Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Tek Tanrı İnancı Nasıl Doğdu? Felsefe Ve Din Açısından Bir İnceleme

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

tek tanrı inancı

Sümerler, Babilliler, Akatlar ve Yunanlılar Pagan toplumlardı. Sümer şehir devletlerinde her şehrin kendine ait bir tanrısı vardı. Hatta insanların kendilerine ait tanrıları bile vardı. Yöneticiler döneme ve devlete göre değişmekle beraber tanrı tarafından kutsanmış yarı tanrılardı. Mısır’da firavunlar tanrının oğlu ve dolayısıyla birer tanrı olarak sunulmaktaydı. Tanrı kralların otoritesini tanrı ile sürekli irtibatta olan rahipler pekiştirmekteydi. Görkemli tapınaklar ve imgeleme hitap eden törenler bir tür gerçeklik algısı yaratıyordu.

Tapınağa adak sunmak ve ritüellere katılmak hemen tüm devletlerde zorunluydu. Bütün bunların doğal sonucu olarak yöneticilerin koyduğu yasalar da tanrıya dayanmak durumundaydı. Yasanın kaynağı yüceler yücesi olunca itaat etmek ve sorgulamamak en doğal tutumlardı. Her toplumda sınıflar doğal olarak oluşur; özellikle de şehirler kuran göreceli olarak daha gelişmiş devletlerde. Kral, rahipler, subaylar, askerler, tüccarlar, çiftçiler ve köleler kabaca sınıfları oluşturuyordu. İnsanların başına gelen felaketler işlediği günahlarla ilişkilendiriliyordu. Bilerek veya yanlışlıkla öfkelendirilen bir tanrı o kişiye gazap etmişti. Adaklar ve sunaklarla rahipler araya sokularak ilgili kişinin tanrı ile ilişkisi düzeltilmeye çalışılıyordu.

Önemli devletlerin dinlerine ve doğa olaylarını nasıl yorumladıklarına bakmak faydalı olacaktır. Tek tanrılığa geçişin ayak izleri bu sayede daha iyi görülebilecektir. Okurun yazıyı sıkılmadan okuması ve sonuna kadar götürmesi meselenin anlaşılması açısından önemlidir.

Sümerlerde Din Ve Mitoloji

Mesela Sümerlerde bir ahiret inancı vardı. Sümer mitolojisi, insanların ölüm sonrası yaşamı hakkında bazı fikirler sunmaktadır. Bu inançlar, Sümer edebiyatında, özellikle “İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” ve “Gilgameş Destanı” gibi metinlerde bulunabilir.

Sümer inançlarına göre, ölüler diyarı “Kur” olarak adlandırılır ve bu yer, toprak altında karanlık, tozlu ve kasvetli bir yer olarak tasvir edilir. Bu yerde ölüler, tozlu ekmek yemek zorunda kalır ve su yerine çamur içerler. Ölüler diyarında yaşam, yeryüzündeki yaşamın zıttı olarak düşünülür; neşe ve mutluluk yerine durgunluk ve monotonluk hüküm sürer.

Gilgameş Destanı’nda, kahraman Gilgameş, en yakın arkadaşı Enkidu’nun ölümünden sonra ölümsüzlüğü arar. Bu süreçte, ölüler diyarını ziyaret eder ve orada ölülerin nasıl bir yaşam sürdüğünü gözlemler. Bu deneyim, ona ölümün kaçınılmaz olduğunu ve yaşamın kıymetini bilmek gerektiğini öğretir.

Özetle, Sümerlerde ahiret inancı vardı, ancak bu inanç, modern dinlerdeki cennet veya cehennem kavramlarından oldukça farklıydı. Sümerler için ölüler diyarı, ne bir ödül ne de bir ceza olarak görülüyordu; sadece ölüm sonrası var olmanın kaçınılmaz bir sonucuydu.

Sümerlerde Doğa Olaylarının Yorumlanması

 

Sümerler, doğa olaylarını tanrılar ve tanrıçalar aracılığıyla açıklıyorlardı. Sümer mitolojisi, doğa olaylarını, tanrıların eylemleri ve arzuları olarak yorumlamıştır. Bu, antik dünyanın birçok kültüründe olduğu gibi, doğal olayları anlama ve kontrol etme çabasının bir parçasıydı.

Bazı örnekler:

  1. Enlil: Hava ve fırtına tanrısı Enlil, rüzgarları, fırtınaları ve yağmurları kontrol ederdi. Bir fırtına ya da sel olduğunda, bu Enlil’in iradesi olarak görülürdü.
  2. Utü (veya Shamash): Güneş tanrısı Utü, günün ışığını ve sıcaklığını getirirdi. Aynı zamanda adaletin ve doğruluğun tanrısı olarak da bilinir.
  3. Nanna (veya Sin): Ay tanrısı Nanna, gece gökyüzünü aydınlatırdı. Ayın fazları ve döngüleri, Nanna’nın hareketleri ve etkileri olarak yorumlanırdı.
  4. İnanna (veya İştar): Aşk, güzellik, savaş ve cinsellik tanrıçası İnanna, doğurganlıkla da ilişkilendirilirdi. Tarlaların bereketi veya kıtlığı, İnanna’nın hoşnutluğuna veya öfkesine bağlanabilirdi.
  5. Enki (veya Ea): Bilgelik ve tatlı su tanrısı Enki, nehirleri, gölleri ve denizleri kontrol ederdi. Aynı zamanda insanlığın yaratılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Bu tanrılar ve tanrıçalar, doğa olaylarını ve günlük yaşamın diğer yönlerini kontrol eden bir panteonun parçasıydılar. Sümerler, bu tanrıları memnun etmek ve onların lütfunu kazanmak için çeşitli ritüeller ve törenler düzenlerlerdi. Bu, onların doğa olaylarına karşı bir anlam ve kontrol duygusu kazanmalarına yardımcı olurdu.

Babillilerde Din Ve Doğa Olaylarına Bakışları

Babilliler, Mezopotamya’nın tarihinde önemli bir rol oynamış bir halktır. Sümerlerden sonra bölgede hakimiyet kurmuşlar ve birçok Sümer geleneğini, tanrısını ve mitini benimsemişlerdir. Ancak Babilliler, bu inançları kendi kültürel ve dini bağlamında şekillendirmişlerdir.

Babillilerin Dinleri Hakkında Genel Bilgi:

  1. Panteon: Babillilerin tanrıları, Sümer panteonunun bir devamıdır, ancak bazı tanrılar daha baskın hale gelmiştir. Örneğin, Marduk, Babil şehrinin baş tanrısı olarak yükselmiştir. Enuma Elish’te (Babil yaratılış efsanesi) Marduk, tanrılar arasında bir savaşta liderlik yapar ve Tiamat adlı ejderhayı yenerek evreni yaratır.
  2. Ritüel ve Tapınma: Babilliler, tanrılarına tapınmak için büyük tapınaklar ve zigguratlar inşa ettiler. Bu yapılar, tanrıların yeryüzündeki evleri olarak görülüyordu. Yıllık festivaller, ritüeller ve kurbanlar, tanrıları memnun etmek ve onların lütfunu kazanmak için düzenlenirdi.
  3. Astroloji: Babilliler, gökyüzünü dikkatlice gözlemleyen ilk uygarlıklardan biriydi. Bu gözlemler, astrolojik yorumlara ve geleceği tahmin etme çabalarına yol açtı.

Doğa Olaylarının Yorumlanması:

Babilliler, doğa olaylarını tanrıların eylemleri veya mesajları olarak yorumladılar. Örneğin:

  1. Sel: Tıpkı Sümerlerde olduğu gibi, sel olayları tanrıların öfkesi veya cezalandırması olarak görülebilirdi. Ancak, Babil mitolojisinde, Marduk’un Tiamat’ı yenerek dünyayı yaratması, suların kontrol altına alınmasını ve düzenin sağlanmasını simgeler.
  2. Gök Olayları: Gökyüzündeki olaylar (güneş tutulması, ay tutulması vb.) tanrıların insanlara mesajları olarak yorumlanabilirdi. Bu tür olaylar, genellikle kralın veya devletin geleceği hakkında bir işaret olarak görülürdü.
  3. Tarım ve Bereket: Bereketli dönemler, tanrıların lütfu olarak kabul edilirken, kıtlık veya kuraklık dönemleri tanrıların hoşnutsuzluğu olarak yorumlanabilirdi.

Sonuç olarak, Babilliler, doğa olaylarını tanrısal etkileşimler ve müdahaleler aracılığıyla yorumladılar. Bu, onlara dünyayı anlama ve kontrol etme duygusu kazandırdı.

Akatlar’da Din Ve Doğaya Bakış

Akatlar, Mezopotamya’nın erken dönemlerinde önemli bir rol oynamış olan bir Semitik halktır. Akat İmparatorluğu, M.Ö. 24. yüzyılda Sargon tarafından kurulmuştur ve bu imparatorluk, Mezopotamya’nın büyük bir bölümünü birleştirmiştir. Akatların dini, Sümer ve diğer Mezopotamya kültürlerinin etkisi altında şekillenmiştir, ancak kendi özgün özelliklerini de taşır.

Akatların Dinleri Hakkında Genel Bilgi:

  1. Panteon: Akatlar, Sümer tanrılarını benimsemişlerdir, ancak bu tanrılara kendi dillerinde isimler vermişlerdir. Örneğin, Sümer hava tanrısı Enlil, Akatça’da “Ellil” olarak bilinir. Ancak, Akat panteonunda bazı Semitik tanrılar da yer bulmuştur.
  2. Ritüel ve Tapınma: Akatlar, tanrılarına tapınmak için tapınaklar inşa ettiler. Bu tapınaklarda, tanrıları onurlandırmak ve onların lütfunu kazanmak için çeşitli ritüeller ve kurbanlar sunulurdu.
  3. Mitoloji: Akatlar, Sümer mitolojisini benimsemiş ve bu mitleri kendi kültürel bağlamında yeniden şekillendirmişlerdir. Örneğin, “Enuma Elish” (Babil yaratılış efsanesi) aslında Akat kökenlidir, ancak daha sonra Babil kültüründe popüler hale gelmiştir.

Doğa Olaylarının Yorumlanması:

Akatlar, doğa olaylarını tanrıların eylemleri veya mesajları olarak yorumladılar, bu da Mezopotamya’nın genel dini anlayışıyla uyumludur. Örneğin:

  1. Sel: Sel, tanrıların öfkesi veya cezalandırması olarak yorumlanabilirdi. Ancak, tanrıların lütfu olarak da görülebilirdi, çünkü sel suları, tarım için gerekli olan bereketli toprakları getirirdi.
  2. Gök Olayları: Gökyüzündeki olaylar, tanrıların insanlara mesajları olarak yorumlanabilirdi. Özellikle gök cisimlerinin hareketleri, tanrıların iradesini anlamak için dikkatlice gözlemlenirdi.
  3. Tarım ve Bereket: Bereketli dönemler, tanrıların lütfu olarak kabul edilirken, kıtlık veya kuraklık dönemleri tanrıların hoşnutsuzluğu olarak yorumlanabilirdi.

Akatlar, doğa olaylarını tanrısal etkileşimler ve müdahaleler aracılığıyla yorumladılar. Bu, onlara dünyayı anlama ve kontrol etme duygusu kazandırdı. Ancak, Akatların dini ve kültürel uygulamaları, Mezopotamya’nın genel dini geleneği içinde benzersiz özellikler taşıyordu.

Mısır’da Din Ve Doğa Olaylarının Yorumlanması

Antik Mısır, tarihin en eski ve en etkileyici uygarlıklarından biridir. Mısır’ın dini inançları, toplumunun her yönünde derin bir etkiye sahipti ve bu inançlar, binlerce yıl boyunca şekillendi ve evrildi.

Antik Mısır’ın Dinleri Hakkında Genel Bilgi:

  1. Panteon: Mısır tanrıları çok sayıdaydı ve her biri farklı doğa olayları, insani özellikler veya kavramlarla ilişkilendirilirdi. Örneğin, Ra (veya Re) güneş tanrısı; Osiris, ölüm ve ölümden sonraki yaşam tanrısı; İsis, sihir ve annelik tanrıçası; ve Anubis, mumyalama ve ölülerin koruyucusu olarak bilinirdi.
  2. Ritüel ve Tapınma: Mısırlılar, tanrılarına tapınmak için büyük tapınaklar inşa ettiler. Bu tapınaklarda rahipler, tanrıları onurlandırmak için günlük ritüeller gerçekleştirirdi. Ayrıca, ölüler için mumyalama ritüelleri ve ölümden sonraki yaşamla ilgili ritüeller de vardı.
  3. Ölümden Sonraki Yaşam: Mısırlılar, ölümden sonraki yaşamın var olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç, mumyalama pratiği ve “Ölüler Kitabı” gibi metinlerde görülebilir.

Doğa Olaylarının Yorumlanması:

Mısırlılar, doğa olaylarını tanrıların eylemleri veya mesajları olarak yorumladılar:

  1. Nil Nehri’nin Taşması: Nil’in yıllık taşması, Mısır’ın tarımı için hayati öneme sahipti. Bu olay, tanrıların lütfu olarak kabul edilirdi ve Hapi, Nil’in taşmasını kontrol eden tanrı olarak bilinirdi.
  2. Güneşin Doğuşu ve Batışı: Güneşin her gün doğması ve batması, güneş tanrısı Ra’nın gökyüzünde seyahat ettiği ve gece dünyasında düşmanlarıyla savaştığı bir hikayeyle ilişkilendirilirdi.
  3. Doğa Olayları: Çöldeki fırtınalar, Seth’in (kargaşa tanrısı) eylemleri olarak yorumlanabilirdi. Aynı şekilde, bereketli dönemler, tanrıların memnuniyetini; kıtlık veya hastalık dönemleri ise tanrıların hoşnutsuzluğunu gösteren işaretler olarak kabul edilirdi.

Antik Mısır’ın dini inançları, doğa olaylarını tanrıların eylemleri ve iradesi aracılığıyla yorumlama eğilimindeydi. Bu, Mısırlıların doğa olaylarına karşı bir anlam ve kontrol duygusu kazanmalarına yardımcı olurdu.

Yunan Mitolojisinde Tanrıların Durumları

Yunan mitolojisinin kahraman tanrıları ve tanrısal kahramanları arasındaki ilişkiyi ele almak bize fikir verecektir. Mitsel anlatılarda, cesaret ve kahramanlık önemli bir yer tutar. Tanrılar, cesaretleriyle bilinir ve bu cesaret, mitolojik anlatılarda insanların kahramanlık öykülerine yansır. Özellikle Antik Yunan mitolojisinde, tanrıların kahramanlıkları, insanların kahramanlık öykülerinin bir yansıması olarak görülür. Mitoloji ayrıca, tanrıların ve insanların evrende nasıl bir yer tuttuğunu, tanrıların ve insanların kozmik düzende nasıl bir rol oynadığını ve bu mitolojik anlatıların insanların günlük yaşamlarına nasıl yansıdığını inceler.

Tanrıların Kahramanlığı

Antik Yunan mitolojisinin tanrıları, genellikle olağanüstü güçlere, bilgeliğe ve diğer tanrısal niteliklere sahip olarak tasvir edilir. Bu tanrılar, mitolojik anlatılarda sıkça kahramanlık eylemleriyle öne çıkarlar. Örneğin, Zeus’un Titanlarla olan savaşı, Athena’nın bilgelikteki üstünlüğü veya Apollo’nun güneşi sürmesi gibi. Bu eylemler, tanrıların sadece güçlü olmadığını, aynı zamanda adalet, cesaret ve diğer erdemler için de savaştığını gösterir. Bu kahramanlık eylemleri, tanrıların insanlar üzerindeki etkisini ve insanların tanrılara olan hayranlığını artırır.

İnsan ve Tanrı İlişkisi

Antik Yunan mitolojisi, tanrılar ve insanlar arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceler. İnsanlar, tanrıların kahramanlık eylemlerine hayran kalmış ve bu eylemleri taklit etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Herakles’in 12 görevi veya Theseus’un Minotauros’u yenmesi gibi mitolojik kahramanların öyküleri, tanrıların kahramanlık eylemlerinin bir yansıması olarak görülebilir. Aynı zamanda, tanrılarla insanlar arasındaki ilişki karmaşıktır. Tanrılar, insanların kaderlerini etkileyebilir, onlara yardım edebilir veya onları cezalandırabilir. Bu, insanların tanrılara olan inancının ve onlara olan saygısının bir göstergesidir.

Tanrılar aynı insanlarda olduğu gibi kötü özelliklere de sahiptirler. Zaman zaman öfkelenirler ve ölümlülerin eşleri ile birlikte olurlar. Hile, kandırma ve yalan gibi başka insani özellikleri de yok değildir. Mitolojinin tanrıları her zaman olduğu gibi tam anlamıyla birer insan tasarımıdır.

 

Zerdüştlük: Tarihin En Eski İnançlarından Biri

Zerdüştlük, M.Ö. 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu’nda ortaya çıkan ve Zerdüşt (veya Zoroaster) adlı bir peygamber tarafından kurulan eski bir din olarak bilinir. Bu din, tarihsel olarak Orta Doğu’da önemli bir etkiye sahip olmuş ve birçok modern inanç sistemini etkilemiştir. Zerdüştlük tanrı anlayışı bakımında başından beri evrim geçirmeden tek tanrılı bir çizgide varlığını sürdüren bir dindir. Tek tanrı inancı olan kadim bir dindir.

Temel İnançlar

Zerdüştlük, iyi ile kötü arasındaki kozmik bir mücadeleye odaklanır. İnanç, Ahura Mazda adlı tek bir yaratıcı tanrıya dayanır. Ahura Mazda’nın karşısında, kötülüğün temsilcisi olan Ahriman bulunmaktadır. İnsanların amacı, bu kozmik savaşta iyi tarafı seçmek ve kötülüğe karşı savaşmaktır.

Ahlaki İlkeler

Zerdüştlükte üç temel ilke bulunmaktadır: İyi düşünceler, iyi sözler ve iyi eylemler. Bu ilkeler, bireyin ahlaki yaşamını yönlendirir ve ona iyi ve kötü arasında bir seçim yapma sorumluluğu verir.

Kutsal Yazılar

Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’dır. Bu yazılar, dini ritüeller, tarihi öyküler ve ahlaki öğretileri içerir.

Ritüeller ve Pratikler

Zerdüştlükte ateş, saflığın ve aydınlanmanın bir sembolü olarak kabul edilir. Ateş tapınakları, dini ritüellerin gerçekleştirildiği yerlerdir. Ölülerin gömülmesi yerine, “kule sessizlik” adlı yapıda güneşe ve kuşlara bırakılması da bu dinin özgün uygulamalarından biridir.

Tarihsel Etki

Zerdüştlük, Pers İmparatorluğu boyunca hüküm süren resmi dindi. Ancak, İslam’ın yükselmesiyle birlikte bu din gerilemeye başladı. Bugün, özellikle İran ve Hindistan’da yaşayan küçük bir Zerdüşt topluluğu bulunmaktadır.

Zerdüştlük, tarihin en eski monoteistik dinlerinden biri olarak kabul edilir. Ahlaki ilkeleri, kozmolojisi ve ritüelleri ile bu din, tarihsel olarak Orta Doğu’da derin bir etkiye sahip olmuştur. Modern zamanlarda, Zerdüştlük küçük bir topluluk tarafından sürdürülmekte olup, bu eski inanç sisteminin öğretileri ve değerleri hala yaşatılmaktadır.

Zerdüştlüğe kısaca göz attıktan sonra şimdi de Yahudilikteki anlayışın başlarda ne olduğuna ve daha sonra nereye evrildiğine bakalım.

Yahudilikte Çok Tanrıcılıktan Tek Tanrılığa Geçiş Süreci

Yahudilik, günümüzde tek tanrılı bir din olarak bilinse de, tarih boyunca bu inanç sistemi de evrildi ve değişti. İbrani inançlarının kökleri, antik Yakın Doğu’nun çok tanrılı kültürlerine dayanmaktadır. Bu dönemde, İbraniler de komşu halklar gibi çok tanrılı bir inanç sistemine sahip olabilirlerdi.

Tarihsel Kökenler

Yahudilerin çok tanrılı dönemleri, M.Ö. 2. binyılda, İbranilerin Kenan topraklarına yerleşmeye başladığı döneme kadar uzanabilir. Bu dönemde, Kenan topraklarındaki halklar, Baal, Aşera, El ve diğer tanrılarına tapınıyorlardı. İbraniler, bu topraklara yerleştiklerinde, bu tanrıları benimsemiş olabilirler.

Biblik Kanıtlar

Eski Ahit’te (TeNaKh), İsrailoğulları’nın diğer tanrılara tapındığına dair birçok referans bulunmaktadır. Örneğin, Aşera’nın, YHVH’nin eşi veya annesi olarak kabul edildiği dönemler olmuş olabilir. Ayrıca, bazı İbrani kabilelerinin Baal’a tapındığına dair referanslar da bulunmaktadır.

Tek Tanrılılığa Geçiş

M.Ö. 6. yüzyılda Babil Sürgünü sırasında, İbrani inançları tek tanrılı bir yapıya kavuştu. Bu dönemde, peygamberler tek bir tanrının varlığını vurguladılar ve İsrailoğulları’nı diğer tanrılara tapınmaktan uzaklaştırdılar. Sürgün sonrası dönemde, Yahudilik tam anlamıyla tek tanrılı bir din haline geldi.

Yahudilik, tarihsel olarak çok tanrılı bir inanç sisteminden tek tanrılı bir inanç sistemine evrildi. Bu evrim, İbrani halkının tarihsel deneyimleri, peygamberlerin öğretileri ve dış etkenlerle şekillendi. Günümüzde Yahudilik, tek tanrılı bir din olarak bilinir, ancak tarihsel kökenleri, antik Yakın Doğu’nun çok tanrılı kültürlerine dayanmaktadır. Hemen şimdi de tek tanrılı olarak göze çarpan ve Akhenaton tarafından ortaya atılan dine bakalım. Tek tanrı Yahudilerde inancı zamanla yer etti ve kökleşti.

Akhenaton ve Tek Tanrılı Dönüşüm: Antik Mısır’da Dini Devrim

Antik Mısır, tarihin en eski ve en zengin uygarlıklarından biridir. Bu uygarlık, binlerce yıl boyunca çok tanrılı bir inanç sistemine sahip olmuştur. Ancak, Firavun Akhenaton’un hükümeti sırasında, Mısır tarihinde dini bir devrim yaşandı. Akhenaton, tek bir tanrıya, Aton’a, tapınmayı teşvik etti ve bu, Mısır’ın dini yapısında köklü bir değişikliğe neden oldu.

Mısır’ın Çok Tanrılı Yapısı

Antik Mısır’da, tanrılar ve tanrıçalar, doğanın farklı yönlerini ve evrenin farklı kavramlarını temsil ediyordu. Örneğin, Ra güneşi, Osiris ölüm ve dirilişi, İsis anneliği ve sihri temsil ediyordu. Bu tanrılar, tapınaklarda rahipler tarafından ibadet ediliyor ve halk arasında çeşitli festivallerle anılıyordu.

Akhenaton’un Tek Tanrılı Anlayışı

Akhenaton (daha önce Amenhotep IV olarak bilinir) hükümeti sırasında, Mısır’da dini bir reform başlattı. Akhenaton, Aton adında tek bir tanrıya odaklandı. Aton, güneş diski olarak tasvir edildi ve tüm diğer tanrıların üstünde bir konuma sahip olarak kabul edildi. Akhenaton, Aton’a olan bağlılığını göstermek için başkenti Amarna’ya taşıdı ve burada Aton için büyük bir tapınak inşa etti.

Bu dini reform, Mısır’da büyük bir değişikliğe neden oldu. Akhenaton, diğer tanrıların tapınaklarını kapattı ve rahiplerini görevden aldı. Ayrıca, sanatta ve edebiyatta Aton’a olan bağlılığı teşvik etti.

Akhenaton M.Ö. 14. yüzyılda yaşamıştır. Tam olarak M.Ö. 1353-1336 yılları arasında hüküm sürmüştür. Akhenaton, 18. Hanedan’ın firavunlarından biridir.

Sonuçlar ve Etkiler

Akhenaton’un dini reformları, hükümeti sırasında büyük bir etkiye sahip olmuş olsa da, ölümünden sonra Mısır eski çok tanrılı inanç sistemine geri döndü. Tutankhamun’un hükümeti sırasında, eski tanrılar tekrar kabul edildi ve Aton kültü geriledi.

Ancak, Akhenaton’un tek tanrılı anlayışı, tarihte tek tanrılı inanç sistemlerinin ortaya çıkışı için önemli bir öncül olarak kabul edilebilir. Bu dönem, dini inançların ve uygulamaların nasıl evrilebileceğini ve bir liderin inançları üzerindeki etkisini gösteren bir örnektir.

Akhenaton’un hükümeti, Antik Mısır tarihinde dini bir devrimin yaşandığı kısa bir dönemdi. Bu dönem, tarihin en eski uygarlıklarından birinde dini inançların nasıl değişebileceğini gösteren bir örnektir. Akhenaton’un tek tanrılı anlayışı, tarihsel olarak tek tanrılı inanç sistemlerinin kökenleri hakkında önemli bir perspektif sunmaktadır.

Kabaca var olduğunu bildiğimiz tek tanrılı dinlere baktıktan sonra felsefedeki duruma bakabiliriz. Yunan mitolojisi de hiç şüphe yok ki bölgenin mitlerinden etkilenmiştir. Birçok ortak tema farklı dönemlere ve devletlere ait mitolojik metinlerde göze çarpmaktadır. Mitolojilerdeki anlatılanların büyük tek tanrılı dinlere geçtiği rahatlıkla görülebilir. Sepetteki çocuk hikayesi, babası olmayan çocuk, Nuh tufanı ve benzeri hikayeler birçok metinde mevcuttur. ‘7’ rakamı kendine hem mitolojilerde hem de dinlerde önemli bir yer bulmuştur. Konumuz şimdilik bu olmadığından ilk filozofların düşüncelerine göz atalım.

İlk Filozoflardaki Tanrı Anlayışı

Thales birçok felsefe tarihçisi tarafından tarihteki ilk filozof olarak kabul edilmektedir. Thales evreni en güze saymıştı ve buna sebep olarak da tanrının eseri olmasını göstermişti. Doğa olaylarının mitolojilerdeki anlatımlarına ilk darbe yapan da odur. Maddeyi devindiren, dönüştüren ve bozan ama kendisi bozulmayan maddi bir ilke öne sürdü. O ilkesini su olarak belirlemişti. Su ona göre kendisi değişmeden her şeyi değiştiren ilkeydi. Thales’in elimizdeki çok güvenilir olmayan belgelere göre ruh ve bedeni birbirinden ayırarak dualist bir tutum sergilemişti. Ona göre ruh ölümsüzdü. Varlıkların en eskisi olarak tanrıyı öne sürmüştü. Ona göre tanrı hep vardı ve var edilmemişti. Thales‘e göre tanrının başı ve sonu yoktu. Mıknatıs ve demirin birbirini çektiği görünce evrenin içinde bir kuvvetin olduğu ifade etti. Ona göre her yer daimonlarla doluydu. Mitolojiden etkilenmekle birlikte onun panteizme benzeyen bir tek tanrı anlayışını benimsediğni söylemek yanlış olmayacaktır.

Milet ekolünün diğer filozofları da doğayı doğa içindeki bir ilke ile açıklamaya çalıştılar. Gerçi canlı maddenin kendi başına bir yönelim içinde olmasını pek de benimsemediler. Onlara göre yine de maddedeki yönelim arkasındaki bir güce bağlı görünmektedir.

Anaksimenes ilke olarak havayı öne sürmüştü. Anaksimandros ise Apeiron’u yani sonsuzluğu bir arkhe olarak ortaya atmıştı. Herakleitos’a göre Logos kendini göstermeye başlamıştı. Logos aslında akla dayalı söz anlamına geliyordu. Ortada bir söz varsa elbette bir de bu sözü söyleyen olmalıdır. Ona göre Logos tanrısal sözü yani aklı temsil etmekteydi.

“Her şey bu Logos’a göre olup bitse de insanlar hiçbir şey yaşamamış gibiler.”

“Demek izlemeli ortak olanı, ortak olsa da Logos, çoğunluk yaşar kendine özgü düşüncesi varmış gibi.”

“Beni değil Logos’u dinlemek bilgelik, uyuşmak her şeyin bir olduğunda.”

Herakleitos’ta varlıkta meydana gelen değişime ateş aracılık etmekteydi. Maddi ilkesinin üstüne hiç şüphe yok ki Logos’u koydu. Logos adeta tanrıdan sudur eden bir akıl gibi tasvir ediliyordu. Bunu reddedemeyiz çünkü bu konuda kaleme aldığı fragmanlar var.

“Bilgelik insana değil tanrı’ya özgü.”

“Bilgelerin bilgesi maymundur tanrının yanında, en güzel maymun nasıl çirkinse insanın yanında.”

“Tüm yasaları çünkü insanoğlunun beslenir bir tek tanrısal yasayla, istediğince güçlüdür çünkü o, her şeye yetip artar.”

İlk filozofların mitolojiden bir anda tamamen ayrıldıkları yönündeki bir değerlendirme doğru olmayacaktır. Coğrafyanın kültürel mirası elbette onları da etkilemişti. Mitolojiden şu veya bu şekilde etkilenmiş olmaları onların akılla ortaya koyduğu itirazı gölgelemez. Bu durumda eserlerinde dönem dönem rastladığımız mitolojik atıflar anlaşılmış olur. Herakleitos 4 katmanlı bir sistem inşa etmişe benziyor. Değişmeyen tek şey değişim olduğuna göre, ateşin dönüşüme eşlik eden maddi bir ilke olması, dönüşümün kendisinin de bir ilke olması sonucunu doğurur. Yani belki de asıl ilke dönüşümün kendisidir.

Tanrı – ondan sudur eden Logos – ateş – dönüşüm

Anaksagoras Logos terimini tam olarak karşılamayan Nous ilkesini ortaya attı. Nous, yani akıl dönüşümün arkasındaki değişmez ilkeydi. Sokrates en çok bu ilkeyi sevmişti ve Anaksagoras’ın eserini büyük bir heyecanla okumuştu. Doğa felsefesinden en fazla ümitlendiği anlardan biriydi belki de bu; ama hayal kırıklığı yaşadı. Nous’un bir tanrıya bağlanmaması ve tam olarak açıklanmaması onu doğa felsefesinden uzaklaştıran belki de son eserdi.

Pisagor varlıkta birliği ve arkhe olarak sayıları öne sürdü. Ona göre varlık aslında bir çokluktan ibaret değildi. Çokluk bir olanın farklı tezahürleydi. Evrende her şey sayısal bir ilişki içinde dönüşüyordu. Pisagor bu sebeple matematiğe her şeyden daha fazla önem verdi. Empedokles gibi birden fazla ilke ortaya atanlar da oldu. Ona göre ateş, hava, su ve toprak hepsi birlikte maddeyi birlikte dönüşen temel öğelerdi. Aşk toplayan nefret ise dağıtan başka iki harici ilkeydi. Parmenides her yeri dolu gördü. Ona göre bu doluluk içerisinde hareket mümkün değildi. Gördüğümüz maddi dünya birer sanıdan ibaretti. Varlık hep vardı ve yokluk yoktu… Varlıkta birlik onda mantıki temellere oturtuluyordu. Şimdi de gezgin bir filozof ve şair olan Ksenophanes ve sofist Protagoras’ın tanrı anlayışlarına göz atabiliriz. 

Şunu belirtmekte fayda var; Elea ve Milet ekolü filozofları ve hatta diğer doğa ve varlık filozofları birbirlerine itiraz etmekten çok birbirlerinin kuramlarını kritik ederek geliştirdiler. Aynı kökten beslenen bir düşünce ekolünün farklı tezahürleri olarak kabul edilmeleri daha doğru kabul edilebilir. Onların benzer konularda akıl yürüttükleri ve gerçekten de hakikati bilmek istedikleri açıktır. Felsefe kökenlerine dönmeden ileriye doğru ivmelenemez. Parmenides – Herakleitos çekişmesi bile bir konunun enine boyuna tartışılması olarak ele alınması gerekmektedir.

Bütün bu filozofların yanı sıra tanrı fikrini yadsıyan yada evrenin açıklanmasında kullanmayan atomcu filozoflar vardır. Atomcu filozoflar eşyanın artık daha fazla bölünemez küçük temel parçalardan meydana geldiğini öne sürdü. Atomculara göre doğadaki dönüşümün sebebi bu temel parçacıklardır. Bu parçalar kendiliğinde bir yönelime sahiptir ve şeyler bu zorunlu veya tesadüfi yönelim sonucu meydana gelmektedir. Epikür bir tanrıya inanmakla beraber onu meta evrene konumlandırarak olup bitenin dışında tutmuştur.

Bazı filozofların pagan anlayışı sürdürdüğü de bir gerçektir. Stoacı bazı filozoflar çok tanrılı anlayışı benimsemiş ve sürdürmüşlerdir. Ancak genel olarak mitolojiden miras olan çok tanrı inancının filozoflarda kabul görmediği açıktır. Sokrates, Platon ve Aristo üçlemesi hiç şüphe yok ki çok tanrılı değillerdi. Platon bunu mektuplarında açıkça belirtmiştir. Sokrates’e dava açılmasının sebeplerinden biri de şehrin tanrılarına inanmamasıdır. Aristoteles’te hareket ettiren ama hareket etmeyen bir tanrı anlayışı vardır. Onda tanrı muharrik-i evveldir; yani ilk hareket ettiricidir. Ksenophanes ve Protagroas’a dönüp konumuza dağıtmadan devam edelim.

Kesnophanes Ve Protagoras’ta Tanrı

Eski Yunan düşüncesinde dini ve tanrısal konularla ilgili anlayışların ele alınmasında Ksenophanes ve Protagoras’ın görüşleri arasında bir süreklilik bulunmaktadır. Ksenophanes, insan bilgisinin tanrılara ulaşamayacağını ve dini ile tanrısal konularda söylenenlerin insana özgü niteliklerin tanrılara atfedilmesi olduğunu savunmuştur. Sofist Protagoras ise, dini ve tanrısal konularda hiçbir şey söylenmemesi gerektiğini belirtmiştir. Ksenophanes, tanrıların insanlara hakikati vermediğini, bu konuların insanın deneyimini aşan bir hakikat olduğunu ifade etmiştir. İnsanın bilgisi, deneyime dayalıdır ve bu nedenle sınırlıdır. Ksenophanes, tanrıların niteliklerinin ne olduğu konusunda insanların kendi sınırlı deneyimlerinden yola çıkarak konuştuklarını belirtmiştir.

Protagoras’ın günümüze ulaşan en ünlü fragmanı şu şekildedir:

“Tanrılar hakkında ne var olduklarına ne de olmadıklarına dair ne bir şey bilmiyorum; ne de onların ne olduğuna dair bir şey söyleyebilirim. Çünkü birçok şey engel oluyor: hem konunun belirsizliği hem de insan yaşamının kısalığı.”

Ksenophanes ve Protagoras’ın tanrısal konular hakkındaki görüşleri arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır?

Ksenophanes ve Protagoras arasında tanrısal konular hakkındaki görüşlerde bir süreklilik ve etkileşim bulunmaktadır. İkisi de Sokrat öncesi Yunan düşünürlerindendir ve dönemlerinin etkisi altında kalmışlardır.

Ksenophanes, tanrısal konuların insan bilgisi tarafından tam anlamıyla kavranamayacağını savunmuştur. Ona göre, tanrılar insanlara hakikati vermemişlerdir ve bu konular insanın deneyimini aşan bir hakikattir. İnsanlar, tanrıların nitelikleri hakkında kendi sınırlı deneyimlerinden yola çıkarak konuşurlar. Bu, tanrıların insana özgü niteliklerle tasvir edilmesi anlamına gelir. Örneğin, tanrıların insan benzeri özelliklere sahip olduğunu düşünmek gibi.

Protagoras ise Ksenophanes’in bu eleştirel yaklaşımını daha da ileri götürmüştür. O, tanrısal konular hakkında hiçbir şeyin kesin olarak bilinemediğini ve bu nedenle bu konularda konuşulmamalı olduğunu savunmuştur. Bu, tanrısal konuların öznel ve görelilik ilkesine dayandığını gösterir. Protagoras, “Tanrılar hakkında hiçbir şey bilmiyorum, ne varlıkları ne de yoklukları hakkında” şeklinde bir ifadeyle bu görüşünü özetlemiştir.

Özetle, Ksenophanes ve Protagoras arasındaki ilişki, tanrısal konuların insan bilgisi tarafından kavranamayacağı ve bu konularda kesin bir bilgiye ulaşılamayacağı fikri etrafında şekillenir. Her iki düşünür de, tanrısal konuların öznel ve görelilik ilkesine dayandığını vurgulamışlardır. Bu, Sokrat öncesi Yunan düşüncesinin genel bir özelliği olarak kabul edilir.

İnsan bilgisinin sınırlılığı, tanrısal konuların anlaşılmasında nasıl bir engel teşkil etmektedir?

İnsan bilgisinin sınırlılığı, tanrısal konuların anlaşılmasında temel bir engel olarak görülmektedir. Bu engelin nedenleri ve sonuçları şu şekildedir:

  • Deneyime Dayalı Bilgi: İnsan bilgisi, deneyime dayalıdır. Yani, insanlar çevrelerini gözlemleyerek, deneyimleyerek ve bu deneyimler üzerinden sonuçlar çıkararak bilgi edinirler. Ancak tanrısal konular, doğası gereği insan deneyiminin ötesindedir. Bu nedenle, deneyime dayalı bilginin sınırları içerisinde tanrısal hakikatlere ulaşmak zordur.
  • Öznel Yorumlar: İnsanlar, bilmedikleri veya anlamadıkları konularda kendi deneyimleri ve öznel yorumlarıyla doldurma eğilimindedir. Bu, tanrısal konularda da görülür. Tanrı veya tanrılar hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadan, insanlar kendi deneyimlerine ve kültürel inançlarına dayanarak tanrısal varlıkları yorumlarlar. Bu, tanrıların insana benzer özelliklerle tasvir edilmesine neden olabilir.
  • Dilin Sınırlılığı: Dil, insanların düşüncelerini ifade etme aracıdır. Ancak dil, soyut ve kavramsal konularda sınırlılıklara sahiptir. Tanrısal konular, dilin sınırlarını zorlar ve bu nedenle tam anlamıyla ifade edilemez.
  • Kültürel ve Tarihsel Bağlam: İnsanların tanrısal konulara yaklaşımı, bulundukları kültürel ve tarihsel bağlama bağlıdır. Farklı kültürlerde ve tarihlerde tanrısal konuların anlaşılması ve yorumlanması farklılık gösterebilir.

İnsan bilgisinin sınırlılığı, tanrısal konuların tam anlamıyla kavranmasını zorlaştırır. Bu, hem deneyime dayalı bilginin sınırlılığından hem de insanların öznel yorumlarından kaynaklanır. Bu nedenle, tanrısal konuların anlaşılmasında kesin bir bilgiye ulaşmak zordur.

Ksenophanes’in tanrısal bilgi anlayışı, günümüzdeki dini ve felsefi tartışmalarda nasıl bir yere sahiptir?

Ksenophanes’in tanrısal bilgi anlayışı, antik Yunan düşüncesinde önemli bir yere sahip olup, günümüzdeki dini ve felsefi tartışmalarda da etkisini sürdürmektedir. İşte bu anlayışın günümüzdeki yankıları:

  • Tanrı Tasavvurlarının Gözden Geçirilmesi: Ksenophanes, tanrıların insana benzer özelliklerle tasvir edilmesini eleştirmiştir. Bu eleştiri, günümüzde de dini sembollerin, ritüellerin ve doktrinlerin gözden geçirilmesi gerektiği yönündeki argümanlara ilham vermektedir. Özellikle liberal teolojide, Tanrı’nın insancıl tasvirlerinin ötesine geçilmesi gerektiği vurgulanır.
  • Bilginin Göreliliği: Ksenophanes’in bilginin sınırlılığına dair vurgusu, postmodernizm ve epistemolojik görelilik tartışmalarında önemli bir rol oynamaktadır. Bilginin mutlak olmadığı, kültürel, tarihsel ve bireysel bağlamlara göre değişebileceği fikri, Ksenophanes’in düşünceleriyle paralellik gösterir.
  • Din ve Bilim Arasındaki İlişki: Ksenophanes, tanrısal konuların insan bilgisi tarafından tam anlamıyla kavranamayacağını savunmuştur. Bu, günümüzde din ve bilim arasındaki ilişkiyi tartışan düşünürler için bir referans noktası olabilir. Bilimin sınırlılıklarını kabul ederken, dini inançların da rasyonel bir temele dayandırılması gerektiği argümanı bu düşünceyle uyumludur.
  • Dini Plüralizm: Ksenophanes’in tanrısal konulara dair eleştirel yaklaşımı, farklı dinlerin ve inanç sistemlerinin bir arada var olabileceği ve birbirlerine saygı duyabileceği bir dini plüralizm anlayışına katkıda bulunabilir.

Ksenophanes’in tanrısal bilgi anlayışı, antik Yunan’dan günümüze kadar birçok dini ve felsefi tartışmada etkili olmuştur. Bu anlayış, hem dinin doğası hem de bilginin sınırlılığı hakkındaki modern tartışmalara zenginlik katmaktadır.

Ksenophanes’in günümüze ulaşan fragmanları, onun dini, etik ve epistemolojik görüşlerini yansıtmaktadır. Ancak, bu fragmanlar tam ve eksiksiz bir şekilde aktarılmamıştır; sadece bazı parçaları günümüze ulaşmıştır. İşte Ksenophanes’e ait bazı önemli fragmanlar:

  1. “Eğer atlar ya da aslanlar ya da boğalar elleriyle resim yapabilseydi ve tanrılarına sanat eserleri oluşturabilseydiler, atlar atları, aslanlar aslanları ve boğalar boğaları tanrı olarak resmederlerdi.”
  2. “Bir tanrı vardır, en yüksek tanrılar ve insanlar arasında, ne şekil ne de düşünce bakımından insana benzemeyen.”
  3. “O bütünüyle göz, bütünüyle kulak, bütünüyle akıl.”
  4. “O, her şeyi sarsmadan, zihniyle her şeyi hareket ettirir.”
  5. “Hepimiz aynı şeylerden doğarız ve aynı şeylere dönüşürüz.”
  6. “Eğer tanrılar insanlara hakikati verseydi, onu korurlardı; ama şimdi onu bulmaları için onlara vermemişlerdir.”

Bu fragmanlar, Ksenophanes’in tanrı kavramına, insanların tanrı tasavvurlarına ve bilginin doğasına dair görüşlerini yansıtmaktadır. Özellikle tanrıların insana benzemeyen, sınırsız ve evrensel varlıklar olduğuna dair düşüncesi, onun dini eleştirilerinin temelini oluşturmaktadır. En son mitolojide tanrıların durumları ile ilgili kısa bir bilgi vermek isterim.

Mitosların Gücü

Antik Yunan mitolojisi, insanların günlük yaşamlarına, kültürel değerlerine ve inanç sistemlerine derinlemesine etki etmiştir. Mitolojik anlatılar, insanların dünyayı nasıl algıladıklarını, değer verdikleri şeyleri ve toplumlarının nasıl işlediğini yansıtır. Örneğin, Olimpos Dağı’ndaki tanrıların varlığı, insanların doğaüstü varlıklara olan inancını gösterir. Aynı zamanda, mitolojik öyküler, insanların etik ve ahlaki değerlerini, kahramanlık, cesaret, adalet ve fedakarlık gibi kavramları nasıl algıladıklarını da yansıtır. Bu mitoslar, insanların hayatlarında karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olan rehberler olarak da işlev görür.

Felsefenin ve dinlerin etkisi ile paganizm hemen hemen varlığını yitirmiştir. Dünyada var olan tek tanrılı dinlerin felsefeye etki ettiği şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bir filozofu çevresinden kopuk bir tip olarak tasvir etmek akla uygun değildir. Şüphe yok ki onların da kadim anlayışlardan şu veya bu şekilde haberleri oldu. Bana göre eşsiz olan bir şey, onların bu dinleri olduğu gibi alma yönüne asla gitmemeleri ve kendi felsefi anlayışlarını ortaya koymalarıdır. Platon’da dine benzer bir yapı göze çarpmakla beraber yine de dinlere ait birçok unsur eksiktir. Antik Yunanda ve hatta Roma’da İseviliğe kadar paganizm hariç hiç bir din etkili olmadı. Yunanlıların mitolojik ama kurumsal olmayan göreceli olarak liberal dinleri varlığını uzun yıllar sürdürdü. Filozofların düşünce sistemleri İseviliğin işini kolaylaştırmış mıdır; evet kolaylaştırmıştır. Ama bu dinin kökeninde elbette felsefe vardır demek yanlıştır. Bir sürü başka faktör sürece etki etmiştir.

Aslında felsefede ortaya çıkan tek tanrı fikri, pratikte İslam ve Hıristiyanlık ile kendine kurumsal bir yer edinmiştir. Yunan felsefi tek tanrıcılığının pratik hayata yaygın olarak yansıması diye bir şey söz konusu değildir. Belirtmekte yarar var; Yunanlılardaki alt sınıflarda farklı dinler daha yaygın olarak sürüp gitmiştir. Orphizm, Demeter kültü ve Dionysos kültü gibi halk arasında yer eden bu dinlerin kendilerine has ritüelleri ve anlayışları vardı.

Kaynaklar;

Nurten KİRİŞ YILMAZ – Sofistler ‘Sofist’ miydi?

Nedim YILDIZ – PROTAGORAS’IN DİNİ V E TANRISAL KONULAR HAKKINDAKİ
GÖRÜŞLERİ

Mehmet Ali YILDIZ – ANTİK YUNAN MİTOSLARI: KAHRAMAN TANRILARDAN TANRISAL KAHRAMANLARA

Ahmet ARSLAN – İlk Çağ Felsefe Tarihi

Bertrand Russel – Batı Felsefesi Tarihi

filosofia.com.tr/italya-okulu

filosofia.com.tr/milet-okulu-filozoflari

filosofia.com.tr/sofistler-kimdir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Sofistler kimdir sorusuna kolay anlaşılabilir ama yine de kapsayıcı bir şekilde yaklaşmayı gerekli görüyorum. Öncelikle sofistlerin öncesine kabaca bir göz…
Cresta Posts Box by CP