkmıştı. Asil olmayan ancak zengin olan bu sınıf onun dikkatinden ve hatta nefretinden kaçamamıştı. Bu konuda şu dizeyi yazmaktan geri durmayacaktı;

“Eksik olmasın sizden zenginlik, ey Efesliler, kötü olduğunuzun belli olması için”

Şunlar da yine onun sözleridir;

“Doğru olan, tek bir kişinin iradesine itaat etmektir.”

“Eşekler, samanı altına tercih ederler.”

Demokrasi konusunda, onun o kadar da hassas olmamasını, dönemin koşullarına göre değerlendirmek gerekir. İstila altındaki bir yurt düşünün; birçok karışıklık ve ayaklanmalar da cabası. İyi organize olamamış Efesliler, Perslilerin istilasına boyun eğmiş durumdalar. Bütün bunları hiç mi hiç umursamayan liberaller, zenginleşmekle meşgul… Onların tek derdi, müreffeh bir hayat. Yurtları işgal altındayken sergiledikleri kayıtsızlığı, demokrasinin insanları organize etmekteki başarısızlığına bağlıyordu. Haksız mıydı? Halkın, düzenin devam etmesi uğruna, işgal altında yaşamaya razı olması, onun için kabul edilebilir bir şey değildir.

Meseleyi sadece bir yönetim biçimine bakış açısı olarak değerlendirmek, işi indirgemek demektir. Onun yaşam tarzından ve ülkesine olan bağlılığından bahsetmiştim… Bunları ve yaşanan önemli olayları göz önünde bulundurmak şartıyla olaya doğru bir açıdan bakmayı becerebiliriz.

Halkın sadece bu tutumundan rahatsız değildir. Halk arasında yaşayan saçma sapan inanışlara karşı tutumu da oldukça serttir. Pisagor konusunda da ele aldığımız Demeter kültü, Orphizm, ve Dyonisos kültü gibi halk tarafından rağbet gören dinler de onun radarındadır. Saçma sapan ritüeller, gizli ayinler, rahipler ve sihirbazlar hiç ama hiç haz etmediği konular arasındadır. Homeros ve Hesiodos gibi göreceli olarak daha elit anlayışlarla da arası açıktır. Bazı örneklerle onu anlamaya çalışalım;

Boşuna arıtıyorlar üstlerindeki kanı yıkanarak kanda

Çamura batmışın yıkanması gibi çamurda

Gören deli der böylesine

Bir de yakarıyorlar şu yontulara konuşuyormuş gibi evlerle

Bilmeden tanrı nedir kahraman nedir


Gece gezginleri
büyücüler
Bacchus rahipleri
şarap fıçısı rahibeleri
gizli ayin tacirleri


Dionysos için geçmeseydi bu alay
Söylenmeseydi ut yerleri için bu ilahiler
Yaptıkları utanç verici olurdu

Uğruna çılgına döndükleri bağbozumu şenliklerinde
Dionysos’la birdir oysa Hades


Kutsal değil insanlar arasında yapılan gizem törenleri


Herakleitos kendini toplumdan tecrit etse de, onun felsefesinin büyüklüğünü kavrayanlar oldu. Kimsenin pek üzerinde durmadığı ve asıl ilginç olan konu farklıdır. O dönemde böylesine zor bir eserin değerini anlayıp onun peşinden giden öğrencilerin (Herakleitosçular) bulunması zor anlaşılır bir şeydir. Felsefi bir eserin değerini ancak felsefe ile uğraşanlar bilir. Buradan anlıyoruz ki; bölgede bilgiye karşı ilgi duyan hatırı sayılır bir kitle varmış. Stoacılar, Aristo ve Platon da dahil, ondan etkilenmeyen hemen hiç bir filozof veya felsefi ekol yoktur.

Eserinin derinliğini betimlemek için meşhur bir ifade vardır: “Eserin içinde boğulmamak için Deloslu bir yüzücüye gerek var.” Bu ifade Sokrates’e atfedilir. Bazıları Sokrates’in bunu Anaksagoras‘ın eseri için söylediğini aktarırlar. Malumdur ki, Sokrates doğa felsefesi konusunda oldukça bilgili birisidir. Konuların derinliği karşısında şapka çıkarmakla birlikte, toplumun kendi döneminde başka şeylere ihtiyaç duyduğunu düşünen Sokrates felsefeyi bambaşka bir alana taşıyacaktır. Buradan hareketle onun doğa felsefesine karşı tutumunu yanlış yorumlayan bir sürü akıl yoksunu çıkacaktır. Sokrates doğa filozoflarına bu tutumuyla bir eleştiri getirmemiş; bilakis onları tartışmalarına konu yapmayarak yüceltmiştir. Onun konuları erdem, ahlak ve en temelinde de bilgi ve bilgeliktir.

Sofistlerin doğa filozoflarından ders aldıklarını belirtmek isterim. Onların öğrencisi oldukları düşünürlerin yolundan gitmeyip, yeterince temellendirmedikleri bilgileri, para karşılığında satmaları Sokrates’i rahatsız etmişti. Onun mücadelesi daha çok onlarla olmuştur. Bizzat kendisi doğa felsefesinin önünü kesmek için herhangi bir eylemde bulunmamıştır. Pers istilası zaten İyonya’da Milet ekolünü sona erdiren tarihi olayların başındadır.

Aristo ve Platon gibi iki devin ondan etkilendiği açıktır. Herakleitos’un da Pisagor, Thales, Ksenophanes, Anaksimandros ve Anaksimenes gibi filozoflardan etkilendiği şüphe götürmez bir gerçektir. Her ne kadar Pisagor ve Ksenophanes onun eleştiri oklarına hedef olsa da, bu bir realitedir. Eleştirmek bir olumlamadır ve var muhatap almadır. İnsan muhatap almadığı birisini eleştirmez, eleştiremez. O da tam olarak böyle yaptı…

Çok bilmek öğretmez akıllı olmayı

Öğretse Hesiodos’la Pythagoras’a öğretirdi,

bir de Ksenophanes’le Hekataios’a


Düzenbazların şahıydı Pythagoras


Mnesarkhos oğlu Pythagoras

herkesten çok sorgulayıp durdu ve bu yazıları seçip ayırdı

Ona göre kendi bilgeliği çok şey bilen bir muzırın sanatıydı


Dikkat edilirse, onların bilgili olmaları bakımından haklarını teslim ediyor. Bilgi ile akıllı olma arasında bir ayrım yaparak 4 kategori oluşturuyor.

  1. Az bilip akıllı olmayan
  2. Çok bilip akıllı olmayan
  3. Az bilip akıllı olan
  4. Çok bilip akıllı olan

Onu ilgilendiren bilginin niceliğinden ziyade niteliğidir. Ona göre akıllı olmak, yani hakikati kavramak, bilgi biriktirmekten daha değerlidir. Bu tanıma en fazla uyan da şüphesiz kendisidir. Eleştirdiği Ksenophanes ve Pisagor gibileri 2. kategoriye dahil ediyor. Nitelikli bilgiye (birliğin bilgisi) sadece aklını doğru kullananlar ulaşabilir. Peki huysuz filozofun takdir ettiği birileri yok muydu? Elbette vardı…

Priene’de yaşadı Teutamas oğlu Bias


Gökbilimle uğraştı Thales


Onun başka yerde detaylı bir şekilde bahsettiğim, yedi bilgelerden sayılan Bias’a ve Thales’e saygı duyduğu anlaşılıyor. Bias’ın tutsak kızları, karşılığını ödeyerek kurtardığı ve ailelerine kavuşturduğu anlatılır. Bias bazılarına göre yedi bilgelerin birincisidir. Bias Priene’yi akıllıca hamlelerde Ayattes’in istilasından kurtarmıştır. Teslim olmak yerine akıllıca bir savunma yapması, Herakleitos’un gözünden elbette kaçamazdı. Kendisi istila altındaki bir yerde yaşadığından, Bias’ı takdir etmesi şaşılacak bir şey değildir. Thales’in de buna benzer hikayeleri vardır. Bu konular, ilgili filozoflarda işlendiğinden, burada daha fazla uzatmak yersiz olacaktır.

Herakleitos’un Ölümü

Ölümünün, yediği ot ve yeşilliklerin sebep olduğu bir hastalıktan olduğu söylenir. Bir rivayete göre vücudu su toplamış ve o bu hastalıktan ölmüş. Başka bir rivayete göre bu hastalığı atlatmıştır. Hekimler derdine derman olamayınca, kendini bir sığı ambarına kapattığı söylenir. Isının vücudundaki sıvıyı buharlaştıracağını düşünmüş olmalıdır. Bir başka anlatımda, öğrencilerinden onu güneşin altında tezek ile sıvamalarını istemiştir ve bu şekilde gerilerek ölmüştür. Neanthes olayı başka anlatır. Tezekler üstüne yapışıp kalınca bunlardan kurtulamamış ve tanınmaz hale gelmiş; sonunda da köpeklere yem olmuş. Diogenes’in anlattıkları bunlar; doğrusunu tanrı bilir…

Herakleitos’un Felsefesi

Onun felsefesini herkesin anlayabileceği şekilde aktarmaya çalışacağım. Felsefe sahneye çıkmadan önce tabiatta olup bitenler rahipler, büyücüler ve şairler tarafından mitolojik bir dille açıklanıyordu. Olup bitenler ruhlarla ve tabiat üstü güçlerle ilişkilendiriliyordu. Her olayın yada şeyin başında bir tanrı yada ruh bulunuyordu. Homeros ve Hesiodos gibi şairler, çok tanrılı Panteonlar oluşturmuşlardı. Yunan mitolojisi Sümerlerden ve diğer uygarlıklardan izler taşıyordu. Uygarlıkların birbirini etkilemesi olağan bir durumdur. Milattan önce 6. ve belki 7. yüzyıllarda adeta bir mucize gerçekleşti ve filozoflar tarih sahnesine çıkmaya başladılar. Başlarda daha çok bilge diye anılan bu insanların düşünme yöntemleri çok sistemli değildi. Bilgeler toplumu değiştirmek ve iyileştirmek gibi işlerle daha meşguldüler. Felsefeyi hareketli hayatlarının içinde yeterince derinleştiremediler. Yedi bilgeler diye anılan düşünürlerin neredeyse her birinin idareci veya yasa yapıcı olduğunu unutmamak gerekir. Bunlar sıradan insanlar değildi.

Bozulmuş ekonomik ve sosyal hayatı yasalarla ve farklı yollarla toparlamak, düşman tehdidine karşı halkı organize etmek, kötü yönetimleri devirmek ve çeşitli konularda öngörülerde bulunmak yaptıkları işler arasındadır. Topluma yön veren, yani aslında yol gösteren tarihi sözler de bu bilgelere aittir. Ama biz bilgeler hakkında zaten yeterince bilgi vermiştik. Bilgeler arasında filozof olarak kabul edilecekler arasında Thales ve Solon vardır. Diğerlerinin de doğa üzerine eserleri var olmakla birlikte yeterince bilgiye sahip değiliz.

Felsefenin ayak sesleri Thales ile duyulmaya başlanır. O belki de her şeyin arkasında değişmeyen bir ilke arayan ilk filozoftur. Tabiatı mitolojiden ve dinlerden bağımsız olarak kendi içinde açıklamaya çalışmak, insanlığın akla merhaba demesi olarak kabul edilebilir. Milet ekolü, bugünkü AYDIN Didim’e bağlı Balat beldesinde doğdu. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes burada felsefeyi ve aslında ilkel anlamda bilimi bizlere hediye ettiler. Thales, her şeyinin ilkesini su olarak kabul etmişti. Anaksimandros’un arkhesi Apeiron (sonsuzluk) olarak şekillendi. Anaksimenes ilkeyi hava olarak benimsemişti. Bu ilkeler her bir filozofta inceleneceği için burada detaylara girmiyorum. Bu yazımızda daha çok Herakleitos’un arkhesini, yani ateşi ele alacağım.

milet antik kenti

Arkhe: Ateş her şeyi değiştiren, dönüştüren ve oluşturan ilkenin adıdır. Bu ilke her şeye uygulanabilen, ebedi, ezeli ve değişmez niteliktedir. Ateş yakarak her şeyi değiştirir; ancak kendisinden bir şey kaybetmez. Ateş hareketli ve canlıdır; bu anlamda arkhe olmak için ideal bir adaydır.. Bir odunu veya başka bir nesneyi yakarsak, kül ve dumana dönüşür; buna karşılık ateşe hiç bir şey olmaz. Ateş değiştirse de, kendisi değişmeden varlığını sürdürür. Bunun da ötesinde yanan şeyler formlarını kaybederken aleve dönüşürler.

Ateş kendini farklı şekillerde açığa vursa da niteliği asla değişmez. O, değiştirme gücüne sahip değişmeyen bir ilkedir. Ateş Herakleitos’ta oluşturan, devindiren ve değiştiren gücün kendisidir.  Ateş hareket ve devinimi temsil eder. Arkhe onda değişimin kendisidir. Antik Yunan’da buna Genesis adı verilmiştir. Genesis değişim, dönüşüm ve devinimi ifade eden bir terimdir. Şimdi onun elimizde bulunan ateşle ilgili fragmanlarına göz atalım.

Her şey ateşle değişilir, ateş her şeyle. Altın malla mal da altınla nasıl değişilirse.

Ateş gereksinim: doyum.

Ateş havanın ölümünü yaşar, hava ateşin, su toprağın ve toprak suyun…

Ateş gelecek her şeyi yargılayıp ele geçirecek.

Bu dünya ki her şey için aynı, ne tanrı yapısı ne kul. Hep var idi ve var olacak. Bir ölümsüz ateş ki ölçüyle alevlenip ölçüyle sönen.

Ateş dönüşümleri; İlkin deniz; deniz ki yarısı toprak yarısı yakıcı. Toprak ki dağılır deniz olur ve ölçülür toprak olmadan önceki oranla.

Tanrı; gün gece, savaş barış, tokluk açlık girer türlü biçime; nasıl anılırsa ateş tütsülük baharların kokusuyla.

“Ateş ölçüyle yanar ve ölçüyle söner”

Ateş her şeyin arkasında olan ve değişmeyen ilkedir. Hilozoist anlayışta; ki Miletli filozofların tamamı hilozoisttir; madde dışarıdan bir müdahale olmadan diğer şeylere kendiliğinden dönüşebilmektedir. Yani madde hareketli ve canlıdır. Ateş bir madde olmamakla beraber, canlılık ve hareketlilik bakımından en dikkate değer şeydir. Herakleitos’un gözünden kaçmayan bu gerçek, artık onun arkhe’si yani ilkesi olacaktı. Burada dikkat etmemiz gereken önemli bir konu var. Tanrı temelli doğa açıklamalarında madde cansızdır ve onu hareket ettiren ilke tanrının bizzat kendisidir. Mitolojideki saçmalıkların farkında olan doğa filozofları, doğayı açıklarken gizemli bir ilkeye müracaat etmeyi uygun bulmamışlar. Tabiatı, kendi içinde var olan ilkelerle açıklamaya çalışmaları, aslında bilimin ilkel bir formda olsa da doğuşudur. İlkel form dememin sebebi deneyden çok akla ve gözleme dayanan bir yönteme sahip olmalarıdır.

Arkhe Herakleitos’ta Apeiron gibi soyut bir kavram değildir; buna karşılık su veya hava gibi bir madde de değildir. Ona göre oluşumun ve dönüşümün yani hareketin kendisi arkhe’dir. Madem değişmeyen tek şey değişimin kendisidir ve her şey akar, o halde bütün bunların arkasındaki akılsal ilke nedir? Ünlü filozof buna da Logos diyecektir. Onun ateşi, bildiğimiz ve gördüğümüz ateştir. Daha ince bir ateş türünden bahsetmiş olsa da o yine de ateştir. Ateşle ilgili bütün bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, aslında varlığın olmadığı ancak oluşun olduğu sonucu çıkmaz mı? Herakleitos varlığı oluşa indirgememiş midir?

Herakleitos da ateşin arkasına bir kuvvet yerleştirme gereği duymuştu. Ateşin kaynağı hakkında bir açıklama yapmasa da, arkasına Logos’u yerleştirmiştir. Fragmanlarından anladığımıza göre Logos’un arkasına da tanrıyı konumlandırmıştır. Onun gerçek arkhe modelini şu şekilde oluşturabiliriz.

Tanrı – Tanrıdan sudur eden Logos – Logostan sudur eden ateş

Şimdi bu konu ile alakalı fragmanlara göz atalım;

Bilgelik insana değil Tanrı’ya özgüdür.

Çünkü insanoğlunun tüm yasaları bir tek tanrısal yasayla beslenir.

Kendini çoğaltan bir logos var ruhta.

Akılla konuşanlar güvenmeli her şey de ortak olana; bir kent nasıl güvenirse yasalarına daha da büyük bir güvençle. Çünkü insanoğlunun tüm yasaları bir tek tanrısal yasayla beslenir.

Yukarıdaki fragmanlara göre Herakleitos bir hiyerarşi oluşturmuştur. Bu yapıya görünen şeyleri, görünen şeyleri devindiren ateşi, olup bitenleri arkasındaki aklı ve en nihayetinde bu aklın da sahibi olan tanrıyı koymuştur. O halde onun arkhe modelini tekrar oluşturalım.

Tanrı – Logos – ateş – duyumsanan şeyler

Duyumsana şeylerin gerçekliği onda maddi değildir. Ateş enerjinin görünen bir şekli olduğuna göre, onun tasarımında görünen şeylerin gerçekliği maddeden çok enerjidir. Bilimin ondan çok sonra ortaya koyduğu madde=enerji denklemini o akıl yürüterek keşfetmiş olmalıdır. Bir filozofu kendisi ile konuşarak bile anlamak zor iken; benim onu fragmanlarından yola çıkarak doğru anlamam ne kadar mümkündür?

Her şeyin kendisinden gelip yine kendisine döndüğü ve kendi içinde şeyleri dönüştürerek algılanır kılan şey, şüphesiz ki, bir birliği temsil etmektedir. Okurlar şimdi görecekleri fragmanlarda, onun aslında evrenle tanrıyı bir tutan bir panteist olduğunu anlayacaklardır. Hilozoizm, maddenin canlı olması ve herhangi bir dış etkiye ihtiyaç duymadan dönüşebilmesiydi. Herakleitos’ta durum bundan farklıdır ve aslında evren ile tanrı aynı şeyi ifade en iki farklı terimdir. Madde veya evren aynı şey ise ve Logos her şeyin arkasındaki akıllı kuvvet ise aslında gördüğümüz her şey, tanrının şu veya bu şekildeki tezahüründen ibarettir. Belki de ilk panteist ile karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir. Başka antik uygarlıklarda da benzer bir anlayışın belli belirsiz izlerine rastlamak mümkündür.

Beni değil Logos’u dinlemek bilgelik ve uyuşmak her şeyin bir olduğunda.

Bir her şeyden doğar Her şey Bir’den.

Yasa boyun eğmektir Bir’in sözüne.

Bilgelik her şeyin her şeyle yönetildiği düşünceyi bir bilmektir.

Akılla konuşanlar güvenmeli her şey de ortak olana; bir kent nasıl güvenirse yasalarına daha da büyük bir güvençle.

Çünkü insanoğlunun tüm yasaları bir tek tanrısal yasayla beslenir.

Birlikten doğan bir çokluk ve çokluktan doğan birlik anlayışı, Pisagor’da da göze çarpmaktadır. Bu konuda ondan etkilenmiş olmalıdır. Pisagor‘un bu konudaki düşüncelerini hatırlamanın tam zamanı diye düşünüyorum.

“Her şeyin başı birliktir; birlikten sonsuz ikilik çıkar; nedeni olan birliğin altında madde olarak bulunur. Birlikten ve sonsuz ikilikten sayılar çıkar; sayılardan noktalar, bunlardan çizgiler, bunlardan da düzlem şekiller çıkar. Düzlem şekillerden üç boyutlu şekiller, bunlardan da duyumlanır cisimler çıkar: Bunların ateş, su, toprak ve hava olmak üzere dört öğesi vardır: Bu Öğeler tamamıyla aralarında değişirler ve birbirlerine dönüşürler; bunlardan canlı, akıllı ve küre biçimli evren oluşur, merkezinde kendisi de küre biçimli ve her tarafında insanların yaşadığı yer vardı.” – Pisagor

Lao Tzu’nun da benzer bir birlik anlayışına sahip olduğunu söylesem sanırım bazılarımız şaşırır. Dünyanın ayrı yerlerinde yaşayan insanların, aynı dönemde benzer bir düşünsel sürece girmeleri, bir birikimin sonucu mudur; yoksa insan aklının metafizik bir patlaması mıdır? Biz felsefeciler hem fizikle hem de metafizikle ilgili olduğumuzdan, her iki ihtimali de bir kenarda tutmakta sakınca görmeyiz. Farklı kültürlerin birbirini etkilediği bilinen bir gerçektir; ancak farklı coğrafyalarda yaşayan hangi filozofların diğerlerinden haberi vardı veya yoktu, bunu bilemeyiz.

Söz doğurur Bir’i
Bir doğurur iki’yi
İki doğurur Üç’ü
Üç doğurur bin bir türü
Bin bir türün ardı karanlık
Önü aydınlık
İçi yaşam soluğu uyum yaratan
Herkes uzak durur ama
Terkedilmişten yalnızdan yoksuldan
Yine de hükümdarlar hakanlar
Ad alırlar bunları
Çünkü her şey
Ya çoğalır azaldıkça
Ya azalır çoğaldıkça
Benim öğretim de ötekilere benzer
Güçlü eremez ölümüne
Öğretimin başına yazdım bunu

Bir şey var ki ayırımsız ve yetkin
Gökle yer yokken de vardı o
Sessiz ve bir başına
Yalnız durur değişmeden
Döner gider kendi yolunu kesmeden
Sen istersen dünyanın anası de
Bilmiyorum adını
SÖZ diyorum ona
Ad bulmak güç – büyük diyorum

Büyük demek hep devingen
Hep devingen demek ırak
Irak demek geri dönen
Öyleyse
SÖZ büyük
GÖK büyük
YER büyük
Ve HAKAN büyük
Dört büyük var evrende hakan da bunlardan
İnsan yönelir yere
Yer yönelir göğe
Gök yönelir SÖZ’e
SÖZ kendine yönelir – Lao Tzu

Zıtlıklar: Oluş ve kavrayış için zıtlıklar gereklidir. Sıcak-soğuk, zevk-acı ve acı-tatlı gibi zıtlıklar, yani çatışma, oluş için kesin bir gerekliliktir. ona göre zıtlar savaşırken ortaya bir uyum ve denge çıkar. Zıtlar olmasaydı her şey yok olurdu. Bunu tabiatta bulunan kuvvetlere de uygulayabiliriz. Bir gerilim boşalmakla, başka bir nesneye etki eder ve kuvvetini aktarır. Bu zıtlıklar ona göre cezalandırılması gereken kötü şeyler değildir; bilakis oluşun olmazsa olmaz koşullardır.

Homeros, ‘Tanrılar ve insanlar arasında keşke çatışmalar sona erseydi’ demekte haksızdır; o evreni ortadan kaldırmak istediğinin farkında değildi. Çünkü eğer onun isteği yerine gelmiş olsaydı, her şey yok olurdu.

Savaş, her şeyin babası ve kralıdır. O bazılarını Tanrı, bazılarını insan yapar. Bazılarını köle, bazılarını özgür kılar.

Savaşın her şeyde ortak olduğunu ve savaşın adalet olduğunu, her şeyin savaşla doğup savaşla ortadan kalktığını bilelim.

Zıt şeyler ona göre birbirine dönüşebilmektedir. Hayat ölümle yer değiştirmektedir ve gençlik yerini ihtiyarlığa bırakmaktadır. Bir insan bugün genç iken yarın ihtiyar olacaktır. Hayat yerini ölüme terk edecektir. Gergin olan gevşeyecektir ve aç olan doyacaktır. Her şey ister zıddına olsun ister olmasın, değişim, dönüşüm ve oluşum içindedir. Değişmek, en nihayetinde bir şeyin başka bir olması demektir. O halde ihtiyarlamak bile bir oluşumdur. Oluşmakta olan ihtiyarlık ve dağılmakta olan gençliktir. Her şey an ve an değişir ve başka bir şeye dönüşür. O bunu “panta rei” (her şey akıyor) ile ifade edecektir.

Yeni, yepyeni sular akar aynı ırmağa girenlerin üstünden.

Aynı dediğimiz ırmağa girdiğimizde aslında aynı ırmağa girmeyiz.

Biziz ama bir yandan da değiliz.

İki kez giremezsin aynı ırmağa. (Platon aynı nehre bir defa bile girilemeyeceğini söyler)

Mantıkta özdeşlik ilkesi vardır. Bir şey ne ise odur; yani A=A‘dır. Herakleitos’un tarif ettiği akışa madem ben hiç bir zaman A olarak kalamıyorum, o halde beni dostlarım nasıl tanıyabiliyor? Değişimler çok küçük olduğu için, dostumun beni zihninde tasarladığı şekilden çok uzaklaşmıyorum; bu yüzden o beni tanıyabiliyor. Ben artık B, C, D veya E olmuş olsam bile o beni tanıyabiliyor. Çok iyi bir doktora çok radikal bir estetik ameliyat yaptırsam beni kesinlikle tanıyamayacaktır. İlkokul arkadaşımız 60 yıl sonra gerçekleşen bir buluşmada bizi muhtemelen tanıyamayız; çünkü biz  ‘A’ olmaktan artık çok uzaklaşmışızdır.

Platon bunun baş ağrısını çekmemiş midir? Her şey değişiyor ve hiç bir şey sabit durmuyor; o halde nasıl olur da kesin bilgiye ulaşabilirim? Bilgi nasıl mümkün olabilir? Bu durumda şeylerin ve kavramların birer ideaları olması gerektiğine karar vermişti. İdealar, değişenlerin arkasındaki değişmeyen, ezeli ve ebedi olan örneklerdir… Çiçeği ve güzelliği onların birer ideası olduğu için bilebiliyorduk. Platon bile bu anlamda Herakleitos’çu sayılabilir. Hatta, onun ve Kratylos gibilerin bazı fikirlerini Herakleitos’a atfetme alışkanlıkları olduğu söylenir.

Peki bütün bu oluş değişimin bir yasası yok mudur? Ateş başka şeylere dönüşürken ve başka şeyler de tekrar ateşe dönüşürken bu işleri idare eden bir şef yok mudur? Vardır elbette! O logostan başkası değildir. Logos’u istence sahip bir akıl olarak almak bana daha doğru geliyor. Ateşe etki edebilen bu güç aslında ateşten ayrı bir şey de değil. Görünen şeylerin tamamı onun bir dışa vurumu. Her şey o olduğuna göre bu dışa vurum aslında bir iç dışa vurumdur.

Her zaman var olsa da Logos insanlar onu duymadan önce de bir kez duyduktan sonra da kavrayamıyorlar.

Her şey bu Logos’a göre olup bitse de insanlar hiçbir şey yaşamamış gibiler.

Demek ortak olanı izlemeli. Logos Ortak olsa da çoğunluk kendine özgü düşüncesi varmış gibi yaşar.

Beni değil Logos’u dinlemek bilgelik ve uyuşmak her şeyin bir olduğunda.

Kendini çoğaltan bir logos var ruhta.

Güneş, ölçülerini aşmayacaktır. Eğer bunu yaparsa adaletin hizmetkarları olan Erinys’ler onu yakalayacaktır.

Tanrı ile evren ona göre aynı gerçeğin farklı ifadeleri demiştik. O halde Logos, Ateş, Evren ve Tanrı bir ve aynı şeydir. İbn-i Arabi de aynı tezi şu cümle ile ifade ediyordu: “Sen ben hayalat; var olan sadece Allah.” Aslında tanrı ile evreni özdeş kılmakla, evreni tanrı ile açıklamak ayrı şeylerdir. Evrenin tanrıdan bir parça olması, ancak bizzat kendisi olmaması panenteizm’dir. Muhammed İKBAL de bu Panenteist’lerden birisidir. İslam’daki vahdeti vücut anlayışına karşılık gelen panenteizm’de, her şey tanrının bir parçasıdır ancak bizzat kendisi değildir. Yani kısacası her şey tanrıdan sudur etmiştir. Herkes ilk Panteistin Spinoza olduğunu düşünür; ancak bu bir yanılgıdır. Panteizm çok daha eski bir anlayıştır.

Dama oynayan bir çocuktur zaman. Krallık çocukta!

Aklı ve gücü ile her şeye egemen olduğu için, yaptığı şeylerin belirli bir anlamı olması gerekmez. Ona göre tanrı belki de dama oynayan ve aynı zamanda kral olan bir çocuktur. Aşağıdaki fragmanla neyi kastetmiş olabilir? İnsanın varoluşsal sancıları neyle açıklanabilir? Tanrı belirli bir düzenle var ettiği şeyleri kaderine terk etmiş olabilir miydi? Aristoteles’in de dediği gibi ilk hareketi yani potansiyeli verip, var olanlara karşı özü gereği kayıtsız mıdır? Tanrı özü gereği hareketsiz midir? Panteist esintilere karşılık, evrenle pek de ilgilenmeyen bir tanrı portresi de karşımızda duruyor.

Tanrıya her şey güzel, iyi ve haklı; insana kimi haklı kimi haksız.

Bu dünya ki her şey için aynı, ne tanrı yapısı ne kul. Hep var idi ve var olacak. Bir ölümsüz ateş ki ölçüyle alevlenip ölçüyle sönen.

Görülebildiği gibi yasanın sahibi olan tanrı; tikellerle pek de ilgili görünmüyor. Logos ve ateş belirli bir potansiyelle tanrı ile var olanların arasındaki bir perdeye dönüşüyor. İnsanın şeyleri anlamlandırması tanrıyı hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. O sadece yasayı koymuş ve işler bu yasaya göre olup gitmektedir.

Tanrı; gün gece, savaş barış, tokluk açlık girer türlü biçime; nasıl anılırsa ateş tütsülük baharların kokusuyla.

Çünkü insanoğlunun tüm yasaları bir tek tanrısal yasayla beslenir.

Bu dünya düzeni ki rastgele süprüntülerden bir yığın.

Logos fikri ile rastlantısallık arasında bir çelişki yok mudur? Logos ona göre şeylere potansiyelini vermiş kenara mı çekilmiştir? Akıl artık şeylerin ve kavramların eline mi geçmiştir? Bir şeyi yapmak istemeden yapmak gibi bir tutarsızlığın kucağına düşmüş olmuyor mu? O Nietzsche’nin dediği gibi, kendisine kumdan kaleler yapan ve sonra sıkılınca da onları yıkan bir çocuk mudur? Aslında ereği (amacı) kabul ettiğini ancak bunun bir çocuğun oyun ve eğlencesi gibi ele alınması gerektiğini belirtiyor. Yani Logos bütün bu karmaşık işleri yapabilen bir güç olsa da; onun işlerini ancak bir çocuğun eğlenmesi ve oynaması şeklinde anlamlandırmak yeterli olacaktır. Daha derin anlamlar aramak yersizdir. Ufak bir sorun var;

Bilgelik insana değil Tanrı’ya özgüdür.

Nasıl olur da tanrı hem çok akıllı hem çok güçlü hem de çok bilge olabilir ve aynı zamanda keyfe keder iş yapan bir çocuk olabilir? Onda bilgelik, sadece evrenin idare edildiği ilkedir; o da şüphe yok ki Logos yada tanrıdır. Tanrının bilgeliği işleri evirip çevirmesini sağlayan akıldan ve güçten ileri geliyor. Adalet, ölçülülük, erdem, kötülük ve benzeri göreceli kavramlar kesinlikle tanrıyı bağlayan konular değildir. Derin düşünenler ona hak vermiyor değildir diye düşünüyorum. Şöyle diyor mesela;

Bilgelik her şeyin her şeyle yönetildiği düşünceyi bir bilmektir.

Yani, her şeyin her şeyle yönetildiği düşünceyi (Logosu) bilmek; evrende işlerin nasıl yürüdüğünü bilmek, gerçek bilgeliktir. Logosu olduğu gibi kabul etmek ve ona gereksiz anlamlar yüklememek de buna dahildir. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Herakleitos mitolojideki insan biçimci tanrı anlayışından kendini kesin bir çizgi ile ayırıyor. Tanrıya kendimizden yola çıkarak atfettiğimiz niteliklerini tamamını reddediyor. Mitolojiyi yerin dibine geçirdiği, başka fragmanları da yok değildir elbette; ama insana ait niteliklerin tamamını eşsiz bir şekilde reddettiği fragman bu olsa gerek. Tekrar vermek yerinde ve uygun olacaktır diye düşünüyorum.

Dama oynayan bir çocuktur zaman. Krallık çocukta!

Görelilik: Birisi için iyi olan bir başkası için kötüdür. Senin üşüdüğün havada bir başkası üşümeyebilir. Tuzlu su balığa iyi gelebilir ancak insan içerse ölür. Birçok kavram aslında görecelidir. Tanrının makro planında her şey birdir; ortada ne iyi ne de kötü vardır. Kötü ve iyi gibi kavramlar bizim algımızdan kaynaklanmaktadır. Tuzlu suyun insanı öldürmesi bir görecelilik midir?

Deniz en arı en katışık su. Balıklar içebilir iyi onlara, insanlar içemez ölümcül onlara.

Adam çocuktur Tanrı’nın gözüne; çocuk nasılsa adamın gözüne.

Tanrıya her şey güzel, iyi ve haklı; insana kimi haklı kimi haksız.

Bilgelerin bilgesi maymundur tanrının yanında, en güzel maymun nasıl çirkinse insanın yanında.

Domuz çamurla yıkanır, kümes hayvanı toz toprakla.

Tanrısal olan için ne iyi ne de kötü vardır. Amaç ve erek gibi kavramlar bile insanla alakalıdır. Amaç ve erek tanrıyla değil, onun dışavurumları ile alakalandırılabilir. Yani ateş evrendeki dönüşümleri gerçekleştirirken bunu arkasındaki akıldan aldığı emirle yani bir anlamda bir erekle yerine getirir. Ereği evrensel yasaya boyun eğmektir ve bundan öte bir erek de yoktur.

Biraz önce zıtlıklardan bahsetmiştim; bu anlayışa göre nasıl olur da kötülük iyilikle bilinebilir? Kötülük ve iyilik Logosa göre birse, bizde bu kavramlar nasıl açığa çıkmaktadır? Biz logostan, yani birlikten, birlikten doğan çokluk olmakla ayrılmış oluyoruz. İnsanın bir uzvunun, insanın kendisi olmaması gibi… Ayak Temiroslu’ya aittir ancak ayak Temiroslu’nun kendisi değildir. O halde ayak için geçerli olan şeyler Temiroslu için geçerli olmak zorunda değildir. Şeylerin, bu birliğin içinde ne şekilde var olduklarına bir açıklama getirmiş gibi durmuyor. Açıklamadan ziyade bir doxa (zan veya kanı) ile karşıya karşıya olduğumuz kesindir. Algılarımız bizi yanılmaktadır ve varlık aslında sadece oluşum ve dönüşümden ibarettir. Varlık yoktur; dönüşüm vardır ve dönüşen şey tanrının kendisidir. Biz bu durumda nasıl var olabiliyoruz?

Panteizm’in çıkmazını ileride tartışacağım. Filozoftan fazla uzaklaşmamak adına bu konuyu ayrı bir başlık altında tartışmam daha doğru olacaktır.

Kozmoloji: Herakleitos’ta bir kozmolojiden söz etmek zorlama olacaktır. Elimizde bu konuda sadece birkaç fragman var.

Ateş gelecek her şeyi yargılayıp ele geçirecek.

Güneş yaşlanınca söner ama yeniden tutuşur.

Güneş insan ayağı kadardır.

Her şeyi doğuran mevsimleri değişimleri belirleyen güneş dönemlerin denetçisi ve bekçisidir.

Güneş olmasaydı bir yıldız gecesi olurdu.

Ayı: Doğuyla batı’nın sınırıdır. Ayı’nın karşısında parlak Zeus’un sınırı var.

Güneş her gün yenidir.

Güneş ölçülerini aşamaz yoksa Erinys’ler yani Dike’nin yardımcıları bulup çıkarırlar onu.

Bu dünya ki her şey için aynı, ne tanrı yapısı ne kul. Hep var idi ve var olacak. Bir ölümsüz ateş ki ölçüyle alevlenip ölçüyle sönen.

Her şeyi yöneten yıldırımdır.

Ateş havanın ölümünü yaşar, hava ateşin, su toprağın ve toprak suyun…

Uyarak kadere dünya düzeninin değişmesi için belirli bir düzen belli bir zaman var.

Ateş’in gelip her şeyi yargılaması aslında onun çelişkilerinden birisidir. Logos’a göre iyi ve kötü birdir ve tanrısal olan için ne iyi ne de kötü vardır; bu durumda yargılanması gereken bir dünya veya insan da yoktur. Bahse konu ateş evrensel bir yangın mıdır yoksa tikel dönüşümleri mi ifade etmektedir bilinmez. Güneşin bir gün söneceğini ve tekrar yanacağını söylüyor… Varlık varlıktan meydana gelebileceğine ve yokluk var olmadığına olduğuna göre var olan şeyler de yok olmaz. Onun dönüşüm prensibine göre güneş söndükten (formunu kaybettikten) veya dönüştükten sonra elbette tekrar yanacaktır. Güneş insan ayağı kadardır derken gölge boyunu mu kast ediyor yoksa gerçekten gördüğü gibi mi yorumluyor bilemeyiz. Güneşle dünyanın konumunun mevsimleri belirlediğini biliyoruz; anlaşılan o da biliyormuş. Buradaki tespiti bana göre eşsizdir. Güneş olmasaydı yıldız gecesi olurdu demek sürekli gece olurdu demektir. Gündüz olamayacağından doğal olarak hep gece olacaktı. Güneşin ısısı ve enerjisi olmadan var olamayacağımızı göz önünde bulundurmuştur diye düşünüyorum.

Güneş her gün yenidir derken neyi kastettiğini kestirmek güç. Güneşin her gün yeniden varlığa geldiğini düşünmek anlamsız çünkü bir gün söneceğinden bahsediyor. Sönünceye kadar yanacak olan bir güneş her gün yeniden oluşamaz. Büyük ihtimalle döngüden bahsediyor olmalıdır. Yada güneşin de kendi içinde dönüşüme tabi olduğunu anlatıyor da olabilir. En nihayetinde güneş de ateşin dönüşümlerinin bir neticesidir ve sürekli devam eden değişimden o da muaf değildir.

Güneş ölçüleri aşamaz çünkü o da evrensel yasaya bağlıdır. Bu dünya derken evreni mi kast ediyor yoksa gerçekten dünyayı mı tam olarak belli değil. Dünya için hep var olduğunu var sayması pek olanaklı görünmüyor. O değişimi ve dönüşümü yadsıyacak durumda değildir. Kulun yapısı olmadığı açıktır ancak tanrı yapısı olmaması nasıl izah edilebilir. Onun bir Panteist olduğunu ve her şeyin ona göre tanrının bir dış vurumu olduğunu söylemiştik. Tanrı derken mitolojik anlamda bir tanrı profiline mi atıf yapıyor yoksa Logos ile olup bitenlerin arasına bir kademe mi koyuyor?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Yapay zeka ile sohbet serisine devam ediyorum. Ona felsefi sorular sordum. Bazen kafasını karıştırmaya ve onu çelişkiye düşürmeye çalıştım. Dönem-dönem…
Cresta Posts Box by CP