Konum,İzmir,Türkiye
filosofiacomtr
filosofiacomtr@gmail.com

Varlık, Nesne Ve Özne

Filozoflar, felsefe ve felsefi yazılar.

varlık nesne özne

Deneyim

Özne nesneyi kendince algılar. Nesne kendinde şey olduğu gibi algılayan öznede şey de olur. Öznede şey olurken aslında kendinde şeyliğini kendine göre yitirmez; ancak her özne kendinde şeyi duyumsarken kendi algılarına göre onu yeniden yorumlar. Kendinde şeye yüklediği anlam eşsizdir ancak bir yandan da diğer öznelerle de benzerdir. Yani algılama hem eşsiz hem de benzerdir.

Algılamaya eşsiz kılan şey her öznenin kendine göre eşsiz ama benzer deneyimleri ve eşsiz ama benzer deterministik belirlenimleridir. Deterministik belirlenim her öznede eşsiz ama benzer deneyimlere sebep olur. Eşsiz deneyimler eşsiz ancak benzer algılara sebep olur.

“Eşsiz – (yani benzemez) ve benzer algılar, öznenin kendinde şeylere eşsiz ama benzer anlamlar yüklemesinin sebebidir.”

Öznede Varlık

Bir şeye yüklenen anlam ile o şeyin gerçekte ne olduğu kendi içinde çelişik bir sorundur. Kendinde şey bir bilici değilse; kendisi hakkında yargıda da bulunamaz. Kendi kendisine bir anlam yükleyemediği gibi kendi kendisinin farkında da değildir. O bir bilici değildir. En az bir bilici dahi yoksa artık kendinde şeyin varlığı ve yokluğu birdir. Onun için bir varlık tayin edecek ve ona anlam yükleyecek bilici yoktur; dolayısı ile varlık, nitelik, nicelik vb. gibi konular da gündemde yoktur. Zaten ortada bir gündem de yoktur. Şeyler, oldukları yerde öylece duruyorlar ve biliciler olmamasına karşılık yine de varlıklarını sürdürüyor diyenler önermelerini tekrar gözden geçirmelidir; geçirmelidir zira bu önermeyi varlığı olan bir bilici ortaya koymaktadır.

Bu kısmın anlaşılmasının güç olduğunun farkındayım. Ancak hakikat aslında çoğu zaman sandığımızdan daha basittir. Bilen, bildiğini bilen, bilinen ve bilindiğini bilen ancak 2 bilicinin var olduğu koşulda mümkündür. Sadece 1 bilen ve diğer bilinçsiz şeylerin var olduğu durumda da ortada bir bilen, bildiğini bilen ve bilinen vardır. Bilen bilindiğini bilen durumunda değildir; çünkü ortada onu bilecek olan yoktur. O sadece kendisini, kendisini bildiğini ve şeyleri bilmektedir. Burada mümkün şeyleri ve hale hazırda var olan kendinde şeyleri birlikte anmakta bir sakınca yoktur.

“Bilen yoksa şeyler de yoktur; zaten onların varlık ve yokluk durumunu ortaya koyup tartışacak birileri de yoktur. Varlığı olumlayacak olan tek şey bilinçtir ve varlık olumlanmadığı sürece de yoktur.”

Bilenin Ontolojik Durumu

Bir şey için vardır ve nitelikleri şunlardır diyen bilicidir. Bilici bilinmenin ve olumlamanın öncül koşuludur. Ancak bu öncü koşul var olduktan sonra şeyler var olabilir. Yani renklerin ve sayıların nesnede ortaya çıktığı ve kendi başlarına bir varlığı olmadığı gibi; şeyler de bilende ortaya çıkar ve kendi başlarına bir varlıkları yoktur.

Tam tersi olan durumu ele alalım… Bilenin olduğu ancak şeylerin olmadığı durumda işler yine aynı mantık örgüsünde mi ilerler. Bilenin olduğu ancak bilinecek şeylerin olmadığı durumda işler farklıdır. Bilen kendisini bildiği için ve olumlama yapabildiği için var olmak için şeylere ihtiyaç duymaz. Şeyler olmasa da o vardır. Bilinecek şey ve bilen yani özne ve nesne aynı şeydir. Özne ve nesne ancak bilicide aynı şeydir.  Bilici kendini bilir, kendisini bildiğini bilir ve bildiğini bilir.

“Bilen, bilinçsiz şeyler var olmadan da var olabilir. Bilen (özne), bilinen (nesne) ve bildiğini bilen (öz bilinç) aynı öznede birlikte var olduğundan, varlığı olumlanabilir.”

Rasyonalizm

Birden çok bilen ve şeyler birlikte var ise 4 durum birlikte söz konusudur. Bilen, bildiğini bilen, bilinen ve bilindiğini bilen ile bilinen nesne ve biliciler… Ne bilen, ne bildiğini bilen ne de bilindiğini bilen ancak bilinen şeyler ancak ve ancak en az bir bilenin var olduğu durumda mümkündür. Şeyler kendi başlarına var olamazken; biliciler kendi başlarına var olabilirler. Madem varlık var ve hiçlik yok; o halde nesneleri kendinde incelemek (Ampirizm) ve onlar hakkında doğru ve yararlı bilgiler edinmek doğrudur. Bunu ancak akıl ile (Rasyonalizm) yapabileceğimize göre öncül koşul kesinlikle yine akıldır. Akıl yani zihin olmadan ne deney yapılabilir ne de bir deneyden sonuç çıkarılabilir ne de çıkarılan bu sonuçtan pratik bir fayda elde edilebilir. Denebilir ki sadece pratik değil; eşyanın hakikatine dair de bir çıkarım yapılamaz.

“Zihin; yani akıl, yani akıl yürütme yöntemleri olmadan deneycilik (Ampirizm) var olamaz. Deney yapmayı düşünmek, deney yapmak, deneyi belirli bir metot ile yapmak, bu deneyden çıkarımlarda bulunmak ve bu çıkarımlardan pratik-pratik olmayan sonuçlar çıkarmak ancak Rasyonalizm ile mümkündür.”

Kendi Başına Zihin

Akıl (zihin) şeyde mi ortaya çıkar yoksa kendi başına bir varlığı mı vardır?  Bilici aynı zamanda hem bir şey hem de akla (zihne) sahip bir var olandır. Maddi varlığı olmadan salt bir zihin en azından bu fizik alemde rastladığımız bir şey değil. Zihin kendine yurt olarak bir bedeni seçmiş gibi görünüyor. Çeşitli eyleyişlerde bulunabilmek ve tasarılarını hayata geçirmek için şüphesiz bir bedene ihtiyaç duymaktadır. Aklın yuvası bedendir. Zihnin bedenden hariç bir varlığı var mıdır sorusunu aslında isteyerek veya istemeyerek biraz önce cevaplamış olduk. Bedeni bir nesne ve aklı (zihni) bir özne olarak kabul ettiğimizde, bedenin kendi başına bir varlığı olamayacağını ancak aklın kendi başına bir varlığı olabileceğini kabul ettik. Bilici, şeyler olmadan da var olabilir ancak şeyler bilici olmadan var olamaz dedik. O halde bilincin bendenden ayrı kendi başına bir varlığı vardır.

“Bilici kendi başına var olabildiğine ve kendi varlığını olumlayabildiğine ve beden de bilene göre aslında bir ‘şey’ olduğuna göre; zihnin bedenden ayrı bir varlığı vardır.”

Bilginin Durumu

Bir şeyi bilebilmemizin koşulları vardır. O şeyi duyumsayabilmek, duyumsayabildiğimiz şeye anlam yükleyebilmek, üzerine düşünebilmek ve o şey hakkında elde ettiğimiz bilgiyi saklayabilmek… Bir şeyin duyumsanabilir olması aslında o şeyin duyu organlarımıza ve zihnimize uygun olması demektir. Duyularımızdan kaçan ancak yine de var olan şeyleri de olumlayabiliriz; bunu çeşitli deneylerle ve hesaplamalarla yaparız. Etkilerinden yola çıkarak varlıkları hakkında fikir sahibi olabiliriz. Zihin olmasa ancak duyu organları var olsa, şeyleri bilmek mümkün olmayacaktır. Zihin olsa ancak duyu organları olmasa zihin kendisini bilecektir. Bunu daha önce kabul etmiştik. Zihin için nesne kendisi olacaktır. Zihin bilecek ve bildiğini bilecek… Bir bedene yani ‘şeylere’ sahip değilse ancak bu kadar bilecektir. Bilginin konusu en temelinde zihnin kendisi ve daha sonra zihnin yuvası olan beden ve en nihayetinde de şeylerdir. Kavramlar bunları bir arada tutan bağlayıcı elementler gibidir. Akıldan doğan anlamlandırma araçlardır. Bu anlamda kavramlar da bilmenin konusudur. Kavramların kendi başlarına bir varlığı yoktur; bilici ve şeylerin birlikte var olmaları ile açığa çıkarlar.

En temelinde kavramlar da şeyler gibidir. Bilici olmadan varlıklarından söz etmek mümkün değildir. Bilicinin bilmesinin açımlamasını da yapmamız gerekir. Bilgi bilende değişiklik meydana getiren bilginin kendisidir. Bilgi salt pratik bir faydaya yönelik olabileceği gibi; hem pratik faydaya hem de salt bilme isteğine yönelik olabilir. Bilinebilir şeyler, kavramlar ve hatta kanunlar bilicinin bilmesine uygun tabiattadır. Bildiği şey ona şu veya bu şekilde etki eder. Bilgi varlığı sürdürmek, korumak, daha konforlu hale getirmek, daha anlamlı hale getirmek için gereklidir. Bazen de salt bilgi edinmek için bilgi ediniriz. Felsefe de aslında bilgiye duyulan isteğin dışa vurulmasından ve bu bilgi yolu ile bilgeleşmekten başka bir şey değildir. Merak filozoflarda bolca bulunan bir niteliktir. Bu nitelik onları olup bitenlerin arkasında saklı duran gerçekleri aramaya iter. İnsan yani bilici daha fazlasını da bilmek ister. Nerden geldik, hep var mıydık, nereye gidiyoruz, bu hayatın bir amacı var mı, bir tanrı ve/veya tanrılar var mı, evren kadim mi gibi birçok zorlu sorunun cevabını herkes merak eder; en fazla da filozoflar merak eder.

Bu zor soruları doğuran şeyler ve bu şeylerin arkasındaki kanunlardır. Kendini açığa vuran bu soruları fark edip doğru soruları soranlar da şüphesiz bilicilerdir.

“Bilgi kendi başına öylece var olamaz. Bilginin varlığı şeylere ve ardındaki kanunlara bağlı olduğundan ve şeylerin ve kanunların varlığı biliciye bağlı olduğundan; ortada bilici yok ise aslında bilgi de yoktur.”

Varlığın Kaynağı

Ne şeyler, ne kanunlar ne de bilgi en azından bir bilici olmadan kendi başlarına var olamazlar. Daha önce kabul ettiğimiz aslında tam olarak bunlardır. Bilginin bilgi olabilmesi için bir bilene ihtiyaç vardır. O halde bilici dışında tasarladığımız ve şöyle ya da böyle var olan şeyler, kavramlar, bilgiler ve kanunlar aslında kendi başlarına var değildirler. Kendi başlarına bir varlıkları yoktur. Tüm var olanların varlığı kendinden de değildir. Yaratmayan (var etmeyen), form vermeyen ancak bütün bu süreçlere edilgen bir biçimde dahil olan şeyler yaratılan, var edilen ve form verilenlerdir. Var etmeyen; var eden her ne olursa olsun var edilmiştir. Kimi filozof işi farklı kaynaklara havale etse de en nihayetinde ortada şu veya bu şekilde var edilme vardır. Var eden her ne olursa olsun biliciyi, şeyleri, kanunları, kavramları ve bilgiyi de var etmiştir. Var edenin ne’liği meselesi tarihte sıkça tartışılmıştır; ortaya da bir sonuç çıkmamıştır. Ben de ne’liğinin bilenemeyeceğini düşünenlerdenim. Bu ayrı bir konu ve başka yerde daha detaylı incelemeye çalışacağım.

“Var olan ancak ne kendi kendilerini ne de başka şeyleri var etmiş olanlar var edilmiştir. Bilicilerin de varlığı kendinden olmadığına göre var edebilen bir ve/veya daha fazla bilici vardır.”

Nesne: Ne ise odur. Maddi veya gerçekliğe sahip bir öz belirlenimi vardır. Nesne kendini çeşitli şekillerde açığa vurur.

Var olan: Maddi gerçekliği olan yada olmayan var olan şeyler.

İlinek: Varlığı nesnede ortaya çıkan ve maddi gerçekliğe sahip olmayanlar. Sayı, renk ve kavram gibi…

Özne: Var olan ve kendi dışında var olanları şu veya bu şekilde kavrayan.

Birlik: Bir; parçaların oluşturduğu anlamlı bütün… Görünen alemde var olan nesneler zerrelerden oluştuğundan kendi içinde bir birlikten söz edilemez. Dışa vurumu 1 olan şey birçok birden meydana gelmektedir. Eğer var ise; bölünemez ve parçalardan oluşmayan göreceli en küçük parça gerçek anlamda bir 1 olsa gerek.

Bölünemez ve parçalardan oluşmayan şey bizzat kendisi eğer başka bir şeyin parçası ise 1 olmaklığı bozulmaz. Birçok sayıda 1, dışa vurumu 1 olan ancak kendi içinde 1 olmayan bir şey oluşturur.

Ne parçalanabilen ne de bölünebilir olan şeyin hem başı, hem sonu hem de ortası olabilir. Küçük olmak başka nesnelere kıyasla göreceli olduğundan; bölünemezlik küçüklükle alakalı olmamalıdır. Bölünemezlik parçalardan oluşmama anlamındadır.

Parçalardan oluşmayan ve çok sayıda var olan şey ne olabilir? Komik bir soru mu; pek de öyle değil. Tekrar toparlamak gerekir ise; parçalardan oluşmayan, çok sayıda bulunan ve nesneleri meydana getiren şeyin ne olduğunu araştırıyoruz.

Bölünemez dedik; peki doğru mu söyledik? Atom dahi içinde parçacıklar bulundurur. Atomdan küçük parçacıklar hakkında biraz düşünmeliyiz. Kuarklar için temel parçacıklar deniyor. Bunlar hakkında yeterli bir bilgiye sahip değiliz; ancak kendilerini oluşturan başka parçalar mevcut değil diyoruz. Yani şimdiki bilgilerimize göre Kuark’ları oluşturan başka parçalar yok.

Elektronlar için de aynısı geçerlidir. Parçalardan oluşmayan yani bölünemeyen Kuark’lar Hadron’ları oluşturur. Hadronlara kuvvetli parçacıklar denir. O halde gerçekten kendinden 1 olan şeyler olsa-olsa bu parçacıklardır.

Parçalardan oluşmayan parçacıklar bir araya gelerek parçalardan oluşan şeyleri oluşturuyor denebilir.

Kuarklar proton, elektron ve nötronu oluşturur ve bunlar da atomu oluşturur. Öyle ise birlikten doğan bir çokluktan bahsetmek mümkündür. Bir şey ancak birçok birin bir araya gelmesi ile var olabiliyor.

Kendinde bir olan (Kuark gibi) herhangi bir şeyden oluşmadı deniyor ise; bu durumda tanrı için bunu iddia edenlere itiraz hakkımız ortadan kalkıyor demektir. Kuark başka şeylerden oluşmamıştır ve nasıl oluştuğu da bilinmemektedir. Temel soruların cevaplarını belirgin hale getirelim.

Kuark nasıl meydana geldi? Kendinden.

Kuark nedir? Parçalardan oluşmayan ancak kendisi başka Kuark’larla bir araya gelerek başka şeyler meydana getiren şey.

Kuark neden yaptığı işi yapıyor? Bilmiyoruz.

Kuark neden var? Bilmiyoruz.

Kuark var olmak için gereken şeyleri nereden aldı? Bilmiyoruz.

Kuarklar hep var mıydı yoksa sonradan mı oldu?

Sonradan oldu ise var olan şeylerden mi oldu yoksa yoktan mı var oldu?

Eğer yoktan var oldu dersek; bu sefer de geçerli sorular yokluk nedir ve var mıdır?

Yokluk varlanamadığına, tahayyül edilemediğine ve tanımlanamadığına göre var da değildir; o halde yokluktan bir şeyin varlığa çıkması da mümkün değildir. Yokluktan varlık meydana gelmesi akla muhaldir. Velev ki bir yokluk var ve Kuark’lar bu yokluktan varlığa çıktılar; o zaman doğru sorular neden ve nasıl olacaktır.

 

Yokluk:

Tanım 1: Olmayan şey. Içinde ne kanun ne madde ne ışık ne kavram ne de herhangi başka bir şey olmayan; yani aslında adı üstünde yok olan. Varlığı olumlamak için kullanılan sembolik bir kavram.

Tanım 2: Muhayyilede (zihinde) mümkün olan, ve henüz şu veya bu şekilde bizzat varlık kazanmayan şey, kavram veya ilinek gibi bir varlığın durumu. Tek bonuzlu at muhayyilede var olsa da, bizzat var değildir; buna karşılık mümkün bir varlıktır.

Tanım 3: Bizzat var olan şeyin bir veya daha fazla kişi için sadece zihinde var olması. Nesli tükenen bir hayvan her ne kadar yok olmuş olsa da; onun imgelemde var olduğu kesindir. Parası tükenen birisinin param yok demesi, paranın var olmadığı anlamına gelmez; paranın başkalarında ve kişinin zihninde var olduğu ancak bizzat onda var olmadığı anlamına gelir.

Bilim adamı dese ki Kuark’lar yoktan var olmuş olabilir; filozof da der ki; bu sahiden de safsatadır ve herhangi tutarlı bir önermeye veya tasdik edilmiş bir deneye (gözleme) dayanmaz. Bu ancak mükellef bir doxa olur.

Metafiziğin fizikle kucaklaştığı bu en zor işte, zorluklara düşeceğimi ve zaman-zaman kendimle çelişebileceğimi biliyorum. Doğru soruları sorabilmenin bile zor olduğu bir konuda; cevaplar bulmayı ummak sahiden fazlaca iyimserlik olurdu. Farkındayım, farkında olduğumun farkındayım ve oldukça dikkatliyim.

Aynı Kuark’lar belirli dizilimlerle protonları, nötronları ve elektronları oluşturuyorlar; bunlar da atomları oluşturuyor… Hikayenin geri kalanını biliyorsunuz; ben yine de hatırlatayım. Bu atomlar canlılar da dahil tüm şeyleri kendi öz nitelikleri ile birlikte, tabiat ile uyumlu olacak şekilde meydana getiriyor. Herhangi bir şeyin o şey olmayı sürdürebilmesi için bu işbirliğine, iradeye ve bilgiye ihtiyaç var. Domuz, domuz olmaklığını buna borçludur. İnsan için de durum aynıdır. İnsanın olduğu kişi olmayı sürdürmesi çok uzaklardan (belki de çok yakından) gelen karara bağlıdır. İnsan yaşlanır, hastalanır yetmez bir de hatıralar ve bilgi biriktirir… Bütün atomlarımız 5-7 sene içinde değiştiğine göre, görevi devralan atomlar da bizi biz yapan tüm bilgiyi edinmelidir. Hatıralarımızı, hastalıklarımızı, benlerimizi, sivilcelerimizi, mesleğimizi, bilgimizi, tek-tek tüm beyaz saçlarımızı ve kırışıklıklarımızı bilmek onun görevi olsa gerek. Bilmek de yetmeyecektir; bizi biz yapmak için gereken her şeyi de üstelenecektir.

Peki; bütün bunları neden umursamalıdırlar? İki ihtimal söz konusudur. Bu konuda gönüllüdürler veya bir kuvvet onları bu işleri yapmaya zorlamaktadır.  Gönüllü olması demek aslında kabul etme kabiliyeti olması da demektir. Bir şeyi ret veya kabul etme, ancak bir bilince sahipse mümkündür. Parçacıkların bu durumda düşünebiliyor olmasını kabul etmemiz kaçınılmazdır. Düşünmeleri yeterli midir? Şüphesiz hayır! Bir şeyi tek başlarına da meydana getirmediklerine göre, kendi aralarında bir uzlaşıya da ihtiyaçları vardır. Uzlaşabilen bir şey aynı zamanda şuur sahibidir de. Uzlaşmamak yerine neden uzlaşmayı seçiyorlar? Şuuru olan, yani bilinci olan insanın durumu ortadadır. Oldukça fazla sayıda hata yapan ve her zaman uzlaşmaya o kadar da istekli olmayan varlıklar değil miyiz? Parçacıklardan çok fazla şey beklemiş olmuyor muyuz?

Düşünme vs. gibi işler karmaşık beyinde olup bitiyor diyorsak; o halde bu Kuark’larda işler nerde olup bitmektedir. Öyle ya; bu Kuarklar nötron, proton ve elektronları; onlar da atomları; atomlar da diğer her şeyi meydana getirdiğine göre, akıl arayacağımız yer tam olarak onlardır.

Kuarkta beyin yoktur derseniz o halde onu işlere zorlayan birini ve/veya birilerini kabul etmek zorunda kalırsınız.

Kuarklar akıllıdır derseniz de; onlarda beyin denilen organı göstermek zorunda kalırsınız.

Hayır; beyinleri yoktur, buna rağmen bilinçlidirler derseniz; bu sefer de bugüne dek kurguladığınız beyin-bilinç ilişkisini bitirmek zorunda kalırsınız.

Noumen’e çok yaklaştığımız ancak bir yandan da uzaklastığımız bir noktada geziniyoruz. Fenomenler, zihnin nesneden bağımsız olmayan subjektif tasarımlarıdır. Ancak biz zihnin ve hatta fiziğin bile ötesine bakmaya çalışan maceraperestleriz.

Mutfakta olup bitenler hep ilgimizi çekmiştir. Kuarklar aslında doğal şeyleri bizden bağımsız olarak meydana getirirler. Bir radyo ile bir kediyi düşünelim. Radyo ve radyodaki her parça da Kuarkların oluşturduğu atomlardan meydana gelir. Radyo üretirken tabiat yasalarına uygun davranmak zorunda kalırız; ancak tabiat yasası da bir yandan bize uyar. Bir karar üzere kabul ettiğimiz yasaya itimat ederek radyo üretimine kalkışırız. Bu güvenimizi asla sarsmayan atomlar, işlerimizi zorlaştıracak isyanlara kalkışmazlar ve her zaman görevlerini tam olarak yaparlar.

Kedinin var olması ise biraz daha farklı bir durum. Doğal şeyler bizim hiç bir dahlimiz olmadan form alırlar. Yasa; yani logos ve form bulan arasındaki aracısız bir ilişkiden söz etmek mümkündür. Materyalistler dilerler ise; bu ilişkideki erk’i Kuarklara havale edebilirler, ancak; akıl ile ilgili daha önce ortaya koyduğumuz, tam olarak tutarlı önermeleri kabul etmeleri kaçınılmaz olacaktır.

Bilim Noumen’in peşinden koşan bir gizem avcısıdır. Bir yere kadar kendinde şeylerin gizemlerini de çözmeyi başardı. Şüphesiz daha fazlasını da başaracaktır. Ancak temel maddenin varlık durumuna ilişkin hakikati belki de hiç bir zaman bulamayacağız. Geldiğimiz mesafe gitmemiz gereken mesafeye göre yok hükmündedir.

Fenomenler, yani şeylerin görüngüleri bizi etkilediği ve biz de onları etkilediğimiz sürece şeyleri varlamak zorundayız. Varladığımız şeyler hakkında daha fazla doğru bilgi edinmek ve daha fazla zararsız fayda sağlamak en doğru eyleyiştir. Evrenseli, tikelin suistimali neticesinde hem evrensele hem de tikele zarar veren bir öğütücüye çevirmek ancak öngörüsüz ahmakların işidir.

Şeyler kendini ifşa ederken; öznedeki öz niteliklere dayanırlar. Bu oldukça sığ ve yetersiz bir ilişki olarak tamımlanmaktadır; oysa durum tam olarak öyle değildir. Fenomen Noumen’e, Noumen de tanrıya dayanarak özne ile tutarlı bir ilişki kurar. En nihayetinde öznenin maddi varlığı ve ilinekleri özne için birer fenomendir. Öznenin kendisinin de mutlak anlamda kavranamaz Noumen’i vardır. Bu Noumen de diğer her şeyde olduğu gibi, tanrı ile olan sırlı ilişkiye dayanır.

En büyük problem temel maddelerin ontolojik durumudur. Eğer Kant’ın buyruğuna itaat etseydik; bugün kuantum fiziği konuşuyor olmazdık. Bilinebilir olana çektiği sınır bir anlamda yaptıği katkıyı kemiren bir kurt olmuştur. Insan o kadar da itaatkar olmadığından yolda ilerlemeye devam etti. Şeylere, duyularla sınırlı bir bakışla sınırlı kalamazdık ve kalmadık da.

Metafiziğin fizikle tekrar dolanık hale geldiği bir evreden ileride belki daha da ileri evrelere geçeceğiz. Einstein’ın saf akıl ile keşfettiği hakikat laboratuvara konu oldu. Eşyanın görüngüsünden; özne tarafından tasarlanmış eşsiz (diğer her şeyden farklı) ancak aynı zamanda benzer (başka şeylerle ortak niteliklere sahip) algı dualist bir yapıdadır. Özne bir şeyi olduğundan bambaşka bir şey olarak tasarlayamaz. Fenomen çoğul anlamlara açık bir durumda ise; o anlamları sadece bir özne sahiplenemez. Tüm o anlamlar başka öznelerde de bulunabilir. Bu anlamda öznesel tasarım olarak kabul ettiğimiz şeyler aslında aynı zamanda kendinde birer tasarımdır. Doğal olmayan şeyler hem kendinde hem öznede hem de tasarlayan öznede birer kendinde tasarımdır. Tasarım nesneden bağımsız bir süreç değildir. Nesnenin kendini açığa vurması ve öznenin sürece aktif katılımı ile kolektif bir süreçtir.

Kendinde şey sadece kendisi için kendinde şey değildir. Şu veya bu şekilde bir etkileyen ve bir etkilenendir. Demokritos haklıydı… Bölünemez, yani parçalardan oluşmayan bir temel madde tasarladı. Adına atoma dedi. Aslında Atoma’nın kuark’a tekabül ettiğini bugün daha iyi anlıyoruz. Akıl yürüterek varılabilecek en ileri menzile ulaştı. Her senaryoda hatalar bulunabilir ve bu normaldir. Demokritos parçalardaki logos’u da sezinledi ve bu anlamda olumladı ancak bizim karşımıza çıkan problemler onun da karşısına da çıktı. Bu temel madde nereden geliyordu? Temel maddenin arasına karışmış logos neydi? Madde ezeli miydi yoksa sonradan mı var olmuştu? Sonradan ve doğal olarak yokluktan var olması mantığa göre imkansızdır. Yokluk denilen şeyden, bir şeyler var olabiliyorsa o halde orada madde meydana getirebilecek potansiyel mevcuttu ve bu durumda yokluk dediğimiz şey var da değildi. Şeylere form veren Atoma’lar neden böyle bir işe kalkışıyordu? Doğayı salt doğa ile açıklamak uçağı uçakla açıklamaya benziyordu. Bir filozofun; hatta atomu aklı ile ifşa eden bir filozofun bu soruları zihninde çevirmemiş olması imkansızdır.

Leucippus’u yani atom kuramının esas kurucusunu anmadan geçmek doğru bir davranış olmaz. Ne de olsa Demokritos hocasının kuramını Empedokles ve Parmenides’in felsefelerini sentezleyerek geliştirmişti. Biri monist diğeri pluralist iki filozofun felsefeleri atomda el sıkışıyorlardı. Bölünemez, yaratılmamış ve değişmeyen ezeli-ebedi atom her şeyi cebrederek çekip çeviriyordu ve ortada asla bir rastlantı yoktu. Ruh (bilinç-akıl) ince, hafif ve düzgün ateş atomlarından meydana geliyordu. Atomlar arasında bulunan boşluk (yokluk – hiçlik) harekete olanak sağlıyordu. Parmenides boşluk meselesine elbette itiraz edecekti. “Boşluk hiç bir şeydir ve hiç bir şey olmayan yoktur.”

Boşluğun aslında hava ile dolu olduğu ve Parmenides’in bu konuda haklı olduğu ortaya çıktı. Daha önce bir ve-veya daha fazla tanrı olmalı demiştim; o halde bu konuyu da halletmeliyim. Neden tek bir tanrı var? Felsefenin unutulmaya yüz tuttuğu bir dünyada bu basit gerçeği benim dile getirmem hiç de şaşılacak bir şey değil.

Tek Tanrı Var

Eğer birden fazla var denirse ve hepsi her bakımdan eşit ise özdeşlik var demektir. Bir şey ancak kendisi ile özdeş olabileceğinden; bu durumda sadece tek tanrı var olabilir. Birbirine özdeş birden fazla tanrı var demek mantıksızdır.

Eğer birden çok tanrı var ve bu tanrılar birbirinden farklıdır denir ise; bu sefer de tanrı olmaklığın nitelikleri daha az yada daha çok olabilir denmiş olur. Bir tanrı daha çok yaratma gücüne sahip iken diğeri daha fazla usa sahip denmiş olur. Farklı tabiatta olan ve niteliklere belirli oranlarda sahip olan şeyler ancak ve ancak var edilmiş şeylerdir. Farklı kuvvette ve farklı niteliklere farklı derecelerde sahip olmak belirlenim gerektirir. Belirlenmiş (sınırlandırılmış) olmak sadece var olanlara (var edilmişlere) ait bir nitelik olabilir. Belirlenime sahip tanrı bu durumda mantıksızdır ve yine bu durumda tanrı ne ise odur. Zira belirlenmişlik yine bir belirleyeni gerektireceğinden söz konusu birbirinin aynı olmayan tanrılar mümkün değildir. Tek bir tanrı vardır.

Bu yazıya göre kulağı olanlar Logosu ve birliğini duydular. Şimdi temel malzeme olan kuark’a geri dönme zamanı tekrar geldi. Bildiğimiz şey ampiriklerin bize aktardığı bölünemez ve 1 olan bir temel parçacığın var olduğudur. Parmenides’e de tekrar dönmemiz bu noktada zorunlu gözüküyor. Ona göre her yer doluydu ve bu sebeple hareket mümkün değildi. Her yer bu temel parçalarla dolu ise ve boşluk da yok ise; pek de haksız sayılmaz. Hava da atomlardan oluştuğuna göre ortada bir boşluk yok demektir. İçi bilyelerle ağzına kadar dolu kapalı bir kapta hareket mümkün değildir. Bilyelerin hareket edebilmesi için belirli bir boşluk gereklidir. Bu boşluk mutlak bir vakum şeklinde de olamaz çünkü mutlak vakum mümkün olmamakla birlikte; içinde bir şeyler var olamaz.

Hem Herakleitos hem de Parmenides birlikte haklıydı! Üstelik Berkeley de haklıydı!

Hareket Hem Vardır Hem De Yoktur

Her yer dolu olduğuna göre ve bu doluluğu en temelinde Kuarklar oluşturduğuna göre aslında bildiğimiz anlamda hareket mümkün değildir. Buna karşılık hareketsizliğin içinde bir hareket mümkündür. Şeylere göre atomlar alışageldiğimiz bir kabuldür; ancak gerçeğin böyle olmadığı ileride anlaşılacaktır. Hareket gibi görünen şey ve aslında bir anlamda hareketsiz bir hareket olan şey Kuarkların görev devrinden ibarettir. Yani sayısız zerre görünüşte hareket gibi duran şeyi meydana getirmek için görev devri yapmaktadır. Bir el hareket ettiğinde; aslında eli el yapan nitelikler an ve an diğer temel maddeler tarafından devir alınır. Evrensel yasanın tüm bilgisi kendisinde bulunan zerreler bir görevi terk edip diğer bir göreve geçerler. Elin bulunduğu yerde artık hava olması gerekiyor ise; daha önce eli meydana getiren zerreler artık havayı meydana getirirler. Bunun anlamı açıktır; hareket bir anlamda mümkün değildir ancak bir diğer anlamda ise mümkündür. Hareket için bir boşluğa ihtiyaç yoktur ancak gerçekte bizim algıladığımız anlamda bir hareket de yoktur. Hareket gibi görünen ve bir anlamda hareket de sayılabilecek şey zerreden zerreye nitelik ve form naklidir.

Karşımıza bu durumda farkı bir sorun çıkmaktadır. Eğer hiç bir yerde boşluk yoksa temel parçacıklar yuvarlak olamaz. Temel parçalar, kare veya dikdörtgen şeklinde küplerden oluşmalıdır. Bilim atomun çekirdeği ile etrafında dönen zerreler arsında bir boşluğun olduğunu kabul ediyor; bu yanlıştır. Hiçlik mümkün değildir ve yoktur; o halde çekirdeğin etrafında boşlukta dönüyor dediğimiz zerreler de yine görev devri yapan daha küçük zerrelerin varlığını zorunlu kılıyor. Böylece aslında temel parçadan da daha temel bir parçaya ihtiyaç olduğu açıktır. Sonsuz büyüklük teoride ne kadar mümkün ise; sonsuz küçüklük de o kadar mümkündür. Bir şey için büyüklük ve küçüklükten bahsedebiliyorsak; başka bir şey için bu şeyden daha büyük veya küçük olmasından da daima bahsedebiliriz. Büyüklük ve küçüklüğü mümkün kılan şey kıyaslanabilir şeylerin var olmasıdır. Kıyaslanabilir şeyler için bir sınır belirlemek ise mümkün değildir.

En küçük ve temel bir parçanın var olması gerektiği üzerinde sürekli durduk. Oysa bizim temel parçacık dediğimiz şeyin büyüklüğü bir başka parçacık için bir evren kadar olabilir. Bu mantığa uygundur ve yadsınması mümkün değildir. O halde ne küçüklük ne de büyüklük sınırlıdır. Büyük olandan daima daha büyük ve küçük olandan daima daha küçük olan bulunabilir. Bu sınırlamanın dışına ancak ne büyüklükten ne de küçüklükten pay almayan çıkabilir. Eğer bu tanrı ise; o halde tanrı ne büyük ne de küçük olabilir. O küçük ve büyük olmaklığın ötesinde olmalıdır.

Bir şeyin ne büyük ne de küçük olabilmesi için kendisi ile kıyaslanacak herhangi bir şeyin bulunmaması gerekir. Tanrının var ettiği şeylerin kendi başına bir varlığı var ve mekan gerçekten var ise; bu durumda kıyas ortaya çıkar, bu ise mümkün değildir. O halde ondan ayrı var gibi olan şeyler tanrının bütününe ait olmalıdır. Şeyler onun bütününe ait olsa ve yine varlıkları olsa ve mekan da gerçek olsa yine bir kıyas sorunu ortaya çıkar. O halde gerçekten var olan tek şey tanrıdır. Gözlemlediğimiz evren ve içindekiler ne o zaman? Onlar tanrının bir iç dışavurumu olsa gerek. Tanrıyı varlıktan yani var olmaktan soyutlamak demek; aslında yok demekten farksızdır. Tanrı vardır demek; onun eyleyişte bulunduğunu kabul etmek demektir. Eyleyişte bulunanın da şöyle yada böyle bir varlığı vardır.

Düşüncemi ilerletirken çelişkiye düşmekten korkmadığımı vurgulamam gerek. Kavrayamadığımız bir gerçekliğin mahiyeti, zihnimizin sınırlarını aşıyor olabilir; bu da gayet normaldir. Hep var olan; olabildiğince küçük zerrelerin oluşturduğu teklikten çokluk doğar. Logos hep var olan ve var olacak olan bir tekliktir. Bu teklik kendindeki çokluktan niteliksel farklılıklara sahip şeyler meydana getirir. Bunu zihni ile kolayca yapar. İstemesi yeterlidir. Her en küçük zerre bütünün iradesine boyun eğer; eğer çünkü bütünden farklı değildir. O kendisine özdeştir. Meydana getirdiği hiç bir şeyin kendinden bir varlığı yoktur. Her şeyin varlığı onun içinde ve ona bağlıdır. Hiç bir yerde boşluk yoktur. Onun gücünün dışında da hiç bir şey yoktur. Var olanların durumu bilme açısından 3 türlüdür.

1- Bilen ve bildiğini bilen. Zatı itibarı ile bilinmediğini ancak kavram olarak bilindiğini bilen. (tanrının bizzat kendisi)

2- Bilenler, bildiğini bilenler, bilinenler ve bilindiğini bilenler. (zihne sahip tanrısal varlıklar)

3- Bilmeyip bildiğini de bilmeyenler. Bilinen ancak bilindiğini bilmeyenler. (zihne sahip olmayan tanrısal varlıklar)

Ne tanrı ne de zihne sahip bir varlık yok ise zihne sahip olmayan şeylerin var olması mümkün değildir. Varlıklarını olumlayacak yani onları algılayıp varlayacak en az bir bilinçli varlık yoksa var olmaktan da söz edecek birisi kalmaz. Böyle bir durumda şeylerin var olup olmadığının da bir önemi kalmaz. Taşı varlayacak kimse bulunmadığında aslında taş da yoktur. Çünkü artık onun için ne var ne de yok diyecek bir zihin yoktur. O halde aslında şeylerin varlığı öncelikle tanrıya ve sonrasında ise en tanrısal varlık olan insana bağlıdır. İnsan ile de sınırlandırmamak gerekir ise; bilinçli varlıkların varlığına bağlı denebilir. Tanrı ile beraber diğer bilinçsiz şeyler var olabilir çünkü bu durumda onları varlayacak (algılayacak) bir tek zihin mevcuttur. En temelinde her şeyin varlığı saf aklın varlığına bağlıdır. Akıldan pay almak bakımından en tanrısal iç dışavurum da insan gibi akla sahip varlıklardır.

Berkeley haklıydı… O varlığı algıya bağladı ve tanrı dışında akla sahip başka bir var edilen kalmadığında şeyler yine de var olabilir. Tanrı onları; yani kendinden var ettiği şeyleri algılamaya devam ettikçe akılsız şeyler var olmayı sürdürürler. Özetlemek gerekir ise heM hareket vardır hem de hareketsizlik. Gördüğümüz şeylerin varlığı en az bir algılayana bağlıdır. Var olan bilinçsiz şeylerin var edilmesi aslında bizim var edilmemize bağlıdır. Yani bizim algımıza sunulmuş tanrısal armağanlardır.

Boşluğa dönelim;

Boşluk (yokluk/hiçlik) ne tahayyül edilebilir ne de tanımlanabilir. Kanunun varlığından söz etmek ise zaten mümkün değildir. Hiçlik yoktur; hiçlikte kanun da yoktur! Eşyanın gerçeğine ulaşmamız istenmemiş; bu belli. Hayallerimizde yapamayacağımız çok az şey vardır. Evet; hayallerimizde bile yapamadığımız şeyler vardır! Mesela hayalinizde dağlar yaratabilirsiniz veya 7 başlı ejderhalarla savaşabilirsiniz. Süper kahramanların güçlerine sahip olabilirsiniz. Fizik alemde yapamadığınız nerde ise her şeyi hayallerinizde yapabilirsiniz; ama aynı anda 100 kişiyi anlayarak dinleyemezsiniz. Onların söylediklerine karşılık her birine anlamlı cevapları aynı anda veremezsiniz. Hayallerinizde bile aynı anda 100 yerde olamazsınız; 100 şeyi aynı anda yapamazsınız! İşte bu tanrısal bir kısıttır. Eşyanın gerçeği ile aramızdaki sırlı perde burada asılıdır.

Eşyanın durumu gerçekte ne? Eşyanın varoluş yöntemi hakkında kafa yoran fizikçiler sonsuz küçük ve sonsuz büyük kavramları ile karşılaşır. Kuark “görünüşte” temel yapı malzemesi ise; o halde bu Kuark denilen parçalar neyin içinde hareket ediyor? Hepsi bir illüzyon olabilir mi? Belki de bir illüzyon değildir de varlık bizim anlamlandırdığımız şekilden farklı bir şekilde vardır. Nasıl mı?

2 Hayatı Aynı Anda Yaşayan Adam Metaforu – Temiroslu

Bir insan hayal edin ve bu insanın 12 saat uyuduğunu gözünüzde canlandırın. 12 saatlik uykusunda aynı bu dünyadaki gibi tutarlılığı ve sürekliliği olan bir hayat yaşadığını düşünün. 12 saatlik uykusunda her insan gibi bir işe sahiptir. İşe gitmektedir ve haftanın belli günlerinde spor salonuna gitmektedir. Arkadaşları, ailesi ve ilişki içinde olduğu başka insanlar vardır. Bu hayatta da yaşlanmaktadır ve zaman-zaman hasta olmaktadır. Her şeyi ile tastamam bir hayat yaşamaktadır. Her uykuya yattığında uykuda dediğimiz saatlerde aslında o süregiden bir hayat yaşamaktadır.

Uyandığında ise bizim gerçek olduğunu iddia ettiğimiz hayatı devam ettirmektedir. Burada farklı bir mesleği, ailesi, işi ve dünyası vardır. Bambaşka bir hayat yaşamaktadır. Yine bir insanın yaşamında karşısına çıkabilecek şeyleri deneyimlemektedir. Bazen mutlu, bazen hüzünlü ve bazen hissiz anlar yaşamaktadır. Soru şu; hangi hayatın gerçek olduğunu nasıl ayırt edebilir? 5 duyunun rüyalarda aktif bir şekilde çalıştığını biliyoruz. Bu durumda gerçeklik nedir? Eşyanın gerçekliği nedir? Rüyalarda gördüğümüz şeylerin fiziki birer gerçekliği yok diyemeyiz çünkü acı çekebildiğimizi veya haz alabildiğimiz biliyoruz. Rüyalarda da nesneler özneyi ve özne nesneleri etkileyebilmektedir. Rüyaları rüya olarak kabul etmemizin tek sebebi devamlılığın olmaması ve tabiat kanunlarına aykırı hallerin yaşanıyor olmasıdır. Peki bu haller ortadan kalktığında rüya ile gerçeği nasıl ayırt edebiliriz?

Şeyler bizim algılamamıza bağlı ve göre vardır. Oluşun, değişimin, dönüşümün, hareketin, hareketsizliği ve ilkelerin var olduğu yer zihindir. Bu yeterli gerçekliğe sahip bir varoluştur. Özneyi şu yada bu şekilde etkileyen bir nesne ve nesneyi şu veya bu şekilde etkileyen bir özne var ise şeylerin varlığı olumlanabilir. DEVAM ET

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunu da oku
Epistemoloji (bilgi felsefesi) doğru bilgi edinmek isteyenler için bir rehberdir. Doğru bilgi tek başına bilgelik sunmaz; doğru eylem de gereklidir.…
Cresta Posts Box by CP