
Ulaşabildiğimiz mesafede bize göre hiç bir şey yok! Ne zengin için ne de fakir için var. Bir nükleer savaş sırasında geçici süreliğine ortadan kaybolmanın yollarını arıyorlar; ama bulamazlar. Sanırım yeraltı sığınakları onlar için daha akıllıca olacaktır. Daha akıllıca olan da nükleer silahları sonsuza dek yok etmek olacaktır.
Atom bombası olduğu için savaş yok deniyor. Bu bir anlamda doğrudur; fakat bu düşüncenin sorunlu tarafları da vardır. Elinde bu silahlardan olanlar kendi politikalarını dayatmaktadır. Barışı sürdürmekten çok; birilerinin tek taraflı dayatmalarla dünyanın kaynaklarını sömürmesine sebep oluyor.
Bilinen ülkeler dışında artık nükleer silah yapma imkanı yok. Uluslararası anlaşmalar gereği böyle deniyor. Bu az sayıda ülkenin bu silahların tasfiyesi konusunda yeni bir anlaşmaya ihtiyacı yok mu? Çok iyi bir şey ise; başkalarını neden men ediyorsunuz? Bırakın onlar da nükleer silahlar üretsinler ve böylece barış daha da kalıcı hale gelsin.
İşte uzay aşkı bu tutarsızlıktan ileri gelir. Bu bombaları bir gün bir grup deli ateşlerse gidecek bir yerleri olmalıdır. Ortak miras olan dünyanın kaynaklarını kullanarak hem bizi katledip hem de kendi canlarını kurtarmak için trilyonlarca dolar harcamayı göze alıyorlar. O işlere harcanan para, insanlığa paylaştırılsaydı dünya zaten daha güzel bir yer olurdu.
Onlara bir sorun bakalım; neden nükleer silahları imha etmiyorsunuz diye… Duyacağınız şeyler o kadar gülünç olacaktır ki; bunları ancak bir deli söyler diye düşünmekten kendinizi alamayacaksınız. Düşman olarak tanımladığı, içinde kendi türünün yaşadığı farklı bir ülkedeki nükleer silahların varlığı en önemli argümanı olacaktır. Bu apaçık bir yalandır. Bu silahlara sahiplikleri karşılıklı anlaşma ve dayanışma iledir.
Söylemeyeceklerini ben söyleyeyim. Biz zenginliğimizi ve iktidarımızı korumak için atom bombası üzerinden siyaset güdüyoruz. Her ikisinden de vazgeçecek değiliz; insanlık falan umurumuzda bile değil. Kendimizi bildiğimizden, bir gün bu silahların ateşleneceğini de biliyoruz. Bizim kadar kansız, vicdansız, bencil, narsist ve ahmak bir topluluk için, bu kötü son kaçınılmazdır. Zamanı geldiğinde, bu felakete sebep olanlar olarak, öncelikli olarak kendimizi koruyacağız. Gerek yer altında gerekse uzayda kendimizi sağlama alacağız ve belirli bir süre bekleyeceğiz. İş olup bittikten sonra da dünyanın seçilmiş egemenleri olarak varlığımızı sürdüreceğiz. Buna en layık olan da biziz.
İçlerinde tuttukları bunlardır. Sizin vergilerinizi böyle işler için harcıyorlar. Yok etmek, kurtulmak, hükmetmek ve korunmak… Sahiden de ahmak insanların en ileri gelenleri yine bunlardır. Tutkuları sonsuz; hayatları ise sonludur. Gülünç bir hırsla yemeklerini hunharca yiyen ve kimseye bir şey kalmasın diye semirip ölen ahmaklar.
Savunma sanayiine harcanan paralar, 3 milyar açlık sınırındaki insanın sorunlarını çözer. Uzaya, popçuya ve topçuya harcanan paralar da ilave edilirse refah getirir.
Uzay işinin iki yönü daha var; merak ve korku! Gerçekten işlerin nasıl olup bittiğini ve alemdeki nizamı ölçmek isteyen birileri var. Büyük bir patlamayla meydana geldiğini düşündükleri, başıboş dünyayı bekleyen tehlikeleri tespit etmek ve elden geliyorsa tedbir almak… Ateist bilim adamı bunu korku ile temellendirir, inananı da tedbir ile.
Uzay aşkında ulusların rekabeti de etkili olabilir. Uzaydan gözetlemek, hedef tayin etmek ve gerekirse saldırmak için üsler kuruluyor. İnsanlık kendi varlığını çok kolay bir şekilde sona erdirecek kadar silah biriktirdi. Öyle bir bomba düşünün ki, patlatsanız hem kendiniz hem de diğerleri birlikte yok olacak. Bu ahmak işidir; buna karşılık durum da tam olarak budur.
Barış için silah yığmak… Evet; bence de gülünç. 3-5 ruh hastası birden karar verse, hepimizin parçaları sokaklara dağılır. Hangi kitap bunu salık verir? Vicdan ve akıl ne der? Bu tanrı buyruğudur, kendimizi koruyoruz dense; ben de biz aynı tanrıya inanmıyoruz derim. Ne böyle bir dini ne de böyle bir dindarı kabul etmiyorum derim.
Uzaydaki hareket kabiliyetimiz tabiat kanunları ile kısıtlanmıştır. Ulaşabildiğimiz hız ile muazzam mesafeleri aşamıyoruz. Ulaşabildiğimiz yerlerde bize uygun hiç bir şey yok; ulaşamadıklarımızda ne var ne yok hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Kanun koyucu bize konak olarak mavi gezegeni seçmiş; ötesi bizim için yok. Güneş sistemi içindeki mavi gezegenden başka bizim için koca evrende başka bir yuva yok. Evren büyüklüğü ile ilgimizi çekse de; bizim için ancak güzel bir manzara olarak kalacaktır.
Bundan öte, uzayda bunca emeğe karşılık olarak bulacağımız daha öte bir şey olmayacaktır. Bir gün gelir de yanıldığım ortaya çıkarsa, meydanlarda resimlerimle beni gülünç duruma düşürün. Mezarımın yeri belli ise; tam o noktaya ücretsiz umumi hela yaptırın; yaptırın ki gelen giden tam o noktada rahatlasın. Haklı çıkarsam da kendi resimlerinizi her yere asıp kendinizi kınayın. Dünyada yapılabilecek ve yapılması gereken onca güzel iş varken, biz paraları nerelere harcamışız deyin. Üstelik de bu işlerde önde gidenlere kendi ellerimizle destek verdik deyin. Neden itiraz etmedik diye dövünün. Herkes alnına fosforlu renk dövme ile ahmak yazdırsın.
Seçilmişler elbette bu trenin bir gün raydan çıkacağını biliyorlar; canları da tatlıdır. Roketleri paraşütsüz ve sağlam bir şekilde yere indirmeye çalışıyorlar. Bundaki amaçları belirli sayıda insanı alacak roketleri uzaya çıkarmak, yörüngeye sabitlemek ve günü geldiğinde emniyetli bir şekilde yere indirmek. Küçük bir kapsülün içinde gıda ve oksijen sorunu olacağından, büyük araçlara ihtiyaçları var.
Daha ileriki amaçları da marsa içi oksijen dolu kapsüller kurmak. Suyu bu denli araştırmaları da bundandır. Dünyadan oksijen ve su taşımak maliyetli ve mantıksız olduğundan, marsta devamlı su arıyorlar. Burada maksat insanların bir kısmını oraya taşımak değildir; seçilmiş olanları belirli bir süre orada barındırabilmektir. Yemek işi nispeten daha kolaydır; onu belirli oranda çözebilirler.
Evet; siz de seyredin uzay işleri ile meşgul olanları hayranlıkla. Belki bir faydası size de dokunur. Anlamanız gereken şey şu; bunlar bir gün gelip belirli bir süreliğine ortadan kaybolmak zorunda olduklarını biliyorlar. Zerre miktar umurlarında değilsiniz. Onlara hizmet eden bir fabrikadaki civata ya da somunsunuz.
Karl Marx ile ilgili bir alıntı yapayım;
Lümpen proletaryadan “serseriler, suçlular, fahişeler,” “ahlaksızlar, düşkünler”, hırsızlar, üçkağıtçılar, paçavralar, kapkaççılar, avareler ve dilenciler diye bahseder (Tamamı Marx’ın tabirleridir). “Sefalet içinde yaşayan” bu eşkıyalar, der Marx, toplumun düşkün katmanlarına hapsolmuş “yedek sanayi ordusunun safrasından” başka bir şey değildir. Dahası, bunların genel itibariyle ilerici bir siyasi güç teşkil etmediğini, asla da edemeyeceklerini belirtir.
Halk konusunda birçok düşünür benzer kanaatlerini ya açıklarlar ya da kınanmaktan korktukları için içlerinde saklarlar. Kanunlar, cezalar ve asayişten sorumlu birimler de genel itibariyle halkı hizada tutmak için vardır. Kendileri bunların dışındadır; böyle görürler. Aslında Marx kapitalizmin insanı düşürdüğü hale dikkat çekmek suretiyle kendi fikirlerini temellendirmek istemiştir. Halkın bu sefih durumunu bir sonuç olarak tanımlamıştır. Önermesi de malum olduğu üzre komünizmdir.
Sosyalizm, kapitalizm ve demokrasi tekrar detaylı bir şekilde önyargısız olarak ele alınıp yeni bir sistem üretmek için belki de son şansımız. Komünizm de her yönüyle tekrar incelenip, insanlığın lehine olabilecek yeni bir modelin inşasında faydalanılmalıdır. Mevcut düzen, kendisini yok eden oto immün bir hastalığa tutulmuştur. Ağır hastalıklar radikal tedaviler gerektirebilir. Tedavi de zaman alabilir. Tam manasıyla iyileşme de olmayabilir; ama tanrı buyruğu adaleti tesis etmektir. Belki başaramayız; ama o yol üzere yürürüz. En azından zalimlerden yana olmadığımızı; yani safımızı belli ederiz. Akıl ve bilgelik rehberimiz iken ve her ikisi de tanrıdan bir miras iken gördüğümüz şarlatanlıkları ifşa etmek şanımızdan olmalıdır. Bilgelik budur.
Tek hedefi üstünlüğü ele geçirmek ve dünyadan daha fazla nasip almak olanların yapıp ettikleri size zekice gelebilir. Hatta onlara hayranlık bile besleyebilirsiniz. Bu Stockholm sendromundan öte bir şey değildir. Gerçek işlerle uğraşan gerçek bilim adamları saygıyı hak eder. Onların çıktılarını alıp, insanlığa karşı kendi lehine kullananlar da lanetlenmeyi hak eder. Bundan öte üçüncü bir tavır yoktur.
Diogenes Laertios’da yazılıdır. 7 bilgelerden Thales gökyüzünü seyrederken ayağı takılır ve çukura düşer. İniltileri duyulur. Bunu gören yaşlı kadın şöyle der: “Sen Thales; ayağının altındakini görmezken, gökyüzünü anlayacağını mı sanıyorsun?”
Mesele gök bilimi değildir. Gözlemlemek ve anlamaya çalışmak önemlidir. Mesele yerdeki meseleyi halletmeden gökle meşgul olup zaman kaybetmektir. Doğayı kurtarmalıyız ve varlığımızı ‘insanca’ sürdürmenin yollarını bulmalıyız. İş burada başladı, burada devam ediyor ve burada bitecek. Bütün işimiz burada! 3-5 sapkın ahmağın keyfiliğine bırakılacak hiç bir konumuz yoktur. Bu konuda oldukça cimri davranmalıyız. İşlerliği ve yaptırım gücü olan uluslararası kurumlarla birbirimize yaklaşmalıyız. Birleşmiş milletler gibi ahmak tayfanın sözcüsü olmuş kurumlar hiç de lazım değildir. Dünya ortak mirastır; bazı konular ulusları aşar. Peru’da katledilen ormanlar, Çin’i de ilgilendirir. Kirlenen hava herkesi zehirler. Tarım ve gıda üretimi herkesi ilgilendirir. Bütün dünyayı birkac kere yok edebilecek miltarda bomba da şüphesiz herkesi ilgilendirir.