Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Pisagor Felsefesi, Hayatı Ve Sözleri

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

pisagor

Pisagor (Pythagoras) kimdir; esasen uğraştığı alanlar nelerdir ve onu eşsiz kılan nitelikler nelerdir? Konumuz felsefe tarihinin henüz başları olduğu için bazı şeyleri anlamak adına çeşitli kaynaklara başvuracağım. Felsefe ile meşgul olanların işin temellerini iyi kavraması önemlidir. Belirtmek isterim ki; bana bu konularla ilgili bir vahiy gelmedi. Bu yazıda okuyacağınız bilgilere biraz çaba ile sizler de ulaşabilirsiniz. Kaynak belirtmek felsefe ile uğraşan birinin bilgelik gereği görevidir.

Pisagor öyle birisi ki; felsefe tarihindeki önemli isimlerin hemen çoğunu etkilemiştir. O halde meşhur Pythagoras’ı olduğu kişi yapan koşulları dikkatle incelememiz yerinde bir davranış olacaktır. Onun da çağdaşlarından ve öncüllerinden etkilendiğini belirtmekte fayda var. Filozofların birbirlerinin fikirlerinden haberdar olduğu ve birbirlerini olumlu yada olumsuz bir şekilde anarak olumladıklarını söylemek mümkündür. Öyle ya; onlar birbirini olumlamasa başka kim onlara itibar edecektir?

Aristoteles’in insanları 3 sınıfa bölmüştür ve onu da bu sınıflar arasında en üstün prototip olarak göstermiştir. O Bir matematikçi, tarikat lideri, filozof ve geometrici olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmaları bunlarla da sınırlı değildir. Notalar ve akustik üzerine de ciddi çalışmaları vardır. Şimdi onun dünyasına bilebildiğimiz kadarı ile girmeye çalışalım.

Pisagor’un Hayatı

Elimizde hayatına dair çok az bilgi var. Başka filozofların atıfları ve anlatımları sayesinde onun hayatına ilişkin belli belirsiz bilgilere ulaşabiliyoruz. Öncelikle onun babasının bir yüzük yapımcısı olduğunu belirtelim. Merak edenler için belirtelim; babasının adı Mnesarkhos’tur. Onun Samos’lu olduğunu söyleyenler olduğu gibi Tyrrhenia’lı olduğunu söyleyenler de vardır. Samos Aydın Kuşadası’nın karşısında bulunan ve harika tabiatı ile meşhur Yunan adasıdır. Tyrrhenia ise bugünkü batı Anadolu bölgesine denk gelmektedir. Onun tüm anlatımlar göz önünde bulundurulduğunda Samos’lu olma ihtimali daha kuvvetlidir.

sisam adası

Samos’tan ayrılıp dayısının yanına, yani Lesbos’a gelmiştir. Burada Mısırlı rahiplere hediye etmek üzere 3 adet gümüş kupa yaptırdığı söylenir. Lesbos denilen yer bugünkü Midilli adasıdır. Dayısı sayesinde Syroslu Pherekydes’in öğrencisi olmuştur. Hocası ölünce Samos’a dönüp ileri yaşlarında olan Hermodamas’ın öğrencisi olduğu söylenir. Onun Mısır’a, İran’a ve başka yerlere gittiği ve buralarda tüm gizemli sayılan bilgileri öğrendiğini ileri sürenler vardır. Hindistan’a gidip çıplak bilgelerle görüştüğünü bile ileri sürenler vardır.

midilli adası

Seyahatlerinden Samos’a döndüğünde Polykrates’in tiran olduğunu gördü. Bundan ya kendisi rahatsız oldu yada bizzat Polykrates ondan rahatsız oldu bunu bilemiyoruz; ancak oradan Kroton’a gittiğini biliyoruz. Bu bir sürgün müydü yoksa bir kaçış mıydı; bu konu hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. Kroton güney İtalya’da bir Calabria bölgesi ilidir. Bu sebeple Pisagor felsefesi için İtalya felsefesi denmektedir. İtalya’nın o zamanlar Yunanistan’a dahil olduğunu belirterek devam edelim. Öğrencileri ile birlikte orada Aristokratik bir yönetim kurduğu ve bir anlamda yönetimi ele aldığı söylenir. Onun ve öğrencilerinin Kroton’u iyi yönettikleri de söylenenler arasındadır.

kroton antik şehri

Evli olduğunu, karısının da bir matematikçi ve filozof olduğunu biliyoruz. Şimdilik bu kadarı ile yetinerek konuyu derinleştirmeye çalışalım. Nitekim dünyada yaşamış en zeki ve gizemli insanlardan birisinin hayatına ışık tutmaya çalışıyoruz. Felsefe tarihine yön vermiş ve Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi dev filozofları öğretileri ile etkilemiş birisinden bahsediyoruz. Hatta öğrencileri milattan sonra 4. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunlara yeni Pisagorcular denmektedir. Felsefesinin ve öğretisinin etkilerini tasavvufta bile görmek mümkündür. Neyzen TEVFİK’in felsefesinin bile Pisagor’dan etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Müzik veya matematikle uğraşan hemen herkesin yolu da şu veya bu şekilde onunla kesişmektedir.

Milattan önce 570 yılında doğduğu ve yaklaşık 75 yıl yaşadığı söylenmektedir. Bu durumda ölüm tarihi olarak M.Ö. 495 yılına denk gelmektedir. Herkesin bildiği gibi o hayvan eti ve bakla yemeyen birisiydi. Bunların sebebini daha ileride açıklayacağım. Felsefe tarihini Sokrates öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırma eğilimine göre o Sokrates öncesi filozoflar grubundadır. Herakleitos’un onun hakkında söylediklerini tam da bu noktada aktarıp biraz tebessüm edelim.

Mnesarkhos oğlu Pythagoras
herkesten çok sorgulayıp durdu
ve bu yazıları seçip ayırdı

Ona göre kendi bilgeliği
çok şey bilen bir muzırın sanatıydı

(Burada onun bilgi topladığını ve bu bilgileri tasnif ettiğini belirtiyor. Bu işe felsefe adını veren Pisagor’du. Çok şey bilen yaramaz bir çocuğun sanatı olarak tarif ederek onun bu işin arkasında başka amaçları olduğunu ifade etmek istiyor olabilir.)

Düzenbazların şahıydı Pythagoras

(Onun kişiliğinde ve eylemlerinde art niyet görüyor. Düzenbazlıkla siyasi erk elde etmek isteyen bilgili ve zeki bir kişiliği tasvir ediyor. Onu kesinlikle beğenmediği ancak eserinde anarak bir anlamda da olumladığı açıktır.)

Çok bilmek öğretmez akıllı olmayı
Öğretse Hesiodos’la Pythagoras’a öğretirdi,
bir de Ksenophanes’le Hekataios’a

( Herakleitos burada hem bilgi ile akıllı olmayı ayırıyor hem de Pisagor’u kategorize ediyor. Onların bilgili ancak akıllı olmayan insanlardan olduğunu vurgulayarak kendi görüşünü de ifşa etmiş oluyor.)

Pisagor Döneminde Yunan Toplumunda Dinler

Temel olarak Heseidos mitolojisi, Homeros mitolojisi, Demeter kültü, Dionysos kültü ve Orfizm dini Yunan toplumunun dini anlayışını oluşturmaktadır. Hepsini tek-tek çok uzatmadan incelemeyi uygun buluyorum. Pisagor’u anlamak için bunun önemli olduğunu düşünenlerden birisiyim. Daha önce de belirttiğim gibi, hiç bilgi bana da vahiy yolu ile ulaşmadı. Hepsi belirli kaynaklara dayanarak yazıldı. Bu anlamda sahip olduğumuz kaynaklara katkı yapan herkese teşekkürü borç bilirim.

Diogenes Laertius, Aritoteles, Platon, Yeni Pisagorcular ve Ahmet ARSLAN hoca gibi değerli kaynaklardan faydalanarak bu yazıyı oluşturuyorum. Sadece bu yazıyı oluşturmak için tahminen 100’e yakın kaynak kullanmak zorunda kaldım. Şunu da belirtmek isterim ki bize Pisagor’dan yazılı hiç bir eser ulaşmamıştır. O halde Homeros’tan başlayarak devam edelim.

1- Homeros: Zeus gibi tanrıların kaynağı başka medeniyetler mi yoksa kendisinin bir tasarımı mı bilmiyoruz. Homeros mitolojisi daha çok asillerin hizmetinde gibidir. Homeros’un tanrı icat etmediği ve bu tanrıların zaten Yunanlıların arasında yaşayan tanrılar olduğu söylenir. Şunu biliyoruz ki; tanrıların niteliklerini belirleyen Homeros’un kendisidir. Bu anlayışın tanrıları insan biçimcidir, bunu da biliyoruz. Varlıklı ve güçlü sınıfın dininde tanrılar da ancak bizzat kendilerine benzeyebilirdi ve öyle de oldu. Hayatından memnun bu insanların tanrıları başka kime benzeyebilirdi? Bu benzerlikten yola çıkarak aslında kendilerini de tanrılaştırma eğiliminde olduklarını söyleyenler vardır. Hayatından memnun insanların cennet, cehennem, altın çağ, kurtuluş günü ve eski güzel günler gibi kavramlarla ilgilenmeleri de gerekmiyordu. Ahmet ARSLAN hocamızın görüşü de bu yöndedir.

Homeros; İliada

“Hades’te (öbür dünyada) yaşayan bir kral olmaktansa, bu dünyada
en ağır şartlar altında yaşayan bir ırgat olmayı tercih ederim.” Akhilleus

Bu dünyada rahat olanın öbür alemle ilgili tasavvurlarının bulanık olacağı açıktır. Egemen sınıfın tanrı, öte alem ve din tasarımı kendi koşullarına göre şekillenmiş ve Homeros da bu konuda üzerine düşeni yapmıştır. Homeros Herakleitos’un radarından kaçmayı başarabilmiş midir? Tahmin edebileceğiniz gibi…

Gök bilimciydi Homeros

(Burada onun ne olduğunu tanımlıyor. Muhattap almak aslında aynı zamanda bir olumlamadır.)

Yarışmalardan çıkarıp
kırbaçlamalı Homeros’u
Arkhilokhos’u da öyle

(Kastettiği şiir yarışmaları olsa gerek. Kırbaçlanmaları gerektiğini düşünmesinin sebebi büyük ihtimal ile onun eserindeki saçma sapan anlatımları olsa gerek.)

Yanılıyordu Homeros derken:
Şu çekişme ortadan kalksa
tanrılar, insanlar arasında
Uyum olmazdı müzikte
yüksek ile alçak olmasa
Canlılar olmazdı
dişi ile erkek olmasa

(Çekişme yani zıtlıklar ortadan kalkarsa varlıklar meydana gelemez ve alemde ahenk yakalanamaz demek istiyor.)

Bilgeler bilgesi Homeros gibi
Yunanlılar arasında
Yanıldı insanlar
görünür nesneleri tanımada.
Yanıltmıştı çünkü onu
bitlerini kıran çocuklar:
Görüp tuttuğumuzu bırakırız
görmeyip tutamadığımızı götürürüz
derken

(Homeros’a bilgeler bilgesi derken onunla alay mı ediyor yoksa onun gerçekten bir anlamda bilge mi olduğunu kabul ediyor? Ayırt etmek güç. Arkhe hakkında bir bilgilerinin olmadığını ve şeylerin meydana gelişi konusundaki tasavvurun hatalı olduğunu anlatıyor. Gerisini Herakleitos bölümünde detaylı olarak inceleyeceğim.)

2- Hesiodos: Toplumun tarımla, zanaatla ve diğer göreceli olarak daha düşük seviyeli işleri ile uğraşan kesimlerinin koşullarında zamanla bozulmalar oldu. Buna, köleler ve asiller adına toprakları işleyip pay verenler de dahildir. Onların yaşadığı zorluklara ve çektikleri çilelere kulak kabartan mitoloji (din) Hesiodos eli ile ortaya çıkacaktır. Fakir ve huzursuz bu kitlenin sesi o olacaktır. Yine insan biçimci tanrı anlayışına sahip olmakla birlikte artık tema değişecektir. Hesiodos insanların acılarının farkında olan ve buna uygun bir mitoloji tasarlayan yapıda olan bir şairdir. Ona göre geçmişte işler daha iyidir ancak gitgide kötüleşmektedir. İnsanlar kötüleşmiş ve bunun sonucu olarak acı ve yoksunluklar onların dünyasına egemen olmuştur.

4 ayrı kuşak insan bu dünya üzerinden gelip geçmiştir ve son kuşak da içinde yaşadığı toplumdur. Altın kuşak en iyi olan ilk kuşaktır. Bu altın kuşaktan sonra daha ahmak ve düşkün olan gümüş kuşak gelir. İtişmeler, kakışmalar ve savaşlar neticesinde bu kuşak da yok olunca sıra tunç kuşağa gelmiştir. Aynı şekilde ahmak, düşkün ve savaşçı olan bu kuşak, gümüş kuşağa rahmet okutacak cinstendir. Bunların ardından eserlerine konu teşkil eden kahramanlar kuşağı gelir. Kahramanlar kuşağı da ortadan kalkınca onun zamanında yaşayan insanları ifade eden demir kuşağı ortaya çıkar. En akılsız en düşkün ve en kötü olanlar da bunlardır. İşlerin daha da kötüye gideceğini sezinleyen Hesiodos bunu eserinde her fırsatta belirtmiştir. O kuşak halen devam ediyorsa; haksız olduğunu kim iddia edebilir?

Platon meşhur ‘Devlet‘ adlı eserinde, insanların kimisinde altın tozu bulunduğunu ve bunların en üstün insanlar olduğunu halka anlatılmasını ister. Halk bu konuda ikna edilmelidir ve hatta bizzat kendi iyilikleri için kandırılmalıdır. Platon’un gemi örneğini hatırlayalım. Dümenin başındaki tecrübeli kaptan hastalanır yada ölür. Yolcular arasında bir kaptan vardır ve bu kaptan dümene geçebileceğini belirtir. Yolcular ve tayfa işi onu bırakmak yerine dümene geçmek için kendi aralarında didişir durur. Kolay gibi görünen çözüm karmaşık bir hal alır.

Altın serpintisinden nasibini alamamış olanların içinde çeşitli daha değersiz metallerin tozları vardır. İnsanların asalet ve akla dayalı bir sınıflandırmasını yapan Platon tam bir aristokrat olduğunu bu örnekte dışa vurmaktadır. Altın da metal ideasından pay aldığına göre, metal tozu insanlar arasındaki ortak niteliktir. Buna karşılık sadece altın tozuna sahip insanlar idare etmeye hak sahibidir. Halkın kendisi için iyi olanı bilmeye imkanı yoktur, anca özünde altın tozu bulunan zümrenin bu gücü vardır. Onun Hesiodos’tan bu tasavvurunda etkilenmediğini kim söyleyebilir?

Platon’nun demokrasi karşı tutumunda sadece bir aristokrat olması tek başına bir etken değildir. Hocasının yani Sokrates’in demokratlar tarafından yargılanıp idam edilmiş olması onun bu konudaki düşüncelerini şekillendiren başka bir faktördür. Demokrasi yanlıları bildiğiniz gibi tiranlık idaresine karşı bir darbe yapıp idareyi ele almışlardı. Sokrates’te nerde ise hep yurdunda yaşamış ve olağanüstü durumlar haricinde Atina’dan çıkmamış bir kişidir. Kişiliği ve felsefesi de göz önünde bulundurulduğunda kaçması düşünülemez bir olgudur. Hesiodos’a dönelim…

Hesiodos’un işler ve günler adlı eseri etraftaki olumsuzluklara odaklanır. Adaletsizlik, kötülük, zorluk, tembellik ve haksızlık onun konuları arasındadır. Yine Herakleitos’un onun hakkındaki fragmanlarını vermek istiyorum. Yüzlerde bir tebessüme neden olan bu huysuz filozofun şiirinde o şöyle tasvir edilmektedir;

Çocuğun öğretmeni Hesiodos.
Her şeyi bildiğini sanır herkes.
Günü geceyi bilmeyen biri
Oysa birdir ikisi

(Onun doğa hakkındaki sanılarını (doxa) gerçek gibi sunduğunu ifade ediyor. Günlere ve gecelere ayrı anlamlar atfeden Hesiodos’u doğa konusundaki bilgisizliğinden ötürü kınıyor.)

Kimi günleri iyi kimi günleri kötü sayıyordu Hesiodos
Bilmiyordu çünkü her gün bir aynı

(Aynı tema devam ediyor.)

Çok bilmek öğretmez akıllı olmayı
Öğretse Hesiodos’la Pythagoras’a öğretirdi,
bir de Ksenophanes’le Hekataios’a

(Bilgili olma konusunda hakkını veriyor; fakat bu kadar bilgi ile ortaya koyabildiği saçma sapan eserde akılsızlık görüyor. Onu akıl yürütme yöntemleri konusunda tamamen bilgisiz olmakla itham ediyor. Bilgi türlerini bir anlamda tasnif etmiş oluyor. Epistemolojiye katkılarını eşsiz bir şekilde yapabilen nadir filozoflardan olduğunu söylemek isterim. Herakleitos’un felsefesine şapka çıkardığımı da belirtmek isterim.)

Hesiodos’un halkın sorunlarına değindiğini ve odak noktasının değiştiğini söyleyebiliriz.  Homeros’ta halk nerede ise hiç söz konusu edilmez; bir kere konu edildiğinde de onları aşağılayan bir sahne ile karşı karşıya kalırız. Efendisinin yanında söz etmeye kalkan birisinin şiddetli bir tokat yediği sahnedir bu. Hesiodos’ta ahlaksız tanrıların yerini halkın dertleri ile meşgul koruyucu tanrılar alır. Kötü ve ahlaksız tanrılardan iyi ve adaletli tanrılara geçişin ayak izleridir bunlar. Minos ve Miken uygarlıklarının öte dünyaya inanan bir dini anlayışa sahip olduğunu biliyoruz. Doğa tanrıçası ana temadır. Tanrıçaya adaklar adama, müzik eşliğinde ayinler yapma ve vecde kapılma gibi unsurlar göze çarpmaktadır. Doğa tanrıçasının yanında boğaya da tapmaktadırlar. Birçok farklı kültürde de bulunan, ölülerin sevdikleri eşyalarla birlikte gömülme adeti burada da vardır. Buradan hareketle çok eski Yunan dinlerinde ruh ve ölüm ötesi hayat fikrinin var olduğu sonucu çıkarılabilir.

Homeros ve Hesiodos ile birlikte halkta farklı eski inançların varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. Halkta Homeros ve Hesiodos’un çok fazla karşılık bulmadığını ve eski dinlerin daha cazip görüldüğünü de belirtmeden geçmeyelim. Daha aşağı sınıfta bulunan insanların farklı dini inanışlarının olması doğaldır. Ölümden sonra hayat fikri, acı çeken halk için en büyük bir teselli olsa gerek. Bu dünyada rahat yüzü görmeyenlerin başka bir hayatta birer kral gibi yaşayacak olmaları elbette cazip bir fikirdir. Hayata tutunmak ve hatta katlanmak için tutunulacak belki de tek dal bu dinlerin içeriklerindeki müjdelerdir diyebiliriz.

3- Demeter Kültü: Bu dinde söz konusu olan acı çeken bir bereket tanrıçasıdır. Halk gibi o da acı çekmektedir. Kızı yeraltı tanrısı tarafından kaçılınca Zeus’tan bu konuda aracılık etmesini istemiştir. Pazarlık sonucunda tanrıçanın kızı yılın sadece 1/3’ünde annesi ile birlikte olacak ve sonra tekrar yeraltına inecektir. Gizemli ayinler bu kültün göze çarpan özelliğidir. Bu ayinlere katılanlar başka birine kesinlikle bir şey anlatamazlar ve konuda yemin ederler. Herkese açık olmakla birlikte içinde gizem barındıran ayinler gerçekleştirilmektedir. Bunun istisnası yabancılardır. Halk öbür alemde birer kral gibi rahat hayat sürecektir ancak bunun için dini ve ahlaki bir arınma gereklidir. Kurallara uymak, oruç tutmak ve ritüellere katılmak zorunludur.

4- Dionysos Kültü: Yine acı çeken bir tanrı söz konusudur. Kötü titanlar tarafından parçalanarak yenen bu tanrının yüreği Athena tarafından kurtarılmış ve Zeus bu yüreği onu tekrar yaratmak üzere yutmuştur. Titanları yakıp küle döndüren Zeus yine bu küllerden insanları var etmiştir. Dionysos’u titanlar yediğine ve onların küllerinden de insanlar yaratıldığına göre de insanlarda Titanlarınkine benzer kötü yanlar vardır ve kötü yanlarından arınması şarttır. Çılgın ayinler bunlarda da görülmektedir. Şarkılar, şarap ve meşaleler törenlerin genel karakteristiğidir. Sarhoş olup transa geçmek, kutsal kabul edilen hayvanları parçalamak, kanlarını şarapla karıştırıp içmek ve etlerini çiğ olarak yemek törenlerin önemli bir kısmıdır. Tanrısal olan töz bedenlerine bu şekilde girecektir. Ahmet ARSLAN hoca bu törenle İsa peygamberin etini temsil eden ekmeğin yenmesi ve kanını temsil eden şarabın içilmesi töreni arasında benzerlik kurmaktadır. Ayinlerde fetişizm kapsamında değerlendirilebilecek cinsel ritüellerin de bulunduğunu belirtmek isterim.

Şimdi de Pisagor’u daha çok ilgilendiren ve aslında etkileyen Orpheus kültüne bakalım. Ondan önce Herakleitos’un bu işler hakkında konuştuğu bir fragmanını paylaşalım. Bakalım öfkeli Filozof bu konuda ne demiş?

“Kutsal değil insanlar arasında yapılan gizem törenleri.” Herakleitos

**************************************************************************************

Gece gezginleri, büyücüler
Bacchus rahipleri, şarap fıçısı rahibeleri
gizli ayin tacirleri

**************************************************************************************

Dionysos için geçmeseydi bu alay
söylenmeseydi ut yerleri için bu ilahiler
yaptıkları utanç verici olurdu
Uğruna çılgına döndükleri bağbozumu şenliklerinde
Dionysos’la birdir oysa Hades

*************************************************************************************

Boşuna arıtıyorlar üstlerindeki kanı yıkanarak kanda
Çamura batmışın yıkanması gibi çamurda
Gören deli der böylesine
Bir de yakarıyorlar şu yontulara
konuşuyormuş gibi evlerle
Bilmeden tanrı nedir kahraman nedir

*************************************************************************************

Öldüklerinde ne bekledikleri ne düşündükleri şeyler bekler insanları

*************************************************************************************

(Ritüellerin, ayinlerin ve bu külterin içindeki her şeyin birer saçmalıktan ibaret olduğunu biliyor ve bunu açıkça ifade ediyor.)

5- Orpheus Kültü: Bir efsane anlatılır; Orhpeus’un karısı onlar evlendikten kısa bir süre sonra ölür. Orpheus çalgısı (flüt) ile canlı-cansız şeyleri peşine takıp sürükleyebilmektedir. Onun çalgısı çok güçlüdür ve bu gücünü kullanarak yer altı diyarına iner. Orada yer altı tanrısı ile giriştiği pazarlıkta istediğini elde eder ve karısını götürmesi kabul edilir. Şart oldukça basittir; götürürken karısına dönüp bakmayacaktır. İnsan meraklı bir canlıdır ve Orpheus da şüphesiz meraklı birisidir… Dayanamayarak karısına bakar ve hades’in yolu karısı için derhal açılır. Bu durum onu delirtir ve nihayetinde öldürülür. Dikkatinizi kutsal kitaplarda da bulunan bir tema olması mutlaka çekmiştir. Tanrı Lut kavmini yok edecektir ancak onlara oradan çıkarken arkalarına bakmamalarını salık verir. Ayet’in meali şu şekildedir;

“Bu durumda artık sen, ailenle birlikte gecenin bir vaktinde yola koyul; sen onları geriden takip et; sizden hiç kimse dönüp arkasına bakmasın yalnızca emredildiğiniz yöne geçin gidin.” Hicr 65

Güney İtalya’da varlığını sürdüren bu kültlerle İonya felsefesi Pers istilası sayesinde karşı karşıya gelecektir. Milet felsefesi varlığını artık bulunduğu yerde sürdüremezdi ve göç etmek onların kaderi haline geldi. Göç edecekleri yerlerden birisi de şüphesiz güney İtalya olacaktı. Milet ekolüne dahil olmamakla birlikte o da genel anlamda İonya düşünce dünyasının bir parçasıdır. Güney İtalya’ya göç edenlerden birisi de Pisagor’dur. Pisagor Sisam adasındaki tiranlıkla başının hoş olmadığını ve güney İtalya’ya göçtüğünü daha önce söylemiştik. Gideceği yer tam olarak Kroton’dur. Felsefe, matematik, mitoloji ve din güney İtalya’da büyük bir buluşmaya hazırlanıyordu. Arkhe‘si sayı olan Pisagor’un felsefesini dinle harman edişini görmemize çok az kalmıştır.

milet antik kenti

Felsefeden uzaklaştığımı ve çok fazla detaya girdiğimi düşünenler olabilir. Pisagor’u olduğu şey haline getiren faktörleri belirlemek ve onunla ilgili iç dinamikleri ortaya koymak ancak detaylı bir çalışma ile mümkün görünmektedir. Okurun sıkılmaması için gereken tedbirleri aldığımı düşünüyorum. Bu kadar muhteşem anekdotu birlikte tek bir kaynakta sunarak doğru bir iş yaptığımı düşünüyorum. Felsefe yolculuğuna çıkacak olanları doğru hazırlamak ve kervanın bir üyesi olarak bizzat iyi hazırlanmak sahiden de doğru bir eylemdir.

Elbette onun felsefesini eleştiren Sextus Empiricus gibi filozofların görüşlerine de yer vereceğim. Daha önce de belirttiğim gibi Pisagor gibi önemli birinin anlatılması o kadar da kolay bir uğraşı değildir. Onlarca kaynaktan yararlanarak onun ve felsefesinin portresini netleştirmeye çalışacağım. Okuyanların sabırlı olmaları gerekecektir. Onu kolayca anlatmanın bir yolunu ben bulamadım ve sanırım başkaları da bulamadı. Şu var ki; tanrı anlayışı ve özellikle de tek tanrı anlayışı Milet’li filozoflarda ve daha çok ardıllarında kendini göstermeye başlamıştır. Parmenides, Herakleitos, Empedokles, Anaksimandros ve diğerlerinde, dikkatli bakan gözler için bir tek tanrı temasının var olduğu görülür. Logos veya tanrı farklı şekillerde olsa da kendini göstermektedir. O ya her yeri doldurmaktadır yada nereye bakılsa o görülmektedir.

Arkhe maddede aranmakla birlikte maddenin de arkasında işleri düzene sokan bir güç olumlanmaktadır. Arkhe bazen bir ilke ve bazen bir madde olarak tanımlanmaktadır. İşi daha da öteye götürüp Apeiron’u (sonsuz ve evelsiz) ortaya atan da tanrı tanımaz olarak kabul edilemez. Milet ve ardılları işlerin arkasında bir güç sezinlemekle beraber şeyleri ilkelerle açıklama yoluna gitmişlerdir. Aslında bilimin bebeklik hali ile karşı karşıya olduğumuz bir dönemdir. Mitos’tan Logos’a geçiş sanıldığı kadar sert olmamıştır. Onlar aynı zamanda bir uzlaşı da aramışlardır. Mitolojiden etkilenmekle birlikte insan biçimci tanrı anlayışından oldukça uzakta durdukları da bir gerçektir. İtirazlarını çok açık bir şekilde topluma rağmen yapabildiler mi ya da yapabildiler ise bunu sahip oldukları itibar sayesinde mi yaptılar; bunu belirlemek güç. Belki de o kadar da ciddiye alınmadılar ve dar anlamda bir kulübün üyeleri olarak sadece birbirlerini anladılar.

Pisagor Felsefesi

Pisagor Milet çizgisinde kabul edilebilecek bir filozof değildir. Korkunç bir zekaya sahip olduğu açıktır. Onun bir Tarikat kurduğu ve bu tarikat aracılığı ile insanlara kurtuluş için belirli davranış kalıpları dayattığı kesindir. Onun için insanlar doğuştan suçludur ve bu sebeple arınmaları gerekmektedir. Herakleitos onun hakkında Diogenes Laertios’a göre şöyle söyler;

“Mnesarkhos oğlu Pythagoras araştırma çalışmalarında bütün insanları aşmıştır ve bu yazılarından seçme yaparak, büyük bilgi ve kurnazlığa dayalı kendi bilgeliğini oluşturmuştur.”

Pisagor felsefesinde daha önce de dediğim gibi arkhe sayılardır. Evren yani doğa ancak sayılarla kavranabilir. Sayıların bilgisine sahip olanlar hakikati görmeye başlarlar. ‘Kutsal Söz’ adlı eserinde şöyle yazdığı aktarılır;

“Gençler, bu sözlerin hepsine ses çıkarmadan saygı
gösterin!” Pisagor

Diogenes yine aktarıyor; Aristoksenos’a göre Pythagoras ahlak alanındaki görüşlerinin çoğunu Delphoi rahibesi Themistokleia’dan almıştır. Onun bazı sözlerini Orpheus’a mal ettiği söylenenler arasındadır. Yaşamı büyük şenliklere benzetiyordu: “Kimi bunlara yarışmak için katılır, kimi alışveriş için; ama en iyiler seyirci olarak gelirler.” Burada seyircileri olumladığını görüyoruz. Burada aslında insanların en üstünlerinin alemi doğru bir şekilde müşahade edenler olduğunu ifade etmiş oluyor. Hayret eden kişinin büyük bir merakla alemi müşahade edip çıkarımlarda bulunması felsefe değildir de nedir? En iyi müşahade edenler de ona göre şüphesiz matematikte ileri gitmiş olan dindar filozoflardır; yani aslında kendisi ve mollalarıdır. Mollalar demişken; onun öğrencileri ikiye ayrılıyordu. Matematiğe kabiliyeti olan daha ilerici tipler ile onun dini ve ahlaki öğretileri ile meşgul daha mollavari tipler.

Aslında bölgenin dinlerinde etkilenmiş bir tarikat ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Buna karşılık felsefe tarihi içinde değerlendirilmesi de gerekmektedir. Ondan elimizde bir eser olmadığına göre ona atfedilen düşüncelerin hangilerinin gerçekten ona ait olduğunu da kesin bir şekilde tespit etmemiz mümkün değildir. Bu fikirler öğrencilerinin de olsa, temelini onun attığı felsefenin aslını belirli ölçüde yansıttığını kabul etmek yanlış olmayacaktır. Aritoteles ve Herakleitos onun hakkında en önemli kaynakları teşkil etmektedir. Pisagor’un tanrısı Apollon’dur. Bu tarikata dahil olanlar belirli bir hayat tarzını benimsemek durumundadır. Onun önemli bir atılımı tarikata kadınları kabul etmesidir. Bu tarikat zamanla siyasi bir güç haline gelecektir. Kroton’da bir yasa koyucu konumuna gelen Pisagor işi daha da ileri götürüp idareyi de ele geçirmek istemiş olabilir.

Onun önemli öğretisi ruh göçüdür. Bunu kendisi mi ortaya attı yoksa seyahat ettiği bir yerlerden mi aşırdı bilemiyoruz. Bunu Mısır’dan aldığını ileri sürenler olsa da bunu doğru kabul etmek mümkün değildir. Mısırlılarda ölümden sonra hayat vardır ancak bedenden bedene göç eden bir ruh yoktur. Reenkarnasyon tarzı bir öğreti daha çok Hindistan’a özgüdür diyebiliriz. Pisagor felsefe ve dinle uğraşadursun; çevrede artan siyasi gücü birilerini rahatsız etmede gecikmeyecektir. Bu rahatsızlık büyük bir isyana ve birkaç kişi hariç tüm Pisagor taraftarlarının öldürülmesi ile sonuçlanacaktır. Bu sırada eğer kurtuldu ise; Kroton’da kalmaya devam etmediğini tahmin etmek güç değil sanırım.

Siyasi etkileri zamanla kırılsa da başka yerlerde Pisagorculuk şu veya bu şekilde öğrencileri tarafından devam ettirilmiştir. Akuzmatikler ve matematikçiler has öğrencilerdir ve işler bir gizlilik içinde hafif esrarlı bir havada yürütülmektedir. Böyle bir tarikatın Demeter, Dionyos ve Orpheus kültünden etkilenmediğini kim söyleyebilir. Halk aradığını belki de onda bulmuştu. Philolaos (kozmolog) ve Komutan Arkhytas (matematikçi, astronom, ses bilimci ve doğa bilimci) önemli iki temsilci olarak kabul edilirler. Hatta Platon’un Arkhytas ile tanışıp ondan etkilendiği ve filozof kral fikrini buna dayandırdığı bile söylenir.

Ruh göçüne yakından bakalım. Ona göre ruh bir canlıdan diğer canlıya geçerek dolaşıp durmaktadır. Ruhun bedenden ayrı bir varlığa sahip olduğu ve bedenin ruha kirletme anlamında baskı yaptığı ortadadır. İnsan bunun farkında olmalı ve belirli davranış kalıpları ile ruhunu arındırmalıdır. İsevilik ile benzerlik dikkat çekicidir. İyi ve arınmış ruhlar bedeni terk ettikten sonra yükseklere götürülecektir ve diğer iyi ruhlarla temas edecektir. Diğerleri için ise durum doğal olarak pek de parlak değildir. Fakat diğer kültlerdeki ölüm kültü Pisagor’da yok gibidir. Öte dünyada belirli bir süre geçirdikten sonra başka bir canlının bedenine dönüş vardır. Bu döngü nerede sona ermektedir? Bu konuda kesin bir bilgimiz yoktur. Psykhe yani ruh ile beden onlar tarafından birbirinden ayrı olarak tasarlanmıştır. En azından felsefe geleneği için ruh ile beden ayrımı yapan ilk filozofun Pisagor olduğunu söyleyenler vardır. Gerçek böyle midir? Milet filozoflarında Psykhe; yani ruh ayrı bir varlığa sahip midir? Onların bakışlarını sadece doğa ile sınırlayanlar bu ikisi arasında bir ayrımın yapılmadığını düşünmektedirler. Bu şüphesiz gerçek değildir.

Et yemek bu ruh göçü inanışı sebebiyle yasaktır. Ölen birinin bir hayvanın bedeninde bir ruh olarak belirmesi mümkündür. Zihni önceleyerek böyle bir anlayış geliştirmek felsefi etkinliğinin aslında ne derece çocukça olduğunu da göstermektedir. Bir domuzun bedenine göçen ruh bir insanı insan yapan mantık niteliğine sahip değildir; oysa Diogenes’in aktardığına göre ona göre insanı insan yapan şey mantıktır. Bu durumda zihnin konumu belirsiz kalmaktadır. Ayinlerde hayvanların parçalanıp yenmesi geleneği tüm bunlara karşılık onlarda da devam etmiştir.

En önemli konu ruhun ölümsüz ve bedenden ayrı bir varlığa sahip olduğudur. Ruh yüce bir ruh ise ölümden sonra daha yukarı varlıkların bedenlerine geçer. İçine girdiği bedenin yukarı bir varlık olduğu ön kabulü tutarsızdır. Zira bu göç bir insan bedenine doğru ise aynı ruh bu insanın bedeninde iyi veya kötü olabilme potansiyeline sahiptir. Sürekli devam edegelen bir döngü söz konusu olduğu için bir hayatta yüce diğer bir hayatta alçak bir ruh haline gelebilmesi anlamına gelen bu inanç tutarsızdır. Diğer bir sorun ise bu göç eden ruhun geçmişi ile ilgili bir bilgiye sahip olup olmadığıdır. Eğer gerçekten başka bir bedende yaşadı ve hatıralarını da beraberinde yeni bedene taşıdı ise bu gelişme hep daha iyiye doğru olacaktır. Bilebildiğimiz kadarı ile hiç kimsenin geçmiş bir hayata veya hayatlara dair hatıraları yoktur. Olsaydı bile bu insan için büyük bir yük olurdu ve tüm o anılar yeni hayata uyumunu zorlaştırmış olurdu. Pisagor’un geçmiş hayatlarını hatırladığı ve farklı bedenlerde gezdiği rivayet edilmektedir. Hatta onun Hades’e gittiği ve oraları tasvir ettiği bile nakledilmektedir.

Daha da önemlisi! Bir domuz bedeninde hayat bulmuş bir ruh nasıl tekamül edecektir? Onu kim neye göre değerlendirecektir? Bir domuza en uygun davranışlara göre mi yoksa bir domuzun ortaya koyacağı insanca davranışlara göre mi ruhun gelişimi tayin edilecek? Domuz hem domuz olduğunu hem de geçmiş hayatta içinden düştüğü insan bedenini bilinci ile hareket edip domuz bedeninden kurtulmaya çalışmalıdır. Bu ise mantıksızdır!

Ruh göçünün ve üstelik tüm canlılar arasında bir geçişin mümkün olduğu bir ruh göçünün oldukça çocuksu ve ilkel bir anlayış olduğunu ve bunun felsefe tarihi açısından nerede ise bir kara leke olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Onunla ilgili bilmediğimiz birçok şey olabilir ancak ateş yanan yerden de duman çıkar. Ruh göçü Pisagor’un bizzat kendisine ait olmasa bile en azından Pisagorculara ait bir görüş gibi görünmektedir. Bu; 7 bilgelerin toplumdaki çöküşü derleyip toparlamak için ortaya koydukları akıllıca eylemlere ve Milet’li filozofların doğa eksenli felsefelerine göre açıkça bir gerilemedir.

Karşımızda çok zeki bir düzenbaz mı var; yoksa gerçekten inandığı gibi yaşayan ve felsefe ile rasyonel bir bağı olan bir dahi mi var? Bunu bilmek güç. Şeyh uçmaz müritler uçurur anlayışına uygun efsanelerden bazıları;

1- Onun bir çukur kazdığı ve o çukurda belirli bir süre yaşadığı söylenir. Çukura girmeden önce de annesine etrafta olup bitenleri not almasını tembih eder. Çukurdan çıktığında Hades’ten geldiğini ve orada çeşitli şeyler gördüğünü söyler. Hades’te Hesiodos ve Homeros’un durumları hiç de iç açıcı değildir. Üstelik o Hades’te iken bile dünyada olup bitenleri meclis üyelerine annesinin notları sayesinde tek-tek saymıştır. Bu sayede bölgede müthiş bir üne kavuşur.

2- Bazıları onun lehine bir ihbarda bulunurlar. Bölgedeki nehir Pisagor oradan her geçtiğinde onu selamlamaktadır.

3- Soyunukken kalçasını gören öğrencileri büyük bir şaşkınlık yaşar. Üstadın kalçası altındandır.

Hatırlatmakta fayda var; bunlar onun hakkında onun yaşadığı dönemden çok sonra anlatılagelen hikayelerdir. Filozoflar ve oluşturdukları akımların belirli sebeplerle saldırılara maruz kaldığı açıktır. Platon’un Demokritos nefreti herkes tarafından bilinmektedir. Durum onun kitaplarını toplatıp yakmaya karar vermeye kadar gitmiştir.

Yine onu alaya alan bazı tarihi kişiliklerden alıntılarla devam edelim.

“Pythagoras, saygın konuşmasından emin
insanları avlamak için, büyücü inanışlarına yöneldi.” Timon – Tarafta yani siyasi güç devşiren bir tarikat şeyhi olarak tasvir ediliyor.

“Şimdi gene başka bir konuya gireceğim, yol
göstereceğim.” Ksenophanes – Dönekliğine vurgu yapılıyor.

“Bir gün sopayla dövülen bir eniğin yanından geçerken
ona acımış ve şöyle demiş: Dur, vurma!
Çünkü o sevdiğim bir adamın ruhu,
bağırışını duyunca onu tanıdım.” Anonim anlatım – Ruh göçü öğretisini çocukça pazarlaması anlatılıyor.

“Aralarına düşen eğitimsiz birini ele geçirirlerse,
öğretinin gücünü onun üstünde deneyerek,
karşı savlarla, terimlerle, eşitliklerle, dolaylı
anlatımlarla,
büyüklüklerle, akıllıca, adamı şaşkına çevirmek
ve altüst etmek bunların âdetidir.” Krations (Pythagorasçı Kadın adlı oyun) – İnsanları nasıl ağlarına çektiklerini anlatıyor.

“Loksias’a kurban töreni yapıyoruz,
Pythagoras’m yöntemince,
kesinlikle hiçbir canlıyı yemeden.” Mnesimakhos – Et yemeyen tarikatın törenlerde hayvanlarında parçalandığı çeşitli fetiş ayinlerine vurgu yapılarak ikircikli tavır ortaya konuyor.

“A. Yeraltı dünyasına inip herkesi bir bir görmüş,
ama Pythagorasçılar öteki ölülerden çok ama çok
farklıymış:
Çünkü Plüton dindarlıklarından ötürü bir tek bunlarla
aynı sofraya oturuyormuş.
B. Kalender bir tanrıdan söz ediyorsun sen,
eğer pislik içinde yüzenlerle bir arada olmaktan
hoşlanıyorsa.” Aristophon (Pythagorasçı) – Yer altı dünyasını görmesi ile alay ediliyor. Kendi öğrencilerinin dindarlıktan ötürü iyi durumda olması gülünç bir şekilde ortaya konuyor. Tanrı da eğer pislik içinde yüzenlerle (Pisagor ve taraftarlar ile) birlikte olmaktan hoşlanıyorsa elden ne gelir?

“Sebze yiyorlar, üstüne su içiyorlar;
ama gençlerin hiçbiri yırtık pırtık bir harmaniyle,
bitli ve pislik içinde yaşamaya razı olamaz.” Aristophon (Pythagorasçı) – Konfora ve gösterişe düşkün olmaya karşılık et yememeleri eleştiriliyor. Aslında giydikleri kıyafetler ayırt edici birer üniforma olarak da algılanıyor olabilir.

Yazımıza her ne kadar onun durumu ile tezat oluşturuyor gibi dursa da birlikten doğan çokluk öğretisi ile devam edelim. Problem bir domuzun ne şekilde tekamül edebileceği idi… Bunu aşmanın bir yolunu bulmuş gibi görünmüyor. Ya bize gelen öğretisinde ciddi kopukluklar var yada o gerçekten ciddi bir temellendirmeye ihtiyaç duymadan kendi söylediklerine inandı.

Problem büyüktür… Bunu sürekli iyi yönde gelişim gösteren ruhun tanrısal öze dönmesi ile aşmaya çalışmıştır. Saflaşan ruh tanrıya dönecektir. Burada amaç mutlak töze dönmektir. Peki bu mutlak töz bir midir çok mudur? Diogenes’in aktardığına göre onlar şöyle kabul ediyorlardı;

“Her şeyin başı birliktir; birlikten sonsuz ikilik çıkar:
nedeni olan birliğin altında madde olarak bulunur. Birlikten
ve sonsuz ikilikten sayılar çıkar; sayılardan noktalar,
bunlardan çizgiler, bunlardan da düzlem şekiller çıkar.
Düzlem şekillerden üç boyutlu şekiller, bunlardan da
duyumlanır cisimler çıkar: Bunların ateş, su, toprak ve
hava olmak üzere dört öğesi vardır: Bu Öğeler tamamıyla
aralarında değişirler ve birbirlerine dönüşürler; bunlardan
canlı, akıllı ve küre biçimli evren oluşur, merkezinde
kendisi de küre biçimli ve her tarafında insanların yaşadığı
yer vardı.”

Aslında onun hakkında birçok çelişkili anlatımla karşılaşıyoruz. Birçok yerde ona tanrılar kelimesi yakıştırılırken birçok başka yerde tanrı kelimesi yakıştırılmaktadır. Apollon’a taptığını ve onun hanesine Demeter’in tapınağı dendiğini biliyoruz. Oysa birlikten doğan çokluğun da onun öğretisi olduğunu biliyoruz. Üstelik Empedokles ve Parmenides gibilerin ve hatta Platon’un birlik meselesine bakışlarını da az veya çok biliyoruz. Onun hakkında bize ulaşan bilgilerin yeterli olmadığını buradan da anlayabiliyoruz.

Felsefede amaç ahlak ve pratik, yani ruhu içine düşmüş olduğu bu düşkünlük durumundan kurtarmak ve asıl alanına, kutsal alana yeniden kavuşturmaktır. Bu açıdan bakıldığında ve Sokrates’in son anlarında öğrencileri ile yaptığı konuşmalar göz önünde bulundurulduğunda onun çok tanrılı olması akıldan daha uzaktır. Sokrates’in idam edilme sebebi bellidir. Onun Pisagor’dan etkilendiğini öğrencileri ile yaptığı konuşmalardan anlayabiliyoruz. Hades’e inme, orada yargılanma, orada belirli bir zaman geçirme ve sonra yine dünyaya geri dönme teması Sokrates’te de vardır. Hatta bir Diamon ona çocukluğundan beri ne yapmaması gerektiğini ihtar edip durmaktadır. Sokrates bu konuyu savunmasında daha da belirginleştirerek kendisinde bir tür vahyin bulunup bulunmadığı konusunda birçok kişiyi şüpheye düşürmüştür. Bazıları ise bunun bir imgelem veya akıl sağlığı sorunu olduğunu ileri sürmüştür.

Onun arkhesi sayı demiştik. Büyük bir matematikçinin böyle bir sonuca ulaşması belki de kaçınılmazdı. Bir dik üçgenin dik kenarlarının karelerinin toplamı hipotenüsün karesinin toplamına eşittir. Bunu keşfettiğinde 100 hayvan kurban ettiği söylenir. Mezopotamya’da bilinmeyen bir teorem değildir ancak kati olarak delillendirilmesi onun eseridir. Ancak ortada ufak bir sorun vardır. Bir kare iki eş kenar üçgen oluşturacak şekilde bölündüğünde hipotenüsün alacağı değer  √2 olacaktır. Bu ise irrasyonel bir sayıdır. İrrasyonel sayılar 6,10,9 ve 4 gibi mükemmel sayılar değildir. Bunun karşısında dehşete kapılan tarikatın ve belki de Pisagor’un kendisinin bir talebesini ifşa tehlikesine karşı denizde boğarak öldürdüğü söylenir. Pi sayısı için de aynı rivayetler söylenegelmektedir. İleride sayı konusunu daha detaylı incelemeye çalışacağım.

Onlara göre beden sağlığı tıb ile ruh sağlığı da musiki ile sağlanabilirdi. Musikide sesler konusunda Pisagorun çok önemli çalışmaları olmuştur. Telin uzunluğu ile sesler arasında matematiksel bir ilişki kurmayı başarmıştır. Oktav, quint, quart gibi zor deneyimlenebilir ses aralıklarını sayılarla ve onlar arasındaki oranlarla ölçmüştür. Buradan yola çıkarak da arkhe’yi sayı olarak belirlemiştir.

Felsefe olarak kabul edilebilecek kısım bence tam da burasıdır. Herkesin bildiği meseledir bu; ancak ben Pisagor’u derinlemesine ilk defa araştıranlar için meseleyi aktarayım. Telin uzunluğu ve kısalığı sesi etkilemektedir. Uzunluktaki değişim niceliksel bir değişimdir; oysa seste meydana gelen değişim niteliksel bir değişimdir. Niceliğin niteliği etkilemesi böylece felsefi anlamda ilk defa gün yüzüne çıkmaktadır. Buradan yola çıkarak da sayıların yani niceliğin aslında arkhe’nin kendisi olduğunu ileri sürecektir. Milletli filozofların ateş, hava, su, toprak ve Apeiron gibi ilkelerinin yerini artık sayılar almıştır diyenler olmuştur. Bu bir yanılgıdır. Ateş, hava, su ve toprak onda birlikten doğan sonsuz ikiliğin altında bir yerlerde arkhe olarak vardır. Nitekim sonsuz ikilikten sayılar bunlardan noktalar, noktalardan çizgiler, çizgilerden düzlemler ve düzlemlerden 3 boyutlu şekiller ve bu 3 boyutlu şekillerden duyumsanabilir cisimler çıkar. En nihayetinde bunların da ateş, hava, su ve toprak olmak üzere 4 öğesi vardır. Çok katmanlı bir arkhe anlayışı ile karşı karşıya kaldığımız ortadadır. Bu düşünce sisteminin milattan önce 6. yüzyılda doğmuş olan Lao Tzu’nun öğretisi (Tao Te Ching) ile ne kadar benzediğini görmekte yarar var.

Söz doğurur Bir’i
Bir doğurur iki’yi
İki doğurur Üç’ü
Üç doğurur bin bir türü
Bin bir türün ardı karanlık
Önü aydınlık
İçi yaşam soluğu uyum yaratan
Herkes uzak durur ama
Terkedilmişten yalnızdan yoksuldan
Yine de hükümdarlar hakanlar
Ad alırlar bunları
Çünkü her şey
Ya çoğalır azaldıkça
Ya azalır çoğaldıkça
Benim öğretim de ötekilere benzer
Güçlü eremez ölümüne
Öğretimin başına yazdım bunu

Bir şey var ki ayırımsız ve yetkin
Gökle yer yokken de vardı o
Sessiz ve bir başına
Yalnız durur değişmeden
Döner gider kendi yolunu kesmeden
Sen istersen dünyanın anası de
Bilmiyorum adını
SÖZ diyorum ona
Ad bulmak güç – büyük diyorum

Büyük demek hep devingen
Hep devingen demek ırak
Irak demek geri dönen
Öyleyse
SÖZ büyük
GÖK büyük
YER büyük
Ve HAKAN büyük
Dört büyük var evrende hakan da bunlardan
İnsan yönelir yere
Yer yönelir göğe
Gök yönelir SÖZ’e
SÖZ kendine yönelir

Pisagor’un Arkhe’si İle İlgili Değerlendirmem

Şeyler yani canlı veya cansız nesneler ve özne yoksa sayılar var olamaz. Oysa şeyler var olunca ister istemez sayılar da onlarla birlikte var olur. Ne sayılar ne de şeyler bir diğeri olmadan var olamaz. Şeyler sayılabilir ve ölçülebilir niteliktedir. O halde geometri de şeylerle birlikte var olmaktadır. Şeyler geometriden bağımsız olarak bir forma sahip olamayacaklarından bu gerçeği kabul etmemiz gerekir. Soyut matematik nesneler olmadan; sadece öznenin var olması ile mümkün müdür? Özne tanrı değil de insansa bu yine mümkün değildir. Oysa özne yani bilinçli var olan bir bedene sahip ise; hem geometri hem de matematik mümkün demektir. Beden olmadan salt zihinde ne geometri ne de matematik mümkündür.

Oysa ne şeyler ne matematik ne de geometri birlikte var olmaları zorunlu olmalarına karşılık herhangi bir şeyi var edecek potansiyele sahip değildirler. Var edilmiş ve hiç bir şey var etmemiş şeyler mutlaka bir var edeni gerektirir. Hiç bir şey yoktan var olamayacağına göre ve yokluk yok olduğuna göre hep var olan Logos, şeyleri ve onlarla birlikte ortaya çıkan derecesi daha düşük varlıkları (nitelik, sıfat veya ilinek) kendinden var etmiştir. Logosun yani tanrının ne olduğu bilinemez. O kendini ne ifşa etmiştir ne de bizim idrakimizin sınırları içerisindedir. Tanrı ile ortaya konacak her düşünce birer doxa’dan ibaret olacaktır. Ortada sadece onun eseri vardır.

Ne sayılar, ne toprak, ne su, ne hava ne de ateş arkhe olamaz. Arkhe bunların da ötesindeki güçtür. Gerçek var olan da odur. Pisagor’un arkhesi kendi buluşu olan teorisi tarafından haince arkadan vurulmuştur. Bir kareyi iki tane üçgen çıkacak şekilde böldüğümüzde ve bu karenin kenarları 1 olarak alındığında hipotenüs için kök 2 gibi bir değer çıkmaktadır. Sebebi şüphesiz ki Pisagor teoreminin kendisidir. 1²+ 1² = Hipotenüs’in karesi olacağından ortaya √2 gibi irrasyonel bir sayı çıkacaktır. Bu büyük bir sorundur. O zamanki anlayışa göre bu logosa yani rasyonaliteye büyük bir darbeydi. Matematiğin önemi konusunda aslında haklıydı. Günümüzde sayılardan kaçabilen ve bilim adını alabilen çok nadir disiplin vardır. 

Hippasos bunu ifşa eden veya bulan kişi olarak onların tasavvurlarına gölge düşürmüştü. Onun denize atılmak sureti ile öldürülmesi de bu sebeple olmuştu. Rivayetler bu şekilde… Onlara göre göklerde de sayıların ve sesin uyumu aranmalıdır. Bu tanrısal ses her şeye çeki düzen veren sestir. Matematik ise ahengin teminatıdır. Mükemmel sayıları ile ilgili uyumsuz gibi görünen arızalar da çeşitli hileler ile düzeltilmelidir. Aristoteles 9 gök cismi var olmasına karşılık onların bunu 10’a tamamladığını söyler. Astronomiyle ilgili kendilerinden öncekilerden etkilendikleri ancak buna rağmen kendilerine has bir görüşleri vardır. Yer onlara göre ilk kez bir gezegen olarak tanımlanmıştır. Yerin hareketine bağlı olarak da çeşitli mevsimleri açıklama yoluna gitmişleridir. 

Onların bana göre sezinledikleri en önemli şey frekans yani göksel sestir. Gök cisimleri arasındaki mesafenin müzikteki aralıklarla ölçülmeye çalışılmasını o kadar önemsemiyorum. Gezegenler (gök cisimleri) hareket ederken ortaya insanların duyamadığı ilahi bir ses çıkmaktadır. Ses eşiğini tespit ettiklerinin farkında olduklarını kabul etmek için yeterli nedenimiz yok. Apollon’un lir çaldığını unutmamak gerekir. Göksel lir çalındıkça ahenk devam etmektedir. Göksel lir, yani tanrının frekansı, yani en nihayetinde tanrının iradesi ve gücü ile ahenk korunmaktadır. Yer sonsuz havanın içindedir. Yer bu havadan solur ve şeyler birbirinden ayrılır. Anaksimenes etkisini burada açık bir şekilde görebiliyoruz. Şeyler meydana geldiğine göre artık çokluk da meydana gelmiş demektir. Şeyler yani çokluk aynı zamanda sayıların da meydana gelmesi demek değil midir? Onlara göre üçgen şeklinde sıralanmış 183 dünya mevcuttur. Bunu neye dayanarak ortaya attılar bilmek güçtür.

Hekimlikte de uyumu aradıklarını görüyoruz. Onlara göre zıtların bedende birbiri ile uyumlu bir oranda var olması sağlığa işaret eder. Bu uyum bozulunca ayni bu zıtlardan biri kendi zıddına üstün gelirse iş hekime düşmektedir. Hekim bu uyumu sağlayarak hastaya şifa verir.

Pisagorculukta Mitoloji Ve Din Etkisi

Mitoloji ve din sadece bir yönetim aracı değildir; aynı zamanda bir anlam ve teselli aracıdır. Asiller bu dünyadan o kadar memnundur ki ölümden sonraki hayatla nerede ise hiç ilgileri yoktur tezi çürüktür. Onlar da hastalanmakta ve ölmektedir. İhtiyarlık ve ihtiyarlığın sebep olduğu maddi manevi kayıplara onlar da muhataptır. Dolayısı hiç bir şekilde anlam arama gereği duymadılar tezi bir kenara atılmalıdır. Homeros’tan bu tarz çıkarımlar yapanlar (Ahmet ARSLAN) gibi şüphe yoktur ki sığ bir değerlendirme yapmaktadırlar. Başka yorumcuların etkisinde kaldıklarına şüphe yoktur.

Din mitoloji benzerliğine bu noktada bir örnek vermek yerinde olacaktır. İnsanlar hadesi boyladıktan sonra belirli ırmakları geçmek üzere beklerler. 5 ırmak söz konusudur ve bunlardan birisi de Lete ırmağıdır. Lete şüphesiz aynı zamanda bir tanrıçadır. ‘Lete’ unutmak kökünden gelen bir kelime olduğuna göre demek ki Lete nehri de unutuşun nehridir.

Bu nehirlerin her birinin geçileceği açıktır. Hades’e inenlerin işi bu dünyada da olduğu gibi yine zordur. Tanrı veya tanrılar hiç bir aşamada kolaylaştırıcı olmaya yanaşmamaktadır. Kayıkçı Karon gelip onları karşıya geçirene kadar orada bekleyeceklerdir. Daha önlerinde Akheron nehri macerası vardır ancak konumuz bu olmadığından kısa keseceğim. Ölürken veya hayatta dayanılmaz acılar çeken bu insanlar burada anıları ile baş başadır. Bekleyiş esnasında dünyada çektikleri tüm acıların anıları yanlarındadır. Lete ırmağının suyu hafızayı temizleme özelliğine sahiptir. Ondan içenler çektikleri acıları unutmaktadır.

Fakat ortada bir sorun vardır… Bu nehrin suyu bir kaba girmemektedir ve herhangi bir şeyin içine doldurma imkanı yoktur. Bu suda ayrıca bir tuzak daha vardır. Evet; biraz içince acılarınızı unutabiliyorsunuz ancak fazla içerseniz tüm anılarınız gidiyor. Aslında sizi siz yapan o çok değerli anılar da uçup gidiyor. Ailenizi, sevdiğiniz insanı, arkadaşlarınızı, muhteşem duygular hissettiğiniz bir gün batımı anını velhasıl kelam iyi kötü tüm bir hayatı unutuyorsunuz.

Nehri acı tatlı anılarla birlikte geçmek ile ölçüyü kaçırıp yolculuğa içi boşalmış bir ruh olarak devam etmek arasında seçim yapılmalıdır. Bizi biz yapan şeyleri taşımaya devam mı edelim yoksa biz olmaktan vazgeçip nehrin suyundan bol-bol içelim mi? İnsan orada beklerken böyle bir ikilemle karşı karşıyadır.

Yani Pisagor’u onca zekasına rağmen mitolojiden tamamen kopmuş ancak bunu salt siyasi nüfuz elde etmek için kullanan bir prototip olarak tasarlamak doğru değildir. Onun tarikatı başlı başına bir din olmayıp daha çok o toplumun dini inanışlarından ortaya çıkan bir sentezdir.

Toplumun çok ilerisinde olduğu açıktır ancak içinde yaşadığı toplumdan etkilendiği de açıktır ve bu doğaldır. Pisagor insanların acılarının farkında olacak kadar zekidir. Onun amacı artık onlara eşyanın hakikati hakkında bilgi vermek değildir; o insanları kurtuluşa davet etmektedir. Bu cazip bir fikirdir. Bu dünyada yüzü gülmeyenler belirli kurallara bağlı yaşayarak arınacak ve tanrısal öze geri döneceklerdir. Bir nevi tanrılaşma veya tanrıya benzeme süreci olarak adlandırabileceğimiz bir sürece sınıf gözetilmeksizin dahil olacaklardır. Bir anlamda eşitlikçi bir tarikatın başındaki tanrısal adamdan cazip bir çağrıdır bu.

Bu çağrı sadece halkta değil bölgedeki asillerde de karşılık bulacaktır. Bunun zamanla doğal olarak siyasi bir etkiye dönüşmesi anlaşılabilir bir şeydir. İnsanın olduğu yerde problemlerin olacağı da açıktır. Belirli zaaflara sahip tarikat mensupları keseri zamanla tek taraflı çalıştırmış olabilir. Bunun onlara tâbi olmayan kesimlerde bir öfke birikimine sebep olacağı açıktır. Sonları da böyle gelmiş olmalıdır. Büyük bir katliam ve bu katliamdan kurtulabilen birkaç kişi…

Pisagor’un tanrısı Apollon demiştik; bunun ne kadar doğru bir seçim olduğunu Apollon’u biraz inceledikten sonra görebiliriz. Apollon müziğin, tıbbın, hastalıkların, ışığın, dürüstlüğün ve kehanetin tanrısıdır. Sanırım onun tercihinin isabeti hakkında herkeste bir ışık belirmiştir. Apollon lir çalan hatta müzler korosunun başı olan bir tanrıdır. Müzler (musalar) kimdir diye merak edenler için söyleyeyim onlar ilham perilerdir. Zeus’un 9 gecelik bir aşk macerası sonucunda tam 9 tane perimiz olmuştur. Flüt. komedi, trajedi, lir, dans, astronomi ve çeşitli şiir türleri bu perilerin ilgi alanlarıdır. Bunların kurduğu koronun başında da Apollon vardır.

Apollon yalan söylemez, insanlara tıbbı öğretir, insanları hasta eder, insanları iyileştirir, iyi ok atar ve yakışıklıdır. Orfe öğretisine göre ilham, sezgi ve vicdanın sembolüdür. Daphne’yi elde etmeye çalıştığı ve bu bakire kalmaya yeminli perinin namusunu babası Peneus’un onu defne ağacına çevirerek kurtardığını biliyoruz. Apollon “Seni unutursam ne olayım.” diyerek biraz arabeske bağlayarak oradan uzaklaşır. Phyton ejderini mağarada öldüren de odur. Hermese sihirli bir asa armağan eden ve Zeus’a kumpas kuranlardan birisi de yine odur. Zeus kumpastan kurtulunca buna ve diğerlerine duvar örme cezası verir. Çalışmak tanrılar için büyük bir zulüm olsa gerek. Apollon daha çok lir çalarak bölgenin kralının koyunlarını korumakla işe katkı verir. Aslında onun hayatının bir dönemde çobanlık yaptığını söylemek doğrudur.

Üç uçlu yabayla (3 uçlu tarım aleti – Türk filmlerinde samanlıkta adam öldürmek için kullanılan alet) yunusu göğe takım yıldızı olarak yerleştirir.

Dikkat; lirini Orpheus’a henüz o çocukken vermiştir! Gerçi Orpheus sonraları flüt çalmayı tercih edecektir ama en nihayetinde müzisyenliğinin kökenlerini burada görebiliyoruz.

Karısı onu aldatır o da Artemis’i yani kız kardeşini onun üzerine yollar. Oğlunu da bu sadakatsiz kadının elinden alıp yetiştirmesi için at adama verir.

Niobe’yi Artemisle birlikte cezalandıran odur; gerekçesi de kibirdir.

Flüt çalmakta mahir birisi ile yarışmaya katılır… Marsias yarışmayı kazanır ama aslında iyi bir şey yapmaz. Ağaca bağlanıp canlı olarak derisi yüzülür. Jüri üyesi Midas da nasibini alacaktır bu işten… Madem oyunu Marsias’tan yana kullanmıştı, kulaklarında bir problem olmalıydı. Apollon onun kulaklarını eşek kulaklarına çevirecekti. Bu ceza derisinin yüzülmesinden şüphesiz daha makuldür.

İnandığı tanrıya da kabaca göz attıktan sonra onu anlama yolunda biraz daha ilerlemiş olabileceğimizi düşünüyorum. Tek tanrıcılığa geçişin ayak izlerini birlik öğretisinde görmekle beraber henüz mitolojilerin etkilerini de onda görebiliyoruz. Ksenophanes’in onun ruh göçü öğretisi ile alay ettiğini hatırlayalım. Gerçekten tek tanrıcılığa geçişi aslında Ksenophanes temsil etmektedir. Milet’li filozoflarda da bu tema belli belirsiz vardır. Herakleitos’ta yani Efes’te, bu anlayış daha belirgindir. İlginçtir ki Ksenophanes de Herakleitos’un eleştirilerinden nasibini almıştır. Herakleitos’ta değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Her şey bir değişim ve dönüşüm içindedir yani hareket halindedir. Onda zıtlıkların varlığı algılanan şeylerin varlığının sebebidir. Görecelilik onun felsefesinin önemli konularından birsidir. Kimisi için iyi olan başkası için kötüdür. Onun arkhesi ateştir. Ateş enerjiyi mi temsil etmektedir yoksa kastettiği gerçekten ateş midir bunu tam olarak bilmek mümkün değildir. Sofistleri ve Pisagorcuları felsefesi ile etkilemiş gibi görünmektedir. Karşılıklı bir etkileşimden bahsedenler de tamamen haksız değildir. Aslında o tüm felsefe tarihini etkilemiştir. Ama konumuz Pisagor olduğu için konuyu burada daha fazla uzatmak istemiyorum. Zıtlıklar Pisagorcuların felsefesi içerisinde kendine önemli bir yer bulacaktır. Herakleitos ondan ve feslefesinden elbette haz etmeyecektir. Onun zekasının farkındadır buna karşılık onun amaçlarının ve kişiliğinin de farkındadır.

Pisagor felsefesini özetlemek gerekir ise;

1- Nicelikteki değişim nitelikte değişikliğe meydana getirmektedir.

2- Arkhe sayılardır.

3- Ruh ve beden birbirinden ayrı birer varlıktır.

4- Ruhlar bedenden bedene göçmektedir. Arınan ve tekamül eden ruh tanrısal olan yere yani gerçek yurduna dönme hakkı kazanıp ruh göçü döngüsünden kurtulabilir.

5- Evrende hareketten meydana gelen tanrısal bir ses vardır. Bu ses aslında bir nevi tanrının ses veya eyleyişlerinin frekansıdır.

6- Birlikten doğan bir çokluk vardır. Çok katmanlı bir arkhe sistemi vardır. Sayıların, şekillerin, maddenin, ateşin, suyun, havanın ve toprağın üstünde sonsuz ikilik ve sonsuz ikiliğin de üstünde birlik vardır.

7- Zıtlıklar olumlanmakta ve şeylerin var olmaları bir şekilde bu zıtlıklara bağlanmaktadır. En azından algılanabilir olmaları bu zıtlıklar sayesindedir.

8- Matematik olup bitenlerin arkasındakini sır perdesini aralayan bir ilkedir. Matematik bilmeyen hakikati de bilemez.

Şimdi de kuşkucu Sextus Empiricus’un onun felsefesi ile ilgili eleştiriye yer vermek istiyorum. Sextus bilindiği gibi Pyrrhon’un kuşkuluk ekolündendir. Kuşkucuların dogmatik gibi görünen felsefi temalarla sorunlar yaşayacağı da açıktır. Nitekim o da Pisagor’un felsefesini eleştirmekten geri durmamıştır. Yunus Emre AKBAY‘ın çalışmasından doğrudan paylaşmak istiyorum.

Sextus’a göre Pythagoras (MÖ. 570-495) ve takipçileri varlığın özünü aşkın sayılar olarak
kabul ederler. Bu anlayışta var olan her şey, sayılardan varlığa gelmiştir. Aşkın sayılar sayesinde
duyumsanan dünya var olmuştur. 1, 2, 3 ve 4 sayısının toplamı olan 10 sayısı (tetraktis) mükemmel
sayıdır; evren bu sayılara uygun ve onlara denk düşen bir matematiksel/mantıksal yapıyla kavranabilir
ve açıklanabilir. 30 Sextus’a göre Pythagorasçılar, “tüm şeyleri sayılara benzer” kabul etmekte,
duyumsanan cisimlerin oluşumu, duyumsanmayan aşkın sayıların yahut nedenlerin sayesinde
gerçekleştiğini belirtmekte ve yargının (kavramlardan oluşan önermenin) sayıları bilen akılla
gerçekleştiğini söylemektedirler. 31 Nitekim tüm sayılar, Bir sayısından türerler. Bir sayısı ise
düşünülür bir monat olarak aşkın özlerin özüdür.32 Şu halde kavram, içeriğini duyum verileriyle değil,
bu aşkın özden aldığı sürece doğru bilgi (episteme) özlere uygun olarak bilen öznede hakikatin
bilinmesini sağlayacaktır. Yani kavrama, akledilen varlıklar olan sayılar temelindeki ilişkiyi
kavramadır, kavram da ancak bu ilişkinin zihnileştirilmesidir. Kavramın dış dünyaya denkliği,
duyumlar ve algılar üzerinden değil, akılsallar (noeta/noeton) üzerinden tesis edilmektedir. Dış
dünyanın duyumları ve etkilenimlerini yadsıyan bu ekol, Sextus açısından kavramın içeriğini aşkın
bir kurguyla var kılarak, duyusal kavramayı imkânsız hale getirmektedir.

Şimdi de Aristoteles‘in onlar hakkında söylediklerine kulak kabartalım.

1- Bazı Pisagorculara göre sayıların ilkeleri her şeyin ilkeleridir. Her şey uyum ve sayıdan ibarettir. Her şey sayılardan çıkar yine sayılara döner. Sayılar şeylerin içkin nedenleri ve tözüdür.

2- Diğerlerine göre ise şeyler sayıları taklit edilecek birer örnek olarak kullanmaktadırlar. Bir nevi kopya hükmünde olan şeyler aslında taklite ettikleri sayılardan farklı şeyler de değildir.

Platon’nun sayı ideasının kökenlerini sanırım tüm okurlar sezinlemiştir. Gerçi Platon’un Pisagordan ayrı olarak düşünülmesi oldukça güçtür. İki filozofu aynı geleneğin devamı olarak düşünülmesi yanlış olmasa gerek. Platon’nun doğa bilimlerinden çok matematik ile ilgili olduğu bilinmektedir. Eserleri bize kadar ulaştığından onun Pisagorculuktan ne kadar çok etkilendiğini anlayabiliyoruz. Pisagorcularda ‘0’ rakamı yoktur ve onlar için sayılar soyut kavramlar değildir. Onların sayılara bakışı bugünkü algımızdan farklıdır. Onlar sayıları noktalarla göstermişlerdir.

Yine Aristoteles’ten bu konuda bir atfa yer verelim.

Eurytus adında bir Pythagorasçı, insanın veya atın sayısını bulmak üzere şematik olarak insana veya ata benzeyen bir şekil meydana getirmek için kaç tane çakıl tanesine ihtiyaç olduğunu araştırmakta ve bulduğu miktarı insanın veya atın sayısı olarak kabul etmekteydi (Metafizik, 1092 b 8).

Sayılarla ilgili garip inanışları olan bir tarikat ile karşı karşıya olduğumuz kesin. Mesela 1+2+3+4 = 10 olduğuna göre ve ilk 4 sayının toplamı 10 ettiğine göre 10 mükemmel sayılardan birisidir. Veya 1*2*3 = 6 olduğuna göre; yani ilk 3 sayının çarpımı hem de 6 rakamının bölenlerinin çarpımı 6 olduğuna göre 6 mükemmel sayıdır. Şimdi Ahmet ARSLAN hocamızdan bir alıntı ile devam edelim. Sayılarla ilgili esrarlı ilimleri onlarla başlatmak doğru mudur bilmiyorum; ancak bu geleneğe katkı yaptıklarını söyleyebilirim.

Örneğin onlara göre uygun zaman veya fırsat (kairos) 7, evlilik 3 veya 5, adalet 4 veya 9’du. Evliliğin neden başka herhangi bir sayı değil de 3 olduğunu araştırdığımızda şundan daha inandırıcı bir açıklama bulamamaktayız: Evlilikte üç farklı unsur, karı, koca ve çocuklar vardır. Peki onun 5 olduğunu ileri sürenler neye dayanmaktaydılar? 5’in ilk çift sayı olan 2 ile ilk tek sayı olan 3’ün toplamı olmasına (Çünkü 1’in kendisi bir sayı olarak kabul edilmemekteydi. O, sayı değil, birimdi veya ilkeydi). Bu durumda da bu ilk çift ve tek sayılar karı ve kocayı temsil etmekteydi.

Peki adalet neden 4 veya 9 idi? Herhalde bunun nedeni 4’ün ilk çift sayının, 9’un ilk tek sayının kendi kendisiyle çarpılması sonucu ortaya çıkan sayılar olmaları veya adalette bulunan karşılıklılık ilkesini,4 veya 9’un birer kare sayı olmalarından dolayı en uygun bir biçimde ifade etmeleriydi. Çünkü bildiğimiz gibi gerek 4, gerekse 9 Pythagorasçıların sayıları geometrik figürlerle ifade etmeleri yöntemine göre birer kare sayıdır. Kare bir sayıda ise bütün kenarlar birbirlerine eşittir. Adalette önemli olan da eşitlik veya karşılıklılıktır.

Sayıları arkhe olarak alanlar sayıların kaynağı hakkında da fikir yürütmüş olmalıdır. Söylenenlerin aksine Apeiron onlarda da önemli bir temadır. Sonlu olan ancak sonsuz olan ile açıklanabilirdi. Çokluk ancak birlikten doğabilirdi. Söz konusu edilen şey arkhe ise bu doğal olarak böyle olmalıdır. Aradığımız şey değişmeyen ve olup biten şeylerin arkasındaki bir ilke değil miydi? Değişmeyen, ezeli ve ebedi kavramları Apeiron’a kaçınılmaz olarak göz kırpmaktadır. Arkhe bir anlamda da ahenk demektir. Bütün işleri çekip çeviren ilke anlamında aldığınızda yani madde anlamında almadığınızda tasdik ettiğiniz şey uyumun ta kendisidir. Çünkü ana maddeye etki eden şeyin maddi olmayan arkhe (logos, Apeiron veya tanrı) olsa gerek. Evrendeki bütün şeyler bu yasaya boyun eğdiğine göre ve işlerin oluş, dönüşüm ve bozuluşunda aynı yasanın etkileri olduğuna göre maddeden ayrı bir ilkeye de ihtiyaç vardır. Anaksimandros’un bu konuda onları etkilediği söylenebilir.

Sayılar madde ile tanrı arasında yer alan üçüncü tür bir arkhe prototipi olarak değerlendirebilir. Eşyanın bizzat kendisi olmayan ancak eşyada ve öznede ortaya çıkan matematik ve geometri uyum ve ahengin tanrısal teminatı olarak ele alınmaktadır. O halde Pisagorcularda Tanrı, sayılar ve madde olmak üzere 3 arkhe olsa gerek. Maddenin içine neleri koyduklarını tam olarak bilmemekle beraber atomcu da olmadıklarını biliyoruz. Her yere egemen olan havanın küçük zerrelerden oluştuğunu kabul ettiklerini düşünmek yanlış olmaz. Havayı bir atom olarak değil de bir öğe olarak aldıkları göz önünde bulundurulunca, onların da küçük zerreleri sezinlediği söylenebilir. Zıtlıkların onların evreni açıklamada kullandıkları bir düşünce olduğunu biliyoruz. Herakleitos ateşi arkhe olarak alırken zıtlıkları da beraberinde anmıştır. Aklımıza tam da bu noktada Zerdüşt gelmektedir. Zerdüştlüğün Yunan felsefesine hiç etki etmediğini iddia edip felsefe milliyetçiliğini aşırı ileri götüren bir anlayış varlığını bugün de sürdürmektedir. Batının böylesi muhteşem bir tarih kesitine sahip çıkması anlaşılabilir bir şeydir.

Ancak zıtlıklar, ruh göçü, ateş, hava-su-toprak gibi düşünceler daha önce ifade edilmemiş konular değildir. Şimdi de bunu temellendirmemiz gerekiyor. Öncelikle tenasüh dediğimiz kavrama bakalım… Mısır, Kelti, Maya ve İnka uygarlıklarında bu anlayışın çok eskilerden beri var olduğunu biliyoruz. İskandinav (Kuzey) mitolojisinde de böyle bir anlayışın var olduğunu biliyoruz. Kuzey mitolojisinin Yunanlılara pek etki etmediği açıktır. Onlar o dönemlerde bilinenin aksine Cermenleri de barbar olarak kabul etmektedirler. Doğu onların sürekli etkileşim içinde bulundukları ileri bir medeniyettir. Bu etkileşime savaşları ve ticareti dahil edebilirsiniz. Pisagor’un Hindistan ve İran gibi coğrafyalara seyahatler yaptığı söylenir. Perslilerle Yunanlıların etkileşmek için seyahatlere pek de ihtiyaçları olmadığı açıktır. Sürekli savaşan iki millet birbirini şüphesiz ki iyi tanıyacaktır. Hindistan göreceli olarak biraz daha uzak bir coğrafyadır. Pyrrhon ve hocasının Hindistan seyahati Diogenes Laertius’ta anlatılmaktadır. Başka filozofların da Hindistan’a gittikleri yönünde anlatımlar mevcuttur. 

Heredot’a göre ruh göçü kavramı Yunanistan’a Mısır’dan gelmiştir. Fakat bu tam olarak da böyle değildir çünkü Flinders PetreiÖlüler Kitabı’na ve eski Mısır kültürüne ait hiyerogliflerdeki bazı resimlere dayanarak Mısır düşüncesindeki tenâsüh fikrinin en geç milâttan sonra V. asra kadar gittiğini söyler. Ona göre bu inanç büyük ihtimalle İran istilâsıyla birlikte Fars kültüründen Mısır’a intikal etmiştir. Bütün bunlara karşılık ruh göçü kavramının İran’dan ziyade Hint coğrafyasında daha yaygın olduğu bilinmektedir. Belki de Hindistan’dan İran’a, oradan da Mısır’a intikal etmiş olabilir. Mısır’dan Yunanistan’a ulaşması şüphesiz ki zor olmayacaktır. İki medeniyet arsındaki bilgi anlamındaki etkileşimi biliyoruz.

Samsara (ruh göçü) öğretisi Hindistan’da Carvaka mezhebi dışındaki tüm mezhep ve okullarda kabul görmüştür buna karşılık bu kavram vedalarda yer almaz. Vedalarda ölen kişinin sonsuz ruhu ya iyilik diyarına (Svarga) yada eziyet ve ceza diyarına (Naraka-Loka) göç eder. İslam’dakine benzer bir anlayışla öte alemde ruhlar bu dünyada yaptıklarına göre ebediyen mükafat görmektedirler. Aksi durumda ebediyen ceza görmek vardır. Upaşinad ve Brahmanalar’da işler değişir ve Samsara gündeme gelir. 

A. L. Herman gibi bazı çağdaş araştırmacılar samsarayı kökü Vedalar’a dayanan, tarihî süreç içerisinde gelişen ve Gita’da son biçimini alan bir inanç olarak görür. Buna göre Hint samsara inancı dört temel varsayıma dayanmaktadır. 

1. Ruh vardır ve her zaman bir bedenle beraberdir, ancak maddî bedenle özdeş değildir. Hint düşüncesinde iki farklı ruh anlayışı dikkati çeker. Vedanta’ya göre ruh ayrı bir ferdiyeti olmayan tanrısal bir yansımadır. Dolayısıyla tenâsüh tanrısal cevherin belirli bir süre için belli bir bedende tezahüründen ibarettir. Ruhu ferdiyeti olan, saf, basit ve ezelî bir cevher şeklinde gören anlayışa göre tenâsüh gerçek anlamda bir ruh göçüdür. 

2. Ruh bir bedeni terkederek çok değişik mahiyetteki başka bedenlere girebilme ve bu bedenlerde yeniden bedenleşebilme özelliğine sahiptir; bütün cüzlerin bilgisine ulaşıncaya veya Tanrı ile ayniyetini idrak edinceye kadar bu özelliğini sürdürür. 

3. Ruhun yeniden bedenleşme için hareketi yeryüzüne doğrudur ve bu süreç nihaî aydınlanmaya kadar devam eder. 

4. Ruhun gideceği âlem ve gireceği beden onun önceki bedenlerinde yaptığı işlerin ahlâkî niteliğine göre değişir. Herman’a göre bu varsayımlardan ilk ikisi Vedalar’da, üçüncüsü Brahmanalar’da, dördüncüsü Upanişadlar’da ortaya çıkmıştır.

P. V. Kane’e göre ise tenâsüh şu dört varsayıma dayanmaktadır: 

1. İnsanoğlu fizikî bedenden ayrı ezelî-ebedî nitelikte bir cevher olan ruha sahiptir. 

2. İnsanların yanı sıra hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklarda da böyle bir ruh vardır. 

3. İnsanlarla onlardan daha aşağı varlık kategorileri olan hayvan, bitki ve cansız nesnelerdeki ruhların birbirine intikali mümkündür. 

4. İnsan eylemlerinin gerçek fâili onların sonuçlarından etkilenen ve ruh denilen bu mânevî cevherdir

(History of Dharmasastra, V/2, s. 1532).

Upanişadlar’ın tarihinin önemli olduğunu görebiliyoruz. Bu konuda bilgimiz var. En eski Upanişadlar Brihadaranyaka Upanişad ve Çandogya Upanişad’dır, bu iki Upanişad MÖ 800-700 yılları arasında yazılmıştır. Kaushitaki Upanişad, Taittiriya Upanişad, Kena Upanişad, Aitareya Upanişad, Mundaka Upanişad, Katha Upanişad da Upanişad edebiyatının eski örnekleridir ve Budizm öncesi dönemde MÖ 600-500 yılları arasında yazılmışlardır. Filozof Şankara M.Ö 800’de Upanişad’lara tefsir yazdığına göre demek ki ruh göçü kavramını daha da eskilere götürmemiz mümkündür.

Pisagor’un bu kavramı ortaya ilk defa atan kişi olmadığı açıktır. Yunan filozofların ateş, hava, su ve toprak gibi arkhe’leri de orjinal fikirler gibi durmamaktadır. Zerdüştlükte bu düşüncelerin izleri bolca mevcuttur. Zerdüşt bazılarına göre m.ö 6000, 2000, 700 veya 600’de yaşamıştır. Bu tarihlerden en tehlikelisi aslında m.ö 600’lü yıllardır. Yunan felsefesinin veya en azından bilgeliğinin doğuşuna denk gelen bu tarih şüphesiz ki Pisagor’dan öncesine denk gelmektedir. Hatta bu tarih Yunan felsefesinin açık bir şekilde öncesine denk gelmektedir. Şimdi de biraz Zerdüştlüğe bakmak gerekir. Pisagor kendisine filozof diyen ilk kişidir. Uğraştığı işin adının felsefe olduğunu söyleyen ilk kişi de odur. 

Zerdüştlükte insan doğru ile yalan arasında ruhsal bir mücadele vermektedir. Zerdüştlük tek tanrılı bir din anlayışıdır. Doğruluğu korumak ve sürdürmek insana yüklenen misyondur. Ahura Mazda tek olan ve zıtlıkları yaratan tanrıdır. Zerdüşt bu tek tanrılı dinin bilge peygamberidir. Bu inanç sisteminde iyilik ve kötülük (Empedokles’in aşk ve nefret anlayışına olan benzerliği dikkat çekicidir) bir savaş halindedir. Ahura Mazda aklın efendisidir. Doğal elementleri kutsal sayarlar ve bu elementler (su, toprak, hava, ateş) kirletilmekten korunur. Bununla ilişkili olarak ateşe, aydınlığa veya Güneş’e bakılarak ibadet edilir. Bu inanç Zerdüşt Espenteman tarafından getirilmiştir.

Mısır’da bulunan astronomi, matematik ve geometri hakkında uzun uzadıya yazmak istemiyorum. Şu açıktır ki; bazılarının iddia ettiğinin aksine milletler arsında oldukça kuvvetli bir etkileşim vardır ve insanlar çok eski çağlardan beri belirli konularda kafa yormuşlardır. Felsefenin içine mantığın girmesi ve sırf meraktan (herhangi bir pratik fayda beklemeden) yapılır hale gelmesi bir süreçtir. Bu cümle gerçekten de o kadar anlamlı mıdır? Bence hayır! Varoluşumuzu bir zemine oturtmak ve anlamak hiçbir zaman pratik bir faydaya dönük bir iş olmamıştır. Matematik, geometri, astronomi ve tıbbı ayırdığınızda göreceğiniz şey açıktır. İnsanlar doğal olarak bilmek istediklerinden (Aritoteles) hayata, kendilerine, evrene ve doğaya dair tasavvurlar geliştirmişlerdir. Başlarına gelen şeylerin bir sebebi var mıdır, bu hayatın bir amacı veya anlamı var mıdır, bütün bu olup bitenlerin arkasında olan akıl sahibi bir güç var mıdır, ölüm nedir, ölümden sonra bir hayat var mıdır ve buna benzer birçok soru insanların kafasını kurcalamıştır. Bu ilk defa Yunanistan’da başladı demek insan zihnine tam anlamıyla bir hakaret olacaktır. İşi bir vahiy boyutuna indirgemek de hediyesi olacaktır. Felsefe gökten Yunanlıların kucağına düştü diyenlerin safsatacı olarak nitelenmesi gerektiği açıktır.

Felsefeyi ben de Yunanlılarda başlatıyorum ve bu konuda bir şüphem yok. Ben sadece insan aklının serüvenini belirli bir coğrafyadan başlatmak tuzağına düşmek istemiyorum. Sümerlerin kurduğu medeniyet ortadadır. Göbeklitepe kazılarında ortaya çıkan tapınakları hepimiz gördük. Taşa oyulan figürlerin sanatsal değerini tartışacak birisi yoktur diye tahmin ediyorum. Felsefenin çeşitli bilimleri doğurması ve bugünkü anlamda teknolojinin ortaya çıkması için 2400-2500 sene geçmesi gerekecektir. Felsefe içerisindeki metafiziğin pratik hayata bir katkısı var mıdır tartışmalıdır; ancak metafizikle uğraşan filozoflara bir itibar ve ün kazandırdığı açıktır. 

Filozoflar sanıldığı gibi dinlerin etkisinden akılları ile kendilerini tamamen sıyırıp atabilmiş insanlar değildir. Mitolojinin ve geçmiş dini inanışların içindeki saçmalıkları fark etmiş ancak yine de bunların tarihten beri birikmiş etkilerini deneyimleyen insanlardan bahsediyoruz. Onların da hayatı anlamlandırmaya ihtiyaçları olduğunu unutmamak gerekir. Arkhe, matematik, madde, töz, araz, nesne, özne, varlık vb. kavramlar ölümün ötesine ışık tutan şeyler değildir. Varlığımızın amacını açıklamak için de eşyanın hakikati yeterli değildir. Ölüm ve ölümden sonra şu veya bu şekilde adaleti tecelli ettiren bir tanrı fikrinden kurtulmak o kadar da kolay değildir.

Pisagor’un Sözleri

Şimdi de ona atfedilen ve tarihe mal olmuş sözleri aktarmak istiyorum. Bunların ona it sözler olup olmadığını bilmediğimizin altını çizmek istiyorum. 

“Kimsenin karşısında utanmazca davranma!”

“Yaşamı büyük şenliklere benzer. Kimi bunlara yarışmak için katılır, kimi alışveriş için; ama en iyiler seyirci olarak gelirler; aynı şekilde yaşamda da kimileri ünün kölesi ve kazanç avcısı olarak doğarlar, kimileri de gerçeğin peşinde filozoflar olarak.”

“Neyin yararlı olduğunu
bilmediğinden, kendin için dua etme”

“Sarhoşluk beladır.”

İçmede de yemede de ölçüyü kaçırmamak gerekir.”

“Yazın değil, kışın sevişmeli; cinsel hazlar sonbahar ve ilkbaharda daha hafiftir, ama her mevsimde ağırdır ve sağlık için iyi değildir.”

Ne zaman ilişki kurmalı diye sorulmuş. Cevabı da şu olmuş:
“Ne zaman kendinden zayıf olmak istersen”

“Çocukluk yirmi yıl, delikanlılık yirmi yıl, gençlik yirmi yıl, yaşlılık yirmi yıl. Bu dönemler mevsimlere karşılıktır:
Çocukluk ilkbahar, delikanlılık yaz, gençlik sonbahar, yaşlılık da kış.”

“Delikanlılık buluğ çağı, gençlik de yetişkinlik çağıdır.”

“Dostların malları ortaktır.”

“Dostluk eşitliktir.”

Erkeklerin yanında yaşayan kadınların, önce “Bakire” sonra “Gelin” sonra da “Ana” şeklinde tanrısal adları olduğunu söylerdi.

“İki yüz yedi yıl sonra Hades’ten insanların arasına döndüm.”

“Evime girerken Nerede hata yaptım; ne yaptım; hangi ödevimi yerine getirmedim deyin.”

“Tanrıların adına yemin etme; kendini sözünü güvenilir kılmaya çalış.”

“Zaman yolculuğunda önde olanı saygıdeğer sayıp büyüklere saygı göstermeli. Dünyada nasıl gündoğumu günbatımının önündeyse, yaşamda da başlangıç sonun önündedir, canlılarda da doğum ölümün önündedir.”

“Daimonlardan önce tanrılara, insanlardan önce kahramanlara, insanlar arasında da önce ana babana saygı göster, insanlarla ilişkilerini dostlarını düşman kılmayacak, tersine düşmanlarını dost kılacak biçimde ayarla.”

“Hiçbir şeyi kendi malın sayma.”

“Yasaya yardımcı ol, yasadışı olanla savaş.”

“İnsan eliyle ekilmiş bitkiyi ve insanlara zararı dokunmayan hayvanı yok etme, zarar da verme.”

“”Durmadan gülmek de surat asmak da utanılacak ve sakınılacak şeylerdir.”

“Fazla etten kaçın.”

“Yolculukta bir çabala bir dinlen.”

“Belleğini çalıştır.”

“Öfkeliyken ne bir şey söyle ne de yap.”

“Her türlü biliciliğe saygı göster.”

“Lir eşliğinde şarkı söyle, tanrılara ve iyi insanlara olan gönül borcunu ilahilerle göster.”

“Bakladan uzak dur çünkü gazlı yapısından ötürü onda yaşam soluğundan bir şeyler vardır; ayrıca bakla yenmese, mide için daha iyi olur. Hatta bu sayede uykudaki görüntüler yumuşak ve dingin olur.”

Pisagor’un Düsturları

Bunlar da sembolik anlamları olan bir nevi atasözleri kategorisindeki sözleridir.

Ateşi bıçakla karıştırma. (güçlülerin öfkesini ve yüksek
gururunu kışkırtma anlamında)

Terazinin üstüne basma. (adaleti ve eşitliği çiğneme anlamında)

Tahıl kilesinin üstüne oturma. (gelecek için de aynı şekilde kaygılan çünkü kile insanın günlük azığıdır)

Yüreğini kemirme. (ruhunu sıkıntı ve üzüntülerle tüketme anlamında)

Yükü kaldırana yardım et, indirene değil.

Yaygıların her zaman derli toplu olsun.

Tanrının resmini yüzüğünde dolaştırma.

Küle kazanın izini bırakma.

Sandalyede meşaleyle temizlik yapma.

Güneşe karşı işeme.

Yolun dışında yürüme.

Sağ elini kolayca uzatma.

Kendinle aynı çatı altında kırlangıç barındırma.

Kanca tırnaklı kuş besleme.

Tırnak ve saç kesiklerinin üstüne işeme ve basma.

Sivri bıçağı kendinden uzak tut.

Yurdundan ayrılırken dönüp sınıra bakma. (yaşamdan ayrılanlara yaşama tutkuyla yapışmamalarını ve
yaşam hazlarına kapılmama anlamında)

Pisagor Hakkında Genel Değerlendirmem

Şu kesindir ki onun hakkında bize ulaşan bilgiler sınırlıdır. Yapacağım değerlendirmenin sanılar içereceği açıktır. Felsefeyi kendi aralarında sıkı bir hiyerarşi olan bir tarikat gibi görme eğiliminde değilim; buna karşılık filozofların birbirlerinden tamamen bağımsız bir silsile olarak değerlendirmenin doğru olmayacağının da farkındayım. Yazıyı dikkatle okuyanlar farklı Pisagor tasvirlerinin günümüze ulaştığını görebilirler. Değerlendirmeleri yapanların dünya görüşleri ve duygu durumları tarihi bir şahsiyeti anlamaya çalışırken kenarda öyle duracak değildir. 

Onun Platon gibi devleri etkilediğini ve hatta tüm felsefe tarihini etkilediğini biliyoruz. Onun bir doğa filozofu olmadığı ve bu konularla ilgilenmediği yönündeki söylemlerin hepsinin safsata olduğunu sanırım yazıdan anlamışsınızdır. Dünya ve gök cisimleri ile ilgili tasarımı, çok katmanlı bir arkhe modelini benimsemesi, sayıları arkhe’ye dahil etmesi ve beden-ruh ayrımını getirmesi gibi birçok gerçek onu tastamam bir doğa filozofu yapar. Hava, sonsuzluk ve zıtlık gibi temaları nasıl kullandığını da unutmamak gerekir. Bir doğa filozofunda olup da onda olmayan hiç bir şey yoktur. Felsefenin ve filozofun adını bile koyanın o olduğu söylenir. 

İşin tarikat ve siyasi tarafı biraz daha karmaşıktır. Halka teselli veren dini-mitolojik kültlere karşı savaş açmayı gerekli görmemiş. Ne de olsa göç ettiği topraklara kendini ve felsefesini taşımıştır; kabul görmeye de ihtiyacı vardır. Mesele sadece kabul görmek de değildir; aynı zamanda kabul etmektir. O zeki birisiydi; halkın neye ihtiyacı olduğunu ve neye ihtiyacı olmadığını çok iyi biliyordu. Pisagor okulunun kadınlar da dahil herkese açık olduğunu hatırlatmakta fayda var. Matematikçiler ve akuzmatikler onun has talebeleri idi. Matematikçilerde aranan şeyin zeka, akuzmatikler’de aranan şeyin okulun ilkelerine bağlılık olduğu bellidir. Matematikçi bir öğrencinin asalet temelli bir sistemle seçilmesi olanaksızdır. Asil olup ahmak olanın matematikle ne ilgisi olabilir? Akuzmatiklerin en azından sabır sebat sahibi kişiler olduğunu kabul etmemiz lazım. Kadınları okuluna kabul etmesi de oldukça ilerici bir hamledir. Hanımının yada kızının bir matematikçi ve filozof olduğu çeşitli kaynaklarda rivayet edilir.

Milet ile başlayan bu serüveni bir anda her yeri saran ateş gibi değerlendirme eğilimleri vardır. Felsefenin bu çok erken dönemlerinde yaptığı işin önemini ancak belirli motifleri kullanarak vurgulayabilirdi. Bunu bazılarının anlaması çok güç çünkü zeka bu bazılarında bol miktarda mevcut değildir. Kroton’da siyasi nüfuz elde etmeye çalışan bir tarikat liderinin portresini çizen çok sayıda şarlatan vardır. Tersten bakarsak; velev ki böyle bir amacı oldu, bunun neresi kötü? Siyasi erk elde etmek bir başkası için iyi onun için kötü kabul edilemez. Bu tavır en hafif tabir ile ahmaklığa tekabül eder. Kroton’un asilleri arasında değildi; zaten oraya göç ederek gelmişti. Birçok rivayette onun bir yasa koyucu haline geldiği ve bölgeyi çok iyi yönettiği de aktarılır. Onunla ilgili değerlendirmelerin, ideolojik sebeplerle taraflı olduğunu görmek için ancak ve ancak kör olmak gerekir. Onun dindar olması ve bir tarikat/cemiyet kurmuş olması dönemin koşullarına göre değerlendirilmiyor. Halkta zaten Orfizm, Demeter ve Dyonisos gibi kütler kabul görmüş durumdaydı; onları Pisagor getirmedi.

2500 yıl öncesini konuştuğumuzu unutuyoruz çoğu zaman. Bugünün kriterlerine göre ona bir yer belirlemeye çalışıyoruz. Dinlerin etkisini günümüzde bile gözlemleme yeteneği olmayan gerçek bağnaz ve körler onu sığ değerlendirmelerine alet ediyorlar. Realiteyi insanların gözünden kaçırmak istercesine onun sadece matematikçi yönü parlatılıyor ancak filozof olan yönü perdeleniyor. O Apollon’u reddetmeyerek aslında kendi birlik öğretisinin önünü açıyordu. O maddi olan bir arkhe’nin ve onun arkasındaki ilkenin de ötesinde bir ilke sezinlemişti. Bu şüphesiz işleri iradesi (aklı) ve gücü ile eviren çeviren tek bir tanrı idi. Doğa felsefesini ve matematiği benimsediğini ve daha da ileri giderek akustik üzerine çalışmalar yaptığını biliyoruz. Karşımızda bir ahmak yok. Dikkat edenler onun mitoloji ile pek de ilgili olmadığını görecektir. Açıkça bu anlayışa karşı gelip buna rağmen hayatta kalacak kadar asil bir aileden gelmiyordu. Mitolojiyi yani Mitos’u tasfiye sürecine o da kendi yöntemi ile katılmıştı. Anadolu tanrılarından veya mevcut dini anlayışlardan hiç etkilenmedi demek de ahmaklık olacaktır; ancak yaptığı eşsiz şeyi görmek için duru bir zihin gereklidir.

Demokrasiden falan dem vuranlar için söyleyeyim ve tekrar hatırlatayım; milattan önce 500’lü yılları konuşuyoruz. Pisagor’un İtaliot’lar (İtalyanlar) arasında süregelen çekişmelerden dem vurduğunu aktaranlar var. Roma Cumhuriyet’inin milattan önce 509 yılında kurulduğu biliniyor. Pisagor’un da milattan önce 570’de doğduğunu daha önce belirtmiştik. Kralın devrilip Cumhuriyetin kurulacağı karışık bir dönemde oralarda olduğunu söylemek mümkündür. Yunanistan şehir devletlerinde ortaya çıkan Demokrasi hareketi belli ki Roma’yı da etkilemiştir. Değişimler her zaman sancılı olmuştur ve bundan Roma da nasibini almıştır. Karşılıklı olarak birbirini çok fazla etkileyen iki yapıdan bahsediyoruz. Demokratik yönetimler Yunanlıları zayıflattı ve sonunda önce Makedon kralları ve ardından da Roma imparatorluğu tarafından fethedildiler. Demokrasi serüveni öyle süt liman bir süreç olarak okunmamalıdır. Kaldı ki; Sisam adasının bir tiran tarafından yönetildiğini görünce yurdunu terk etmeyi tercih etmiştir. Tiranlık yanlısı olduğuna dair elimizde tek bir veri yoktur. Kroton’da zaten bir aristokrasi vardı. Pisagor’un oradaki Aristokrasi ile uyum sağladığını ve kazandığı itibar ile yasama faaliyetlerine katıldığını biliyoruz; hepsi bu!

______________________________________________________________________________________

Kaynaklar

Aristoteles – Metafizik

Platon

Herakleitos – Fragmanlar

Diogenes Laertius

Veysel MANKAN – Demokrasinin Tarihsel Evrimi

Özhan ÖZTÜRK – Eski Yunan Ve Roma Uygarlıklarının Karşılaştırılması

Wikipedia

Prf. Dr. Ahmet Arslan – İlk Çağ Felsefe Tarihi / Sokrates Öncesi Filozoflar

TDV İslam Ansiklopedisi

A.L. Herman – History of Dharmasastra

Flinders Petrei

Heredot – Tarih

Yunus Emre AKBAY

Sextus Empiricus

Homeros – İlyada

Hesiodos – İşler Ve Günler

Özhan ÖZTÜRK – Deniz Kavimleri

Hüseyin UZUNOĞLU – Arkaik Çağda Tiranlık

Kuran-ı Kerim – Hicr 65

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Bu yazıda Gezgin Şair Filozof Ksenophanes'in felsefesi, tanrı anlayışı, hayatı ve sözleri çeşitli kaynaklardan faydalanılarak değerli okurlarla paylaşıldı. Yazının sonunda…
Cresta Posts Box by CP